Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

“Rica” adlı öyküden...
(…)O, oturduğu koltuktan kalkmak üzereyken, Faruk bey masaya geri dönüp çekmeceyi kilitlemiş, anahtarı cebine koymuş, “Ne oturuyorsun hanım, olmaz dedim. İşim gücüm var, seninle mi uğraşacağım,” demişti. Bağırarak, “Çattık yaaa!” demişti. Pek çok insan gibi, o da istenmediği yerde bir saniye bile kalmayacak kadar gururluydu. Ama öyle doğrudan söylenmişti ki gitmesi, düpedüz kovulmuş olmak öyle ağırına gitmiş, onuru öyle kırılmıştı ki, çıkıp gitmektense ölmeyi yeğlemişti. Kayıt yaptıramayacaktı, umurunda değildi artık. Kalmakta ısrar etmek için bir neden yoktu ama gitmemekte diretmek için kovulmak bir neden olmuştu. Saçlarının içinde kımıl kımıl bir böcek dolaşmıştı sanki. Saç dipleri önce karıncalanmış sonra diken diken olmuştu. Sırtından ensesine, oradan tepesine doğru bir uyuşma hissetmişti. Birine seslenmişti Faruk bey, “Veysel!” diye bağırmıştı. Odadan çıkıp koridorda bir kez daha yinelemişti Veysel adını. Koridorda Faruk beyin bir alçalıp bir yükselen buyurgan sesini, hızlı hızlı bir şeyler homurdanışını duymuştu. Veysel, Faruk beyin peşi sıra odaya girmiş, elindeki boş çay bardaklarını masanın üstüne bırakmış, gelip onun ellerini koltuğun iki yanındaki kolluklardan almaya çalışmıştı. Az önce kalkıp gitmeye hazırlanırken şimdi bütün gücüyle koltuğa yapışmış, başını önüne eğmiş, “Çıkmayacağım,” demişti sessizce. Faruk bey odadan çıkıp koridora geçmiş, telaşla koridorun her iki ucunda bulunan merdivenlere, dış kapıya bakmış, sonra gelip odanın kapısında durmuştu. Veysel, onun parmaklarını koltuğun koltuklarından ayırmayı başarmış, bileklerinden sıkı sıkı kavrayıp ayağa kaldırmış, odadan dışarı çıkarmak için çekmeye başlamıştı. Tüm bunları yaparken bakışlarını onun gövdesine ve ayaklarına sabitlemiş, başını kaldırıp bir kere bile yüzüne bakmamıştı. Veysel’in kendisine dokunmasına, tutmasına engel olmaya çalışmamış, çırpınmamış, sağa sola kaçmamış, tek yaptığı olduğu yerden kıpırdamamak için var gücüyle, çivilenmişçesine, yere sımsıkı basmak olmuştu. Veysel, bileklerinden çekmeye başlayınca yere yüzükoyun kapaklanmamak için dizlerini kırıp geriye kaykılmış, bedenini bir yay gibi germişti. Topuklarını yere direyerek yerden güç almaya çalışmış, ayağının altındaki küçük kilim toplanmış, kilimin üstündeki sehpa da peşi sıra sürüklenmişti. Ayağının tekiyle kilime basıp kilimin kaymasına engel olan Veysel’in yüzünde ne kızgınlık, ne öfke, ne gülümseme, ne alay vardı. Ağzını açıp tek bir kelime bile etmeden, sanki yaşamının biricik amacı onu o odadan dışarı çıkarmakmış gibi azimle, gayretle, kararlılıkla ve şaşkınlık verecek bir doğallıkla, bir dolabı sürükler gibi, aşağıya, ayak kısmına bakarak sürüklemişti. Bir an arkasına bakıp odanın kapısından ne kadar uzakta olduklarını kontrol etmiş, izleyeceği yolu tayinlemiş, sonra dönüp ayaklarını seyrederek onu çekmeye devam etmişti. Mesafe çok uzun değildi. Kayıt odasıyla çıkış kapısı arası on metre var yoktu. O, bu mesafeyi yürümemişti ama kapıya doğru ilerlemişti. Faruk bey, odanın kapısından çekilip yolu açmış, çıkış kapısına doğru yürümüştü. Yürürken ses çıkarmayan lastik topuklu pabuçları patenin buzda kaydığı gibi kaymıştı laminant parkede. Odanın kapısına gelince yerdeki küçük yükseltiye takılmıştı ayakları. Onu tutup kaldırsın mı, bileklerinden çekmeye devam mı