I
Bu yaz:
Sabahları — taze süt gibi beyaz, öğle zamanları — erimiş
bakır gibi aydınlık, akşamlan — Bombaylı kadınlann esmer
teninden ılık ve geceleri — üzüm salkımları gibi
yıldızlıyken hava
SOMADEVA düştü yatağa. Kan geliyor boğazından.
Dinleyin bunu Benerci'nin ağzından:
«— Gazete kâatlarıyla örtülmüş olan masada bir gaz lambası yanıyordu. Somadeva,
duvarın dibindeki yer yatağındaydı. Boynu bembeyaz. Elmacık kemiklerinin derisi
kırmızılaşmıştı.
Tıraşı uzamış. Ve gözleri lüzumundan fazla aydınlık, lüzumundan fazla karanlıktı.
Yatak çarşafının ayak ucunda bir tahta kurusu yürüyor.
Gittim, tahta kurusunu aldım. Masadaki gazete kâadını kopardım, koyulaşmış siyah bir
kan damlasına benziyen hayvanı kâadın içinde ezdim.
Somadeva güldü:
— Benerci, beni seviyorsun, dedi.
Gözlerini yüzümde gezdirdi. Gözleri alnımda durdu:
— Benerci, seneler geçti. Benim attığım taşın izi silinmemiş. Bunun şimdi farkına
vardım, dedi.
Yeni doğmuş bir çocuk gibi nefes aldı: —
Bugün iyiceyim, dedi. Su istedi. Verdim.
— Karanlık, dedi. Lambanın
fitilini açtım. Yine ona para
getirmiştim.
— Bu parayı nineye verirsin yine. Her gün besleyici yemekler pişirsin. Hem, üç öğün
mutlaka yemelisin, dedim.
Cevap vermedi:
— Geçen hafta sana getirdiğim paradan hapisanedekilere göndermişsin, sonra iki gün
kuru ekmek yemişsin, dedim.
İşitmemezliğe geldi.
- Sana yemeğin için verilen parayı başka yerlere harcamaya hakkın yok,
dedim. Yemek yemen, iyi olman lâzım, dedim.
Bir şey söylemek istedi.
Söylemedi.
Düşünüyorum.
Bir kamyonun üstünden uçsuz bucaksız kalabalığa söz söyliyen Somadeva aklıma
geliyor.
Yağmurlu bir akşam aklıma geliyor. Karakolun duvarına çömelmişim. İçerde
Somadeva'nm
omuz başlan lime lime yarılarak kanıyor.
Somadeva'nm mahkemesi aklıma geliyor. Yumruklarını maznun parmaklığına vurarak
haykırıyor.
Somadeva hapisaneden kaçıyor. Yine beraberiz. Britanya'ya karşı grevler,
nümayişler, içtimai ar...
Sıcak bir öğle zamanı aklıma geliyor. Uzun bir yol yürüyoruz.
Terimi silmek için Somadeva'dan mendilini istiyorum. Dalgın, mendilini veriyor.
Mendilde kan.
Gece boğazından kan boşanmış. Doktora gidiyoruz. Verem.
Metelik yok. Zaten hastaneye de yatırmak mümkün değil. Kaçak.
Somadeva'yı, ninenin evinde, duvarın dibindeki yer yatağına yatırdığım gün aklıma
geliyor.
Düşünüyorum.
Kötü, berbat şeyler aklıma geliyor.
Sonra, mendillerine kan tüküren veremli genç kız romanları okuya okuya,
bütün bu anlattıklarımı bayağı bulacak olan bazı okuyucular aklıma geliyor.
Gülüyorum. Somadeva
soruyor:
— Niye güldün?
— Hiç.. Hem artık ben gideceğim.
Somadeva soruyor:
— Haftaya geleceksin değil mi?
— Tabii.
Odadan çıkarken Somadeva'nın sesini işitiyorum:
— Böyle duvar dibinde sırtüstü gebermek berbat şey be. Hiç olmazsa orada
ölsem. Sen, söyle arkadaşlara...
Gözlerim yaş içinde.
Arkadaşlara söyle. Unutma, Benerci. Orada. Anlıyor musun?»