Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi...
ZENDPRESS – İslâm ordularının Kürdistan bölgesine girişinin ilk yıllarında yaklaşık 130 bin kişi öldürüldü… Bu “tebliğ”e uyar mı?.. Yine bu irtibat içinde, Kürtlerin sık sık ilk dinleri olan Zerdüştlük’e irca etmelerini nasıl yorumlamak gerek?.. Benzer biçimde, Yezidilik’in durumu nedir? SALİH MİRZABEYOĞLU – “Evet, tebliğe uyar!” veya “hayır, uymaz!” dememin pratik bir faydası yok… Aynı dilden konuşuyor ve aynı şeyden bahsediyor olmamız için, önce İslâmî ölçüleri ve sonra muhatab anlayış olarak ona nisbetle ölçülendirme ölçülerini vereyim; bu vesileyle mesele de konuşulmuş olsun… Önce “kavmin hakikati nedir?”, bunun üzerinde duralım: Kur’ân’da, insanların kavimlere ayrılması hikmeti, “birbirlerini iyi tanımaları için” diye buyurulmuştur… Demek ki, insanların kavimlere ayrılması hikmeti, “varlık” ve “oluş” bahsini de kapsayıcı bir şekilde ifâde edersem, “aslın görünebilmesi için gerekli araz” hükmündedir… Hayat bu arazlardan yürür… Araz, “her şey zıddıyla kâimdir” hakikatinden “fark”a kadar sarkan bir mânâdadır; “ümmetimin ihtilâfı rahmettir!” buyuran Allah Resûlü’nün sözü dairesindeki bin bir hikmetten biri hâlinde hem bu ikinci husus görülür, hem de kavim üstü “ümmet” esasına nisbetle “kavim” hakikatinin ne olduğu… Şu ölçü de O’nun: “Kişi, kavmini sevmekle kınanamaz!”… Kavim, fikrin tecelli imkânıdır; buna nisbetle de, İslâm’ın hakikatine yaklaşıldığı kadar kavim hakikati ortaya çıkar… Yâni Kürt, Türk veya Arab, ilkel bir psikoloji içinde kavmiyle kuru kuru böbürlenen değil, İslâm’ın hakikatini yaşatandır… İnsan veya kavim, bu hakikate yaklaştığı kadar azizleşir, uzaklaştıkça da süflileşir… Anlaşılıyor ki değer keyfiyettedir; şu veya bu kavme mensub olmak kimsenin kendi elinde değildir ve insan ancak kendi emeği derecesinde şereflenir… Bizim Müslüman olarak Türk, Kürt veya Arab diye hiç kimseye sadece kavminden dolayı bir dalkavukluk tavrımız yoktur ve Müslüman hangi kavimden olursa olsun, kavim üstü “ümmet” esasına nisbetle kardeşimizdir; Müslüman olmayan da düşmanımız… Baştan beri yaptığım açıklamaların, aslında her fikir için geçerli bir yanı var… Biri de şu: Bir fikir kendini ortaya koyduğu ânda, zıddını da işaretlemiştir ve bu demektir ki, madde veya mânâ da imha hedefini de belirlemiştir… Şimdi en başa dönersek: İslâm ordularının Kürdistan bölgesine girişinin ilk yıllarında 130 bin Kürt öldürülmüş olmasının, böyle bir vakıa var mı yok mu, 130 bin kişi mi 30 bin kişi mi diye üzerinde durulmasının fikrî bakımdan bir mânâsı yok… İslâm ordusu, Arab ile de, İran ile de, Azeri ve Çerkes ile de, Türk ile de savaştı; ve tarihî süreç içinde ordu da, bu kavim unsurlarından oluşuyor zaten… Lâfa lâf cevab isterseniz; aşiretlerin birbiriyle savaşmaları, Barzanî ile Talabanî’nin dalaşmaları, PKK’nın fikir ayrılığı veya “işbirlikçi, hain” vesaire diye