- Hadi Gülsarı’m, yürü. Durmak işimize gelmez, gayret et yavrum, yürü!
At hareket etti, araba sarsıldı, tekerlekler gıcırdadı.
Yaşlı adam ve yaşlı at, ağır ağır dağ yoluna koyuldu.
Tanabay atla beraber yürürken "artık gücü kalmadı zavallının" diye düşündü.
"Kaç yaşındasın Gülsarı?
Yirmi yaşında mı? Yoksa daha mı fazla.
Evet evet, yirmiden fazla senin yaşın..."
Tanabay ve Gülsarı ilk kez savaştan sonra karşılaştılar.
Onbaşı Tanabay Bakasov, Batı Cephesinde de,
Doğu Cephesinde de çarpışmış, Japonya'nın tesliminden sonra
terhis olup yurduna dönmüştü. Cepheden cepheye koşarak
tam altı yıl askerlik yapmıştı. Boşuna dememişler "Kırk yıl kırgında kalsan,
ecel gelmeyince ölmezsin" diye, Tanabay da ölmemiş, Tanrı onu korumuştu.
Bir defasında araba ile gelirken mayına çarpmışlar,onun şoku ile epey sarsılmıştı. Başka bir sefer de göğsünden yaralanmış ve hastahanede iki ay
tedavi gördükten sonra kendi birliğine yetişmişti.
Sonunda yurduna dönüp trenden indiği zaman, satıcı kadınlar onu
"Hey ihtiyar, at elini cüzdanına!" diye karşılamışlardı.
Kadınların 'ihtiyar' demelerine aldırmadı; takılmak için söylüyorlardı çünkü.
Gerçi artık genç değildi ama yaşlı da sayılmazdı.
Savaş yıllarında güneş ve soğuktan yanmış, yüzü kırışmıştı.
Kılık kıyafeti, hafif kırlaşan sakalı bıyığı ile biraz yaşlanmış görünse de,
gücü-kuvveti yerinde, gönlü gençti. Terhis olduktan bir yıl sonra karısı ona
güzel bir kız çocuk doğurdu. Ondan sonra doğan çocuğu da kızdı.
Şimdi ikisi de evliydiler ve çocukları vardı. Yazları sık sık ve topluca kendisini
ziyaret ederlerdi. Büyük kızının kocası kamyon sürücüsüydü.
Bu damadı bütün ev halkım kamyona bindirir, dağda yaşayan kocamış kaynata
ve kaynanasını görmek, saygılarını sunmak ve gönül almak için gelirlerdi.
Doğrusu kendisi de, karısı da kızlarından çok memnundular.
Ne var ki oğlu hayırsızın biri olup çıkmıştı... Ama bu başka bir hikâye.
Savaş bittikten, zafer kazanıldıktan sonra köyüne dönerken,
Tanabay kendisi için asıl hayatın yeni yeni başladığını düşünüyordu.
Gönlü hoş ve iyimserdi. Büyük istasyonlarda maksimkalan (asker getiren katar) bando-mızıka ve coşkun bir neşe ile karşılamışlardı. Evde hasretle bekleniyordu.
Oğlu sekizine basmış ve okula başlamıştı. O güne kadar olup bitenlerin, çektiği sıkıntıların önemi yoktu artık. Onları unutacak, gerçek ve tatlı hayat asıl şimdi başlayacaktı. Dünyaya yeniden gelmiş gibiydi ve artık yalnız geleceği düşünüyordu: Çoluk-çocukla kaygısız bir hayat yaşamak için önce başlarını sokacak bir ev
yapacaktı. Sonra bu yuvada herkesin mutlu olması için çalışacak,hep çalışacaktı.
Bundan başka bir amacı yoktu. Bunun için savaşmamış mıydı?
Kan ve ateş arasında canını dişine takmamış mıydı?
Savaş bitmiş, zafer kazanılmış olduğuna göre, önünde hiçbir engel kalmamıştı.
Ama Tanabay öyle düşünmekte, geleceği toz pembe görmekte pek
acele ettiğini şimdi çok iyi anlıyordu. Gelecek için daha yıllar yılı kan ter içinde
kalıp fedakârlık etmesi, nice nice güçlüklere göğüs germesi gerekecekti.