Gönderi

Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi...
ZENDPRESS – Derginizin bir sayısında Yavuz Sultan Selim’in mirasını sürdüreceğinizi söylüyorsunuz, bir yandan da Kürt meselesine sahip çıkmaya çalışıyorsunuz?.. Oysa Yavuz, Dersim’li Kürtleri kesip asan birisi değil miydi?.. Yine aynı Osmanlı 1830’lardan başlayarak Kürt prensliklerini (Bedirhan, Bâban vesaire) tasfiye etti? SALİH MİRZABEYOĞLU – Yavuz Sultan Selim’in mirasının sürdürüleceğini haykıran dergi Taraf isimli dergidir… İbda Fikriyatı’nı, kendi hususiyetine ve oluş mizacına göre yürüten bir cephe… Adresi böylece belirtmemin sebebi, fikri benimsediğim, fakat ifâdecisi ben olmadığım bakımındandır; yâni dergiyi ben çıkarmıyorum… Benimsiyorum, çünkü dergide belirtildiği üzere Yavuz Sultan Selim, İslâm birliği davasının sahibi adamdır; bu davanın büyük aksiyoncusu, remz şahsiyetidir… Bu davanın önüne kim çıktıysa, bertaraf etmiş ve etmeye çalışmış bir kahramandır; kendi kardeşinden tutun da, Şiî sapıklarına ve Mısır seferine kadar hep bu gaye ile tepelemiştir… Daha önce de belirttiğim gibi, Osmanlı bir kavim değil, kavimlerin harman olduğu bir “ümmet” devletidir; İslâm’ın hakikatini temsil eden Sünni Kürtler de, bu davada Yavuz Sultan Selim’e özellikle yardım etmişlerdir… Aslında doğrudan doğruya şunu söylemem gerekirdi: Öldürmenin kendi başına “iyi-kötü” değerlendirmesi olamaz… Yeri gelir, Üstad’ımın söylediği gibi, “mikroba merhamet, hastaya merhametsizliğe varır!”… Yavuz’un tepelediği, Şiî Kürtlerdir; şimdi kontrgerillanın Hizbullah diye meşreblerinde örgütlendikleri ve düzen adına PKK’ya karşı çıkan zümre… Söz PKK’dan açılmışken, “sözde Kürt’ün meselesine sahip çıkıyor ama, hep Kürtleri öldürüyor” desek?.. Üstelik Yavuz Sultan Selim ve Ulu Hakan Abdülhamit Han, Kemalist rejim adına kalem yürütenlerin “Kürtlere yüz verdi, Kürtçülük şuuru bunlarla uyandı!” diye buğz ettikleri iki isimdir… Aynen, “Kürtlere yüz verdiler!” derler; “Kürt diye diye, bu Türkleri ayrı kavim zannettirdiler!”… Altını çizdiğim bu husus, “Kürt meselesine sahip çıkmaya çalışıyorsunuz” ifâdenizin çeşitli yanlışlıklarından birini de göstermiş oluyor!.. Sorunuzun son faslına gelince… Yavuz Sultan Selim’den sonra Osmanlı genellemesine atlayarak 1830’lardaki tasfiyelerden bahsetmenizi, hâdiselerin muhasebesi yönünden bir zaaf olarak görürüm: “İyi adamın kelek oğlu” hesabı, oğulun vasfı babanın mümtaz şahsiyet olduğu hakkındaki hükmü bertaraf etmez… Osmanlılar, ümmet olarak -ki Kürtler de buna dahildir- İslâm’ı temsil ettikleri kadar yükselmiş, temsil liyakatini kaybettikleri nisbette de gerilemiş ve çökmüşlerdir… Dikkat ediliyorsa, sözü geçen tasfiyelerin şartları üzerinde değil de, muhakeme usûlünüz üzerindeyim… Başka bir yönden: Meselâ, Anadolu birliğinin sağlanması safhasında, bir sürü Türk beylikleri de tasfiye edilmiştir… PKK’nın, “gayeye o türlü değil de, bu türlü ulaşılır” diye, metod ayrılığından dolayı -hem de Kürtçü olmasına rağmen- tasfiye etmeye çalıştığı Kürt örgütleri?.. Demek oluyor ki, haklılık-haksızlık değerlendirmesi ayrı şeydir, gücün haklı kullanılıp kullanılmaması ayrı şeydir, bayrağın gücü olanda kalmasının tabiîliği ayrı şeydir, herkesin kendi yönünden haklı olup da gücün tayin edici rol oynaması ayrı şeydir!.. Gelelim, verdiğiniz