öldürmeleri?.. Öte yandan, “halkların kardeşliği” diye kendi halkından olanı öldürenle, Türk milliyetçiliği için Türk komünistini öldüren?.. Bu çerçevede sonsuz misâl verilir… Kısacası; savaşların değerlendirilmesi, “neden” ve “niçin” şeklinde sebebler manzűmesinin kıymetlendirilmesine tâbidir… “Bu tebliğe uyar mı?” meselesine gelince; cevabı ortaya çıktı ama, üzerinde duralım… Bir takım İslâmcı geçinen iptidaî ahmaklarla, İslâm dışı çevreler, bu çerçevedeki ifâdeyi umumiyetle, gűya İslâmî bir şey anlatıyor zannını uyandırmak için kullanırlar; yâni ne dediklerini bilmeden, kartpostal ve aksesuar olarak… Meselâ anlattığım şu kadar şeyden bir şey anlamaz iptidaî bir mezhepsiz veya Şiî, bunu perdelemek için “bizim metodumuz tebliğ!” der, çıkar işin içinden… Oysa, “tebliğ-bildirme”, “tebliğ metodun ne?” şeklinde, metoda mevzu olandır ki, bu durumda “metod” değildir… Tıpkı, “Ali’nin kalemi” dersin de, “kalemin Alisi” denemeyeceği gibi… Öte yandan; tebliğ, her fikrin kendini ortaya koyduğu ândan itibaren başlayan bir hâdisedir, çünkü fikir zaten “bildirilebilme” ve “bilinme” ile doğan bir keyfiyet olarak, onun hem sebebi ve hem de neticesidir… Her fikrin kendini ifâdeye dair bütün hareketleri, “tebliğ”in kapsamı içindedir… Bu çerçevede bakıldığı zaman, “tebliğ”in “metod” ifâde edici yanı görülüyor ki, “bizim metodumuz metod” gibi bir saçmalık… Sorunuza dönersek: Tebliğ, fikrin kıymetine ve bu fikre nisbetle hareketin değerlendirilmesine âit bir iş olduğuna göre, İslâm’da da savaşmanın yeri bulunduğuna nazaran, tebliğe uygundur!.. “Kürtlerin sık sık ilk dinleri olan Zerdüştlük’e irca etmelerini nasıl yorumlamak gerekir?” suâline gelince… “Zerdüştlük’e irca edilmeleri” mi denmek isteniyor, yoksa Kürtlerin kendilerini Zerdüştlük’e irca etmeleri mi?.. Birinci şıkta, tıpkı Batı’da Türkler’in İslâm’la alâkasını pörsütmek üzere Bizans artıklarından Frigya çanaklarına kadar her şeyi “Anadolu Kültürü” hikâyesiyle kaide yapmak gibi, Kürtler’in İslâm’la alâkasını perdelemek üzere şovenist, dinsiz taktik… İkinci şıkta ise; Kürtler’in, -bahse değmez azınlık hariç-, kendilerini Zerdüştlük’e irca etmelerine dair bir müşahede sahibi değilim… Aslında kibar cevap verdim, hakikatin incinmemesi için şöyle demem gerekir: İstisnanın kaide yerine konması gibi, bu çok uydurma bir genelleme olur… Eğer denildiği şekilde bir durum olsaydı, o zaman da cevabım şu olurdu: Bu, Kürt kavminin ahmaklığını gösterir ve ziyafet sofrasından kalkıp solucan atıştırmaya benzer bir hâldir… İşin en başında söylemem gereken de şuydu: Zerdüştlük putperest bir din, Kürt de kavim olduğuna göre, din ve kavim birbirine irca edilebilir unsurlar değildir… Yezidîlik?.. Maymun seyri kıymet derecesinde bir folklorik özellik olarak ele alınabilirse de, derinliğine ve genişliğine bahse değer bir keyfiyet değil!..
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.