etsin, karar verememiş, Veysel’in elleri bir ara gevşemişti. Bunu fırsat bilip bileklerini Veysel’in ellerinden kurtarmış bu defa bütün gücüyle kapı pervazlarına tutunmuştu. “Gitmeyeceğim,” demişti sessizce mırıldanarak. “Gitmeyeceğim!” Bütün bedeni, ama en çok da yüzü alev alev yanmıştı. Öyle sıkı tutunmuştu ki, parmaklarının kanı çekilmiş, kapı pervazlarını tutan parmaklarını hissetmemişti. Daha önce de ayak dirediği durumlar, anlar olmuştu ama hiçbir zaman, bu kadar direngen, bu kadar kararlı, böylesine gözü kara olmamış, bu güçlü karşı koyuşa kendi bile şaşırmıştı. Veysel, kenetlenmiş parmakları yerinden oynatamayınca kısa bir an duralamış, onu belinden tutup atlatmıştı eşikten. Elleri terlemiş olmalıydı ki kayıvermişti parmakları kapının pervazlarından. Veysel, onu bileklerinden yakalamış, çekmeye devam etmişti. Koridorun yer yer engebeli mozaik döşemesinde yol alırken biraz yavaşlamışlardı. O, başını yere eğmiş, gözlerini ayağının altında kayıp giden taş döşemeye dikmişti. Veysel yürümüş, o, boynu iki omzunun arasına gömülü, kayarak Veysel’in peşi sıra ilerlemişti. İçinde kitap figürü olan camekânın, okulda görevli öğretmenlere ait vesikalık fotoğrafların yan yana dizili olduğu büyük çerçevenin önünden geçmişlerdi. Büstün yanında durmuş, onun çıkarılışını seyretmişti Faruk bey. Camlı büyük kapıya yaklaşınca avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı. “Çıkmayacağım!” demişti, “Çıkmayacağım, çıkmayacağım!..” Boş koridor duvarlarında yankılanan bu tok sesten güç almış, o sesi tüm dünyaya duyurmak istercesine haykırmış, kan ter içinde kalmıştı. Veysel onu büyük cam kapıdaki eşikten atlatmaya çalışırken Faruk bey bağıra çağıra odasına yürümüştü. Dış kapının eşiğinden de atlattıktan sonra onunla birlikte basamakları inmek zorunda kalan, o ana kadar hiç konuşmayan Veysel, son basamakta, “Bırak gitsene bacım, deli misin, divane misin! Benimle geri içeri mi gelecen, gine çıkarır atarım,” demişti. Veysel her şeye şahit olmuştu ama yine de Faruk beyin ağzından olayı bir kez daha dinliyordu işte. Onların cam kapının gerisinde kendisini seyrettiklerini görünce hâlâ orada oturuyor olmanın tuhaf olmaktan da öte komik, anlamsız, saçma, hatta utanç verici olduğunu düşündü. Faruk beyin kendisini kovduğuna, Veysel adında birinin onu ellerinden tutup kaydırdığına, çıkmamak için kapı pervazlarına tutunup direndiğine, boğazı yırtılıncaya kadar bağırdığına inanamıyordu. Oraya hiç gitmemiş, orada hiç bulunmamış olmayı öyle istedi ki sanki acele edip bir an önce uzaklaşırsa oraya hiç uğramamış olacaktı. Ağzının içine dağılan yapış yapış tuzlu sıvıyı diliyle dudaklarına yedirdi. Gözüne biriken yaş, burnundaki, boğazındaki kuruluğu almıştı. Başparmağını büküp oluşan çıkıntıyla gözünü, burnunu sildi. Çanta askısı omzundaydı ama çantasını o taşımıyordu, yerde duruyordu çanta. Askıyı omzuna iyice yerleştirip tek eliyle yerden güç alarak doğruldu. Üstündeki tozu toprağı çırpmadı. Üzerinde toz yokmuş gibi, orada hiç oturmamış gibi; kolunda krem rengi çantası, ayağında krem rengi, yürürken ses çıkarmayan lastik topuklu pabuçları, seri ama zarif adımlarla basamakları yenice inmiş gibi, yürümeye başladı. Binanın büyük cam kapısınaysa hiç bakmadı. Sızlamaya başlayan bileklerini ovarak, etrafı beton duvarlarla çevrili demir kapıdan çıkıp gitti.
·
29 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.