Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

355 syf.
·
Puan vermedi
·
12 günde okudu
BÜLBÜLÜ ÖLDÜR AMA HAKKINI YEME
Intro:open.spotify.com/track/05JqOBN6X... Sel yayınevinin 28. baskısı, Ülker İnce çevirisi sayesinde Harper Lee'nin "Bülbülü Öldürmek" eserini okudum. Okuma sürem kitabın uzunluğu için biraz fazla kaçmış olabilir, fakat bunun hem kitap ile ilgisi var hem de benim kişisel olarak mental anlamda kitap okuma isteğiminin dengesiz olmasından dolayı. Kitap ile ilgili kısımdan ileride bahsedeceğim, kitabın kendisi hakkında olumlu ve olumsuz eleştirilerim var tabii ki, ancak kısa cümleler ile ilk önce kitabı ve yazarı tanıyalım: Yazar Harper Lee, 1926 doğumlu Amerikalı bir vatandaş. Yazar diye hitap etmek biraz haksızlık olabilir çünkü Harper Lee'nin yazdığı tek kitap Bülbülü Öldürmek. Bu kitabın asıl özelliği otobiyografik bir öyküye dayanıyor olması. Harper Lee, 1956 yılında yazmaya başladığı otobiyografik hikayelerini zaman ilerleyince adını dünya klasiklerinin içine yazdıracak bir romana evriltiyor; Bülbülü Öldürmek... Bülbülü Öldürmek romanı ise, Amerika'nın güneyinde, Maycomb bölgesinde geçen bir roman. Romanda avukat Atticus Finch, küçük kızı Jean Louise Finch ve erkek oğlan Jem Finch; yan karakterler olarak Dill ve Bayan Maudie başta olmak üzere Maycomb şerifi Bay Tate, Ewell ailesinin reisi Bob Ewell, Öcü Radley, Calpurnia ve kitabın kilit ismi Tom Robinson öne çıkan yan karakterler. Kitap genel hatlarıyla Amerikanın ve tüm dünyanın en büyük sorunlarından biri olan ırkçılığa, eşitsizlik ve sınıf ayrımcılığı temalarına Harper Lee'nin çok sade anlatımı ile değiniyor. Kitabın bazı problemleri var, olumlu yanları olduğu gibi. Şimdi bunlara değinmeye çalışalım: Öncelikle kitap 360 sayfa. 1k kitap platformu olarak bu tarz orta ayar uzunluktaki kitapları okumaya alışığız. Kitapların nasıl kurgulandığını da genel hatlarıyla ezberledik; monoton bir giriş bölümü, ilerleme kateden bir gelişme bölümü ve vurucu sonuç bölümü. Bülbülü öldürmekte aynen bu kafada yazılmış başarısız bir kitap. Başarısızlıktan kastım, daha iyi olabileceği yönünde bir eleştiridir. Monoton giriş bölümü elli sayfa değil, yüz sayfa değil, yüz elli sayfa değil... Yok mu daha arttıran? Evet, neredeyse kitabın 3/4'lük kısmında Jean Louise (Scout) ve Jem'in büyüme ve gelişme hikayesini okuyoruz. Sınıf ayrımı ve eşitsizlik bu bölümde öne çıkan konular. Okuldaki öğretmenden tutun egolu ama muhafazakar avukat Atticus'tan Bayan Maudie'ye kadar herkesin ağzından sınıf ayrımcılığı ve eşitsizlik hakkında dokunaklı cümleler duyuyoruz. Giriş bölümünde bundan ziