Gönderi

Toplumculuk Dokuz Işık'ın dördüncü maddesi olan "Toplumculuk"un anlatıldığı bölüm de önce komünizmin Türkiye için en büyük tehdit olduğu yönündeki tespitlerle başlar. "Bugün Türk vatanının ve Türk milletinin en büyük düşmanı komünizmdir," diyen Türkeş "komünizm milliyetçi hareketin de en büyük düşmanıdır," diye ekler. "Bugün bir kısım şahıslar ve çevreler aşırı solla, aşırı sağı aynı tehlike paralelinde görmekte ve göstermektedir. Bu yanlış ve zararlı bir tutumdur. Tekrarlıyorum. Türkiye' de tehlike aşırı soldadır. Çünkü teşkilatlı ve eli silahlı olan aşırı soldur." (s. 2 14-215) Bu bölümde Türkeş iktidarları sırasında kuracakları ve açıkça hem İtalyan faşizminden hem Alman nasyonal sosyalizminden mülhem korporatist bir devlet düzenini "milli devlet" olarak adlandırır ve anlatır. Bu düzende güçlü bir devlet, güçlü bir lider ve meslek temsilcilerinin bulunduğu bir meclis olacaktır. "İşçi, köylü, esnaf, serbest meslek mensubu ve işveren temsilcileri"nin bulunacağı bu meclis "ne sadece sözde işçi sınıfının temsilcisi olan bürokrat komünist parti üyeleri, ne de bugünkü gibi, liberal-kapitalist sistemde geçerlilik kazanan varlıklı sınıfların temsilcilerinden oluşan bir sınıflar meclisi olacaktır." (s. 219) Ülkücü Hareket'in devlet tasavvuru, "tek başkan, tek meclis" ilkesine dayalıdır. Bu ise bir "tarih felsefesi"ne dayandırılır: "Türk milleti, dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde kuvvetli, adil ve hızlı icra sistemini uygulamıştır," ve "hızlı icra, icra gücünün tek elde toplanmasıyla mümkündür." MHP bunun için başkanlık sistemini savunmaktadır: İcrayı cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık olarak ikiye bölemeyiz. Her konuda bütünleşmeci olduğumuza göre, icranın başında da bütünleşmeci olmalıyız. Türk tarih felsefesi ve tarihinde icra organı, hiçbir zaman bölünmemiş, yani tek bir başkan tarafından yürütülmüştür. Milliyetçi Türkiye'de de demokratik milli cumhuriyet ilkesi içinde başkan, Türk milletinin yürütme organının tek başı olacaktır. (s. 234) Güçlü yürütmeye dayalı bu sistemde, bir de 300 kişilik ve "işçi, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest meslek sahipleri"nin oluşturduğu bir meclis kurulacak ve bu sistem "memleketimizdeki otorite buhranına son verip iktisadi sahada hızlı atılımlar yapılmasını sağlayacaktır." (s. 236) Türkeş 450 olan vekil sayısının 300'e düşürülmesini ve senatonun da kaldırılarak korporatist bir tek meclis modeline geçilmesini savunmaktadır. Bu sistemde yasamanın yürütmeye tabi olacağı ve esas gücün başkanda toplanacağı ise açıktır. Dokuz Işık doktrininde, meclisteki mesleki temsiliyet esasına dayalı yapı toplum için de öngörülür. Yani toplum da altı dilime bölünecek ve "altı sosyal dilimin sigorta ve güvenlikleri teminat altına alınacak, İşçi Sigortaları gibi Köylü Sigortaları, Esnaf Sigortaları, Memur Sigortaları, İşveren Sigortaları ve Serbest Meslek Mensupları Sigortaları kurulacaktır." Türkeş'e göre bu sistemle birlikte yeni toplumsal tasarruf mekanizmaları ortaya çıkacak, buralara ödenen primlerle elde edilen tasarruflar yatırımlara dönüştürülecek, ayrıca bu tasarruflara devlet de katkı yaparak yatırımları büyütecektir. (s. 244) Türkeş, kendi toplumculuk anlayışlarının hiçbir şekilde komünizmle bağlantılı ve alakalı olmadığını söyler. Dokuz Işık sınıfları değil, Türk milletini esas almaktadır ve burada "ne birkaç patron ne de bir sözde işçi sınıfı söz konusudur. Çünkü millet, bir tarih, kültür ve soy birliğidir. Bunun sınıflara bölünmesi, belirli fertlerin hakimiyetlerine terk edilmesi söz konusu olamaz." (s. 245) Türkeş'e göre komünist sistemde mülkiyet "bir avuç komünist bürokrat"ın elindedir. Kapitalizmde artık ürüne "kar" olarak el konulmaktayken, "komünist düzende komünist partinin üyeleri tarafından (maaş) olarak alınmaktadır." Milliyetçi-toplumcu düzende tüm üretim araçları, tüm millete ait olacaktır: Dokuz Işık'çı düzende ise bu üretim araçları işçinin, köylünün, esnafın, memurun tasarrufu ile yapıldığı için, bu fabrikalara, bu makinalara tasarrufları nisbetinde işçi, köylü, esnaf ve memur sahip olacaktır. Bu şekilde servet ve ekonomimiz, Türk