Gönderi

Sen, sen misin?
Bu aralar çok düşünüyorum bu konuyu. Kitap okumadığım zamanlar kendi dağınık düşüncelerime dalıyorum hep. (Genelde iletileri kendim için yazıyorum ama okumaya niyetliyseniz hem kendi gözünüzden hem iletişimde bulunduğunuz insanların gözünden okumanızı öneririm.) Görüyorum ki insanın hayatına giren her insan, insanın kendini tanımasında bir araç oluyor. Araç derken işlevsel olarak.. fırsat gibi bir şey kast ettiğim.. Bir şeylerle mutlu olmak, bir şeylere kızmak, bir şeylere üzülmek, bir şeye heyecan duymak, bir şeyden huzursuz olmak bunların hepsi aslında karşımızdaki insanın özellikle bizi mutlu etmek, kızdırmak, üzmek, heyecanlandırmak ya da huzursuz etmek için yaptığı şeyler değil her zaman. Bizde bu duyguları oluşturan o değil, bizim düşüncelerimiz, düşünce kalıplarımız, kendi algı çerçevemiz. Oysa onun yaptığı davranışlar da kendi geçmişinin izlerini taşıyan ve kendini konforlu hissettiği alanda oluşan davranışlar. Nasıl biri olursa olsun kendi kapasitemiz oranında görebiliyoruz o kişinin gerçekliğini. Fazlasını/azını bekleyen, her şeye anlamını yükleyen biziz yani. Aynı şeyi yaşayan başka biri bizim mutlu olduğumuz bir şeye kızabilir mesela. Bu yüzden dedim kendimizi tanımaya fırsat. Diğerleriyle ayrıştığımız yerleri görebilmeye, geçmişimizi değerlendirmeye, otomatik tepkilerimizin ya da oluşan duygularımızın sebebini düşünmeye bir fırsat. Hangi davranışa hangi tepkileri verdiğimizi fark etmek, ihtiyacımızın ne olduğunu anlayabilmeye fırsat.. İstediğimiz şeyleri gerçekten niye istediğimizi biliyor muyuz? Gerçekten her zaman bize iyi gelen şeyler mi istiyoruz? Kolaya mı kaçıyoruz yoksa.. Geçmişimizde kaçtığımız, saklandığımız o yerleri hep cebimizde mi taşıyoruz? Sanırım bir kızılderili atasözü müydü şaman öğretisi miydi 'sen ders almadıkça başına hep aynı şeyler gelir' gibi bir şey.. Her seferinde farklı yollara çıktığımızı sanıp sonunda kendimizi aynı duraklarda bulmamız bunun bir sonucu değil de ne? Almamız gereken dersin ayırdına ne kadar yoğrulduktan sonra varıyoruz bilmiyorum. Ayırdına vardığım şey şu ki gelişine yaşıyoruz, yavaşlamıyoruz.. Her zaman adım attığımızdan farklı bir yola adım atsak hani..? Bazen de kendimizi düşünmekten karşımızdaki insanın bize verdiği emeği gözden kaçırabiliyoruz. Her zaman kendimizi haklı görmek istiyoruz. Yüzleşmekten korkuyoruz.. Kişilerarası ilişkilerde haklı haksız ayrımı yok gibi geliyor (apaçık durumlar dışında). Herkes kendince doğru olanı yapıyor. Sanırım hissettirilmesi gereken şey 'seni anlıyorum' olmalı. Şu an daha kapsamlı bir yazı olması amaçlı Doğan Cüceloğlu'ndan bir alıntı yapmak isterdim ancak, maalesef.. diyordum ki.. yapmaya karar veriyorum galiba... uzunluğu vazgeçirecekti beni ama evet yazıyorum şu an (Ahmet Mithat Efendilik yaptım resmen, yazdığını silmeme kuralımın bir parçası, kusura bakmayın :))): Doğan Cüceloğlu der ki, ''İnsan ilişkilerinde kişi, beş temel ilişki gereksinmesini karşılamak ister. Bu gereksinmeleri, varoluşun beş boyutu diye adlandırıyoruz. Varoluşun birinci boyutu kaale alınmak, umursanmaktır. Kişi hem kendinin, hem de sınırlarının ve sorumluluğun hesaba alınmasını ister. Varoluşun ikinci boyutu kabul edilmektir. Kişi yargılanmadan olduğu gibi kabul edilmek ister. Varoluşun üçüncü boyutu değerli görülmektir. Kişi, kendinden daha büyük bir bütünün vazgeçilmez bir parçası olmak ister. Varoluşun dördüncü boyutu yeterli görülmektir. Kişi güçlü ve güvenilir olmak ister. Varoluşun beşinci boyutu sevilmektir. Kişi özlenmek ve sevilmek ister. Dinleme en önemli iletişim sürecidir. Kişi dinlemesiyle karşıdakini yaratır...'' Bu gereksinmelerimizin karşılanıp karşılanmadığı değişir, peki biz karşılıyor muyuz?.. Karşılamıyorsak da sebebimiz ne? Neye karşılık olarak bunu mahrum ediyoruz karşımızdaki kişilerden?.. Bu konularda başka bir mevzu da yapacağımız hareket ve seçimlerin başka insanların hareket ve seçimlerine bağlı olmaması gerektiği. Bunu fark etmek önemli. Bu kendimiz olamadığımızı gösteriyor. Zaaflarımıza göre hareket ettiğimizi.. O cebimizde taşıdığımız geçmişe yöneldiğimizi.. Kendimize gerekli değeri vermediğimizi. O başka insanları kaybetme korkusuyla kendimizi yok ettiğimizi. Kendi seçimlerimizi kendi içimizden geldiği için yapabilmeliyiz. Başkası kızar/üzülür/sevinir vb. değil ya da ne düşünürler acaba diye değil. Herkes olduğu gibi olsa, yalanlara başvurulmasa, korku değil güven olsa ortada bu kadar uzatmaya gerek yoktu aslında konuyu. Bu da kolay değil biliyorum. Umarım bir durur düşünürüz, niyetlerimizi bir gözden geçiririz, seçimlerimizi ona göre yaparız.. istedim. Herkesin gerçek kendini bulabildiği ve o olabildiği bir dünya için. En azından kendi fanusumuzun içinde. :) (Başlangıçta ödev yapmak amaçlı oturduğum bilgisayar başından bunları yazıp ödev yapmadan ayrılmak da hiç hoş olmadı ama.. kendimi iyi hissediyorum şu an. Önemli olan da bu.)
··
25 views
merih okurunun profil resmi
"Sen ders almadıkça başına hep aynı şeyler gelir"** yıldızlı notum olsun🙏 Fırsat kelimesine yüklediğiniz sorumluluğu tekrar hatırlattığınız için teşekkürler, bu çok değerliydi!. Silkeleyici bir iç döküş okuduğunu düşünüyorum, yüreğinize sağlık 🙏
Esra Bayar okurunun profil resmi
Yararlanmanıza sevindim, ben teşekkür ederim..
Bu yorum görüntülenemiyor
Emotion Surgery okurunun profil resmi
Dr. Jekyll and MR. Hyde 🙂
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.