tarih (1830) dönemine: “19. yüzyılın başlarında problem hâline gelenlerden Vidin’de Pazvantoğlu, Rumeli’nde Tirsinikli oğlu İsmail Ağa ve Dramalı Mahmut Paşa, Yanya’da Tepedelenli Ali Paşa, Tırhala’da Tıfılboz, Manisa’da Kara Osmanoğlu, İzmir’de Kâtibzâde, Yozgat’ta Çapanoğlu, Sivas’ta Kadıkıran, Trabzon’da Tuzcuoğlu, Muş’ta Emin Paşa, Ravanduz’da Mehmed Paşa, Cizre’de Bedirhanîler, Süleymaniye’de Babanlar vb. olmak üzere sayısız mütegallibe ve derebeyi sayılabilir. Bu bölünmeyi, dağılmayı durduran, imparatorlukta otoriteyi ve devlet nizâmını hâkim kılmak için amansız bir çabaya girişen Sultan 2. Mahmud olmuştur.” Altını çizdiğim bu husus, ısrarla Osmanlı ile Kürt’ü karşı karşıya gösterme çabasının sakatlığını gösterir; dikkat edilirse, -haklılık, haksızlık davası bir yana-, devlet ve devlet içi çeşitli bölgelere âit meseleler karşılaşması var… Aynı eserden: - “Çıkarları ve şahsî nüfuzları kırılan mahalli Bey ve ağalar, bu kez İbrahim Paşa ile devlete karşı anlaşmaya giriştiler, ne var ki, yıllardan beri yerli beylerin, ağaların, şeyhlerin nüfuz ve otorite kavgasında oyuncak olan, fakat gerçek selâmetin devletin yüce hâkimiyetinde olduğunu sezen halk, bu yaklaşmalara seyirci kaldı. Halktan gerçek desteğini bulamayan mütegallibenin bu teşebbüsleri de bir sonuç vermedi. 1848 ve 1850 yıllarında yapılan harekât sonunda Cizre’den Bedirhanî, Süleymaniye’den Baban ve Hakkari’den de Nuri Bey’in despotluklarına son verilerek Osmanlı devlet nüfuzu İran hududuna kadar yayılmış oldu.” İsmet Parmaksızoğlu’nun resmi görüş doğrultusunda yazılmış “Tarih boyunca Kürt Türkleri ve Türkmenler” isimli kitabından altını çizdiğim husus, Bedirhaniler ve Babanların 1830 değil de 1848-1850 yıllarında tasfiye edildiklerini gösteriyor ki, bildiğiniz gibi 1839 Tanzimat Fermanı, hâlen solun ilericilik adına şakşakladığı bir hâdisedir… M. Salih San tarafından yazılan “Doğu Anadolu ve Muş’un İzâhlı Kronolojik Tarihi” isimli kitabtan: - “1839 yılında Büyük Mustafa Reşit Paşa, Gülhane Hattı Hümayunu ile Tanzimat devrini açtı. Tanzimat idaresi kurallarına göre, beyliklerin kaldırılması lâzımdı. Bu arada Muş’taki bağımsız Beylerbeyi Alâaddin Paşa’nın evlâtlarının da saltanatına son verilecekti.” Aynı eserde, Alâaddin Paşaların tasfiyesinin civar aşiretler tarafından memnuniyetle karşılandığı da belirtiliyor… Henüz gerçek anlamda Kürtlerin tarihi yazılmamış olduğu için, bazı olayların ve gerçeklerin saptırılması, Kemalist görüş çerçevesinde bir takım -Osmanlılar için de olduğu gibi- uydurma yorumlar bir yana, Alâaddin Paşalardan bahsetmemin sebebi, Mirzabey’ler ile akraba, bir şecere kopyasına nazaran da aynı kökten olmaları… Bu husus size iki bakımdan çok şey söylemeli… Birincisi; İslâm davasının kavgacısı olmam bir yana, sizin ölçünüzle de “meseleye sahib çıkmaya çalışıyorsunuz” sözünün muhatabı değilim… İkincisi; hak ve hakikat kaygısını her türlü şoven duygudan üstün tutmam ki, değerlendirmelerime ayrıca kıymet katsa gerek… Bu hususlar göz önünde tutulursa, Kürt aşiretlerin birbirlerini tasfiye hareketleri yanında, sözünü ettiğiniz tasfiyelerin bir Osmanlı karşıtlığı olarak kullanmada sözünün bile edilemeyeceği gerçeğini belirtmemin, tartışma götürmeyeceği açıktır!..
·
44 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.