milletinin bütün fertlerine ait olacaktır, Herkes mutlu ve hür yaşayacaktır, İşçi, köylü, esnaf, memur vs, fabrikalara sahip olarak, onun mülkiyetini kazanacaktır. Böyle bir sistemde sömürme olamaz, aracılık, vurgunculuk, tefecilik olmaz. (s, 262) Faşizmin antikapitalist retoriğine uygun bir şekilde, Türkeş'in Dokuz Işık doktrini de üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ve sermaye düzenini lağvetmeksizin üretim araçlarının mülkiyetini toplumsallaştırma iddiasını dillendirmektedir. Bu retoriğin uygulamada herhangi bir geçerliliği olmadığı, hem Almanya' daki hem İtalya' daki deneyimlerden bilinmektedir. İki ülkede de faşist partilerin iktidara gelişi büyük sermayeyle uzlaşmaları neticesinde olmuştur ve iktidarları döneminde de bu uzlaşıyı devam ettirmişlerdir. Zaten Türkeş de iktidarlarında özel teşebbüsün destekleneceğini ve korunacağını açık bir şekilde belirtmiştir: Toplumun kalkınmasında özel teşebbüs desteklenecek, himaye edilecektir. Ancak bu konuda işverenle işçinin karşılıklı olarak haklarının korunması ve bu iki tarafın münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde kontrol, tanzim ve nezaret altında bulundurulması şarttır. Demek ki özel sektörü korumak, himaye etmek prensibimizdir; desteklemek, teşvik etmek amacımızdır. Fakat bunu yaparken işveren-işçi ilişkilerinin karşılıklı olarak her iki tarafın da haklarını koruyacak ve her iki tarafın münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde denetlenmesi, düzenlenmesi, nezaret altında bulundurulmasını esas şart koşuyoruz. (s. 313) "Özel teşebbüsün korunması"na dayalı ama "işçi haklarını koruma iddiası"ndaki Dokuz Işıkçı düzen için önemli olan "emeksermaye bütünleşmesi" dir. "Emek ve sermaye, milli bütünlük ve menfaat dışında faaliyette bulunamaz. Bunun için gerek emek, gerek sermaye, milli menfaatlere hizmet ettikleri ölçüde korunmalı ve desteklenmelidir." (s.287) Esas mesele ise elbette ki "sınıf mücadelesi" ve bunun nasıl engelleneceğidir. "Sınıfsız bir millet" yaratma iddiası da, "emek-sermaye bütünleşmesi" söylemi de, meslek esasına göre temsil ve toplumun altı dilime ayrılması da, sınıf mücadelesine ve komünizme karşı düşünülmüş birer siyasi mücadele aracıdır, Türkeş bunu son derece veciz bir şekilde, "Sınıf mücadelesini ve tek sınıf düşüncesini, millet fikrine, insanlık anlayışına aykırı buluyoruz," diye ifade eder. (s. 290) Türkeş "bir sınıfın başka bir sınıf üzerindeki tahakkümü"ne karşı şu cümleleri kurar: Meselelere sınıflar arası mücadele tarzında bakarak tek bir sınıfın, kol ırgatlarının her şeyin sahibi ve hakimi (!) olmasını istemek iddiasını, komünizme giden en kestirme yol olarak görmekteyiz. Bugünkü dünya ilim, teknik ve kültür dünyası olduğuna göre, cemiyet hayatını idare edecek insanların bilgi ile yetişmiş ve kafası çalışan aydın kişiler bulunması gerektiğine inanıyoruz. Cemiyet hayatının zaruri kıldığı medeni ve mesleki işbölümünün meydana getirdiği zümreleşme ve sınıflaşma, hiçbir zaman bir sınıfın lehinde bir tahakküm hiyerarşisi kurmaya sebep olmamalıdır ve olamaz. Biz böyle bir görüşe karşıyız. Cemiyet hayatını mutsuzluğa, düzensizliğe ve binbir derde götürecek bu davranışlarla daima savaşacağız. (s. 290) Emek ve sermayenin bir arada "barış" içerisinde yaşadığı ve "milli menfaatlere uygun bir şekilde" davrandığı milliyetçi-toplumcu düzende sendikalar da buna uygun bir şekilde örgütlenecek, her iş kolunda tek bir sendika olacak ve işçiler bu sendikaya üye olacaktır. Bu örgütlenme ise "sınıf şuurunu besleyecek ve diğer zümrelere düşmanca bakacak fikri esaslardan uzak tutulacak; milli birlik hiyerarşinin yapıcı bir kademesini teşkil edecektir." (s. 305) Netice olarak, Dokuz Işık doktrininin toplumculuk ilkesinin faşist ideolojinin antikapitalizm retoriğiyle süslendiğini, sınıf mücadelesini bastırmayı amaçladığını, özel mülkiyeti ve sermayeyi olumladığını, korporatist olmakla birlikte son tahlilde kapitalist bir toplum düzenini öngördüğünü, bunun da faşist ideolojinin evrensel kriterleriyle uyum içerisinde olduğunu söyleyebilir ve "İlimcilik" maddesine geçebiliriz.
·
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.