Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

80 syf.
·
Puan vermedi
·
1 saatte okudu
Emrah Serbes’in sözleriyle başlamak istiyorum. “İnsan kendi felaketini seçemez. Kendi felaketine aktif katılım içinde olabilir ama yine de onu seçemez. Yıkılmak için dizilen domino taşları gibiyiz. Biri gelir sana çarpar, seni yıkar ama onu da başka biri yıkmıştır. Biraz tepeden, soğukkanlı bir zaviyeden bakınca göze hoş gelen bir görüntü aslında. Kendi felaketinden bile zevk alabilirsin böylece. O felakette seni diğer insanlara bağlayan şeyi görürsün çünkü. Bu durumda herkes suçlu olduğuna göre hiç kimsenin suçlu olamayacağını anlarsın. Herkes birbirini yıkar. İnsana kim vurduya gitmek yakışır.” Çoğunlukla en çok yıkılan kadın olur.Zweig’ın Freud’a olan yakınlığını da göz önünde bulundurursak mektubun sahibinin babasız büyümesi ve tatmadığı şefkat duygularını saplantılı bi şekilde bi erkeğe körü körüne yakıştırmasını anlamlandırabiliriz ki öyle bakmasak ta; hali hazır da varlığı ve yokluğu bir olan bir anne ile belki de yalnızlığını örtüyordu hayallerinde ilahlaştırdığı erkekle. 23 Şubat 1942 sabahı, Rua Gonçalves Dias 34, Petropolis adresindeki yatak odasının kapısı öğlene kadar açılmamış, bu durumdan şüphelenen hizmetçilerin polise haber vermesiyle açılan odada, elini onun göğsüne koymuş olan sevgilisi Lotte ile birlikte yerde sırt üstü uzanmış ve hayata birlikte veda ettikleri anlaşılan 61 yaşında bir yazar ile karşılaşmışlardır. Kapıyı açanlara bir veda resitali sunan çiftin, otopsi sonucunda “veronal” isimli ilaçtan yeteri kadar alarak, kendi iradeleriyle bu hayattan feragat ettikleri anlaşılmıştır. Aslında, ünlü yazar Stefan Zweig ve sevgilisi Lotte’nin bu intiharı ilk defa düşünmedikleri, hatta bir süredir buna hazırlandıkları, tertipli bir masa ve masa üzerinde bıraktıkları pulları bile özenle yapıştırılmış olan veda mektuplarından anlaşılır. Mektupta özellikle “Benim lisanımın konuşulduğu dünya bana göre mahvolduktan ve manevi yurdum Avrupa’nın kendi kendini yok etmesinden sonra, hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu” cümleleri dikkat çeker. Zweig gibi büyük bir yazar ve aydının, kendini ait hissettiği, anılarının yegane topraklarının geri dönülmez şekilde parçalanması karşısında yaşadığı hayal kırıklığı ve çaresizlik, onu bu hayattan vazgeçme noktasına getirmiştir. Ve ne tesadüftür ki, Zweig’in bu çaresizliğinin mimarlarından biri olan, belki de en çok katkısı olan Adolf Hitler de, yazarın intiharından 3 yıl sonra, benzer bir sonla, eşiyle birlikte ilaç içerek hayatını sonlandırmak zorunda kalmıştır. Her yazar yapıtına az da olsa kendini katar,yazar belki de çok sonra yüzleşeceği yazgısını,kimliği olmayan bu bilinmeyen kadınla görüyordu çok önceden... Okurken acısını iliklerimi kadar hissettiğim bu Bilinmeyen kadına öyle öfkeli bitirdim ki kitabı,öfkem yarı yazgısına,yarı öğrenilmiş çaresizliğine ve sonunu kana kana bekleyen ölüme kendini terkederken bile asla suçlamadığı katilineydi belki de. Bi kez daha hayatta kimseden bir beklenti içinde olmadan,kendi kendine yetebilmeyi öğrenmenin mutlakiyetini hissettim.Hayatı aynı çatı altında paylaşıyor olsan bile asla hiçkimsenin seni senden daha çok seviyor görünmesinin seni mutlu etmeye yetmeyeceğini,ancak kendini bencilliğe varmayan bir sevgiyle kucakladığında elde edebileceğin bi özgürlüğe merhaba dedim tekrar tekrar, yaprakları az üzerimde bıraktığı ağırlığı fazla kitaba veda ederken...
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Bilinmeyen Bir Kadının MektubuStefan Zweig · Parodi Yayınları · 2017225,1bin okunma
·
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.