Gönderi

Allah'ı ve Melekleri Görmeden nasıl inanırız? Huzmeden alıntıdır.
Bir şeyin varlığının kabul edilebilmesi için bizzat beş duyu organıyla doğrudan algılanması gerekmez. Düşündüğümüzde zaten evrende göremediğimiz bir çok şeyin olduğunu kabul ediyoruz. Varlık alemi sadece beş duyu ile hissedilebilenlerden ibaret değildir. İnsan, görme duyusu ile, sadece madde alemini görür. Diliyle tatlar alemini, kulağıyla sesler alemini, burnuyla kokular alemini hisseder.. Halbuki; elektrik, yerçekimi, ışınlar alemi, radyoaktif dalgalar hatta duygularımız, hislerimiz gibi gerçekler de vardır ki, bunlar, ne görülürler ne de işitilirler. Ama gerçekliği şüphe götürmez.  Üstelik insanın kulağı ancak 20-20.000 Hz arasındaki sesleri duyabilir, gözü de bunun gibi birçok şeyi göremez. Dünyanın dönüş sesini, bir karıncanın ayak sesini duyamaz veya bakterileri, x ışınını veya onun altındaki varlıkları veya ruhu ve duygularımızı göremeyiz. Biz bunları ancak tesirleri yani sonuçları ile veya belli araç ve gereçlerle tesbit edebiliriz. Kendimizdeki yetenek, bilgi ve akıl ile bunları tesbit eder görmüş ve duymuş gibi biliriz. Bugün uzayda galaksiler arası genişlemenin nasıl olduğunu tesbite çalışırken bunun görünmeyen bir enerji ile yani “karanlık enerji” ile gerçekleştiğini ifade etmişlerdir. Bu görünmeyen fakat var olan “karanlık enerjiyi” ancak belli araç ve gereçlerle tesbit etmişlerdir. İşte insan Allah’ın varlığını iman, kalb ve vicdan denen manevi araçlarla bulabilir ve bilebilir. Demek gerçeği bilmek ve anlamak sadece baş gözü ve kulak ile tesbit edilemez. Çok fazla gerçek ve hakikat var ki bunların çoğu insandaki maddi olmayan manevi araç ve gereçlerle tesbit edilir. Çünkü insan sadece göz ve kulaktan ibaret bir varlık değildir. Tüm bilgi edinme yollarını sadece göze ve kulağa indirgemek bilgi edinme yollarını tamamen kapatmak demek olur ki bu bilim için bir facia olur. Hatta bazen gördüğümüzü zannettiğimiz bazı gerçekler var ki asırlarca gerçeği fark edememişiz yani yanlış görmüşüzdür. Mesela asırlarca güneşin dünyanın etrafında döndüğünü bizzat gözümüzle görüp inanmıştık. Fakat sonra gelen bilim adamları bu gözümüzle gördüğümüz gerçeğin böyle olmadığını aslında dünyanın döndüğünü ispat ederek şu anda gözümüzle gördüğümüz gibi olmadığını ispat etmişlerdir. Akıl gözü gerçeği, böylece baş gözünden ayırmış gözümüzün gördüğünü yanlış çıkarmıştır. Demek gözümüzle gördüğümüz doğru bir bilgiyi, araştırma, deney ve gözlem ile tersine çevirebiliriz. Aynen bunu gibi de gözümüzle görmediğimiz ve bunu için olmadığına delil getirdiğimiz Allah’ın varlığını ve birliğini bizdeki manevi ve maddi araçlarla tefekkür, araştırma ve gözlem yaparak onu bulabiliriz. Şu iki kaideyi daima aklımızda tutmamız gerekiyor. Bunlar; 1. Görmemek olmamaya delil değildir. (Adem-i rü'yet, adem-i vücuda delil olamaz) 2. Bilmemek te olmamaya delil değildir. (Adem-i ilim, adem-i vücuda delil değildir)  İşte bu prensibi göz ardı eden bir kısım insanlar, görmediğime inanmam diyerek bütün varlık alemini, sadece gözleriyle gördükleri maddi eşyadan ibaret sanarak, büyük bir hataya düşerler. Halbuki bir şeyin gözle görünmemesi onun yokluğuna delil olamaz. Zira bu alemde gördüklerimize oranla göremediklerimiz çok daha fazladır. Hatta insan vücudunda akıl, hayal, hafıza gibi görünmeyen varlıklar, görünenden kat kat fazladır.  Sonuç olarak; Bizim, Allah’ın varlığını kabul edebilmemiz için mutlaka O’nun zatını/mahiyetini somut olarak görmemiz ve gösterebilmemiz gerekmez. Malumdur ki; herhangi bir eser, göz ile göründüğü halde, ustası akıl ile anlaşılır.“Görmediğime inanmam.” diyen bir insan, bu eserin yapıcısını inkar durumuna düşer. Aynen bu örnekte olduğu gibi, sonsuz bir kuvvet, ilim ve sanat ürünü olan bu muhteşem kainatı seyrettiği halde, onun sanatkarını kabul etmeyen insan, ilim ve akıldan uzaklaşmış olur. Böyle bir insan, bu kainatta her an tecelli eden ve Allah'ın varlığını güneş gibi gösteren, yaratma, rızk verme, hayat verme gibi sınırsız olayları nasıl açıklayacaktır?  “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.” İnsanlar için en önemli zirve nokta, akıl ve kalb gözüyle Allah’ın isim ve sıfatlarını müşahede etmektir. Bu müşahede ise, güçlü bir iman, kuvvetli ve ihlaslı amel/kullukla mümkündür. İşte insanların önüne eşit bir şekilde, yarışma kurallarına uygun bir tarzda herkese açık bir meydan-ı cevelan olsun diye Allah’ın varlığı ve vahdaniyeti sebepler arakasında gizlenmiş ve perdelenmiştir. Bir iğne ustasız, bir harf katipsz olamayacağına göre, şu mhteşem kainat elbette sahipsiz olmaz. Aklı gözüne inmemiş olan herkes bunu rahatlıkla anlayabilir. İşte Peygamber Efendimiz (asm)'in, Allah'ın yarattığı kainat kitabını okumamızı ve bu kainatta yaratılan varlıklarla Allah'ı tanımaya çalışmamızı istemesi bundandır.
··
31 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.