İncelemeden ziyâde sadece bir yorum.Emeği, kağıtları, geçirilen vakti düşündüğüm zaman ortalama verilecek bir puan hesaplayamadım.
Ne zaman ismini veyahut kapağını beğendiğin kitapları almaktan vazgeçeceksin Vildan... (Bir iç çekiş...)
Evvelâ şu zamana kadar genelde beğendiğim kitapları ele alırken bu sefer beni rahatsız eden birkaç noktaya değinmek istiyorum. Çay edebiyatını yapmak kadar rahatsız eden bir durum çiçek edebiyatını yapmak oldu zannımca. Kitaptaki güzel cümlelerin varlığı, rahatsız edici satırlara mukâyese edilince güzel cümleler mahiyetini yitirip, elimde sadece okumaktan hoşnut olmadığım cümleler kaldı. -Bana hitap etmediğini düşündüğüm bir yazar oldu.- Zarif cümlelere, Bedii hitaplara, üslûba verdiğimiz önem aşikâr olmalı. Ama kitaptaki cümleler samimi olalım, yazalım derken tabiri caiz ise bayağılaştırılmış gibi geldi. Mesela her denemenin başında “Dağlım, Sarı çiçeğim, Duadan geldim sana yazmak istedim, özlediğim, türkülerle sevdiğim, yorgun çiçeğim, halay oynadığım,” gibi gibi hitaplar, kitabı okurken dikkatimi dağıtan satırların başlangıcı oldu. Yazarımız “Dağlım, sana, dostlarıma ve kendime yazıyorum.” diyor aslında. Sevgisi harflere, harfler cümlelere dönüşürken mektupları muhatabı ile arasında kalmalı diye düşünmedim de değil. İlk defa duyduğum “süt dişi” edebiyatı ise beni hayrete düşüren satırlar olmuştu.
“Dağlım, süt dişim.
Geçenlerde bir kardeşim ile konuşurken şöyle bir şey söyledi, yaşananları tavsir etmek için: Sanki bir kez yaşanırmış, sanki bir kez gerçekleşirmiş, sanki süt dişi gibi... Sanki süt dişi gibi. İnceliğe, nezakete, güzelliğe, bakar mısın ? Duam; süt dişin hiç düşmesin!” s. 36 Birkaç cümlesini iliştirip, kitabın muhtevası hakkında fikir sahibi olmak isteyen arkadaşlarımızın kararı kendisine bırakarak müsaadenizi istiyorum. “Geçenlerde bir kitapta şu satırları okuduğumda seni düşünmüştüm. Dışarıda epeyce bir yağmur vardır ve kız delikanlıdan şemsiyesini ister. Delikanlının verdiği cevap şudur: İstersen sana bu saati elli öpücükten kiralarım. Kız itiraz eder ve şöyle der: Elli öpücük mü ? Sen beni çok zenginsin sanıyorsun galiba.” s.205 Zengin olduğunu biliyorum, diye ekliyor yazarımız.
“Ben sana yanarken, sen kime üşüyordun?”
“Sen ki ekmek içi kadar yumuşak ve merhametlisin...” s.112
“Ah, seni sevdiğimi biliyorsun değil mi ? diye sorduğumda biliyorum. Demeni de özledim ben senin.” s.118
“Yalnız başına yemek yiyemezdin, bilirdim, beklerdin. Sevmek beklemek, sevmek beraber yemek, sevmek aynı masayı paylaşmak olurdu. Gök mavisi ve pembe ortanca çiçekleri koyardın yemek masasına, bir de ellerini. Ellerinde gündüzden kalma bir yorgunluk, ellerinde yemeğin tadı, ellerinde evimiz olurdu.” s.145
“Sana doğru yüzüyorum dağlım. Boğulacaksam da en azından sahile, sana doğru yüzerken boğulayım.” s. 156
“Erkekler baharat gibi, tatlarını alabilmek icin onları ezmek gerek, diyor yazar. Üzülüyorum. Üzülüyorum çünkü doğru söylüyor, doğru söylüyor çünkü kadınlar da güçlü erkeklere teslim oluyorlar. Ben ki hiç güçlü olamadım, olmak da istemedim... Ben kimseyi ezmek istemiyorum, kimse de beni ezmesin, varsın tatsız olayım, varsın yalnız kalayım.” s.163