Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

47 syf.
·
Puan vermedi
Oktay Rifat'a dair
BİR USTA, BİR DÜNYA: Oktay Rifat Oktay Rifat’ı selamlayacağız bugün; biraz yaşanmışlıklarıyla, biraz özlemleriyle, toplumculuğu ve karar veremeyişleriyle biraz, şiirleriyle, Sabiha hanımla ve elbette bir cıgara içiminde kaleme alıverdiği dizeleriyle. ‘’Çocukluğum ve ilk gençliğim Ankara’da geçti. Ankara Lisesini ve Ankara Hukuk Fakültesini bitirdim. 1937 yılında, hukuk doktorası yapmak için, Devlet hesabına, Paris’e gittim. Üç yıl kaldım. Savaş yüzünden hukuk doktoru olamadım. Orhan Veli, Melih Cevdet ve Cahit Sıtkı ile arkadaşlık ettim…’’ Böyle anlatacaktı Rifat kendisini, alelade bir kalemle; yarım ağız, olup bitivermiş gibi. Türkiye şiirinin en önemli akımlarından birini oluşturdukları Melih Cevdet ve Orhan Veli ile paylaştıkları dostluk bütün yaşantısına etki edecekti. Şiirlerinde göreceğimiz bu aleladelik gibi anlatıverdiği bu arkadaşlık Rifat’ın mizacının büyük bir yansıması olacak, yalansız ve gösterişsiz bir yordam oluşturacaktı kendine. ‘’Ozanlık dışında her iş bana ikinci derecede bir uğraş olarak göründü. Avukatlık yaparak geçinirim. Parayı pulu sevmem. Bilgisizliği, üstünkörü bilgiye yeğ tutarım. Yalandan, yalancıdan, hele çıkarı için yalan söyleyenden iğrenirim.’’ Samih Rifat bey ile Münevver hanımın oğlu Oktay Rifat’ın kendini anlatırken değindiği bu yalansız bir yaşamın arzusu bile Garip’in niçin bu denli sıradan, gündelik ve çıkarsız olduğunu gözler önüne sermeye yetiyor. Veli ve Anday ikilisi gibi Rifat da bir akşamüstü kavrukluğunun belediye bankına serilivermesinin üzerinde yalnızca oturarak ve bir hatıra fotoğrafı çekilerek yaşamı ve ölümü sorgulayabilecek insanlardı, sanırım ‘’ozan’’ diyeceğimiz bundan fazlası da değildi. Münzevi bir yaşama sığdırılan şair, fotoğrafçı, yazar dostlar, torunun akşam ziyareti, Sabiha hanımla çıkılan Troya seyahatleri… Şiirin ne olduğunun ve ne olmadığının kapı dışında kaldığı, okuyan herkesin gözünde canlandırarak düşüncelere ve ümitlere -elbete bazen ümitsizliklere de- kapılabileceği o naif mısraların şairi Rifat, diyor ki: ‘’Sosyalistim. Şiir, sosyalizm ve yalandan sakınma bana kişiliğimin temel direkleri gibi görünür. Bana kalırsa, şiirin bir ayağı toplumda, bir ayağı kişinin içindedir. Her ozan topluma mâl olan, başka bir deyimle, nesnelleşen şiirle ilgili kural, ilke ve düşünceleri bilmek ve öğrenmek zorundadır.’’ Yalnızca naif bir akşamüzerileri şairi olmadığını göreceğiz artık Rifat’ın, sosyalizmin ve halktan yana olmanın getirdiği sorumluluklarla şiirini donatacağını, toplumsal olanın bir yerde ozan, aydın, entelektüel ve şair olanın demek olduğunu öğreneceğiz. Ağzının tadını kaçıracak bu sorumluluk duygusu sosyalist şairin, diyecek ki: ’’ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem, boğazımda düğümleniyorsa lokma, buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa alınıyorsam, geçimsiz ve işkilli, yüzüm öfkeden kara çalıyorsa, denize bile iştahsız bakıyorsam, hep bu boyu devrilesi bozuk düzen, bu darağacı suratlı toplum!...’’ Kaçınılmaz oluyor gözü görenin, kulağı duyanın; hele bir de eli kalem tutuyorsa kişinin, anlatmamak bu devrilesi bozuk düzeni. Bu şiir, 27 Mayıs darbesinin idamlarla getirdiği Türkiye’nin en ‘’özgürlükçü’’ olarak tabir edilen anayasasına bir başkaldırış olarak okunabilir zirâ, eğitimin ve devinimin gücüyle dönüştürülebilecek olan toplum, darağaçlarıyla itiliyor ve sürükleniyorsa darbeden darbeye, gören ve duyanın ve daha da önemlisi ‘’Görebiliyorum! Duyabiliyorum!’’ diyebilenin ağzının tadı kaçıyor, iştahsızlık insanın canını sıkıyor olsa gerek. Oysa ki özgürlük cezalandırma koşullu üretilen bir yığın çetrefilli bent, metin ve fıkralardan bağımsız, kuş sevincidir içimizdeki, öldürülemez boğulamaz gazlı fabrika dumanlarıyla, yok edilemez, alaşağı edilemez öpüşler bırakılan sevgiliye gerici tavırlarla, oysa ki özgürlük Rifat’ın da kaleme aldığı gibi: ‘’Köpürerek koşuyordu atlarımız Durgun denize doğru. Bu uçuş, güvercindeki, Özgürlük sevinci mi ne! Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz, Düşünmek yasak, İşgücünü savunmak yasak! … Elleri var özgürlüğün, Gözleri, ayakları; Silmek için kanlı teri, Bakmak için yarınlara, Eşitliğe doğru giden. … Özgürlük sevgisi bu, İnsan kapılmayagörsün bir kez; Bir urba ki eskimez, Bir düş ki gerçekten daha doğru’’ ‘’Bir düş ki, gerçekten daha doğru’’… muhakeme edebilmek olanı ve olması gerekeni, eller yaratıyor özgürlüğe, eskimeyecek olan geleceğe uzanan şimdiden, eller. Rifat böylece Süleyman Efendi’yi selamlıyor kapıdan Orhan Veliyle beraber, Süleyman efendinin parkasını ve alacaksızlığını borçlu olduklarından, ölüme pek yüklenmiyor belki de bu yüzden Veli ve Anday kadar ve fakat sonsuz olanı alıyor kaleme gene bir cıgara içimlik sürede, çizktiriyor sonsuzluğu kâğıdın üzerine sigara kokulu, loş ışıklı odasında dostlarının akşam kahvesine gelmesine iki saatten az var: ‘’ Tuzun saat gibi işlediğini duyacaksın, Dört nala kalkan ağaçların uğultusunda. Her fiskede çın çın ötecek denizin sırçası, Suyun sudan arındığını duyacaksın. Aylar bakıldıkça ürer, Fırıl fırıl döner ay olmanın sevincinde. Bakacaksın bulutların ipi elinde, Dağı taşı sensin güden; sensin kum tanesini; bir, bir daha bölen, Böldükçe büyüyen yitiren yalnızlığı. Açmadan geçeceksin kapılardan, İçmeden kanacak susuzluğun. Sonsuzluğun boyu karıştan Üç beş parmak uzun!’’ Sonsuzluğa ve yalnızlığa eğilebilmek, emek ve kan terinin ağırlığını ağırlayarak şiirlerce. Ölümün yakın olan uzaklığını selamlayabilmek bencilliğiyle insanoğlunun: ‘’… elime bakıyorum, kalemi tutan elime Sussam daha iyi kemikleri görünen Derme çatma saydam kedileri Çünkü ölüm Afrikalı aç bir çocuk kadar uzaktır insana’’ Behçet Necatigil ile oturulan masalar, siyah-beyaz fotoraflar evin okuma köşesinde –belki- çekilen, aile dostları akşam oturmalarına uğrayan, antoloji ne denli öz ve sıcacık ele almış Rifat’ın yaşantısını: Biraz perde aralayarak biraz dışından süzülerek. Yahya Kemal’in bir mektubu var antolojinin –belki seçki demek de mümkündür- içerisinde biraz mahcup biraz babacan kaleme alınan, gözlerinizden öperim diyor Veli’ye ve Rifat’a, Orhan Veli’nin adresini istiyor Garip’i tebrik etmek üzere. Bense biraz mahzun oluyorum bunlara tanıklık ederken, şiirlerini anımsar gibi oluyorum, ezberlemek istediğim beni evimde otururken yaşamayı tahayyül ettiğim o sokaklara, meydanlara, dünyaya ve mutlanmamak için hiçbir sebebi olmaması gereken insancağızların birgün elleriyle kuracağı o topluma, yaşantılara. Yıllar önce bir gezgin sahaftan aldığım Rifat kitabından bir şiir dizesi aktarmak isterim size, hani insanın içi bir kararır, kötü olur yarın başka bir şey getirmeyecek gibidir ya, öyle günlerde anımsatmaya çalışırım kendime bu dizeleri: ‘’… Çilesinden arınmış, güleryüzlü bir kadın sallanıyor pencerede …’’ Müthiş gülüşünün eşlik ettiği bir fotoğrafla veda ediyor bize seçki, arkasında şairin kaleme aldığı tüm eserlerinin bir listesinin olduğu sayfası ile. Sen hep böyle gülümsersin, diyorum, sen hep böyle yaşayarak, güzel gülümsersin şiirlerinle. Işıklar içinde uyu Oktay Rifat, ne güzel şey hatırlamak seni! youtube.com/watch?v=sSxEg-H...
Bir Usta, Bir Dünya: Oktay Rifat
Bir Usta, Bir Dünya: Oktay RifatFatma Türe · Yapı Kredi Yayınları · 19943 okunma
··
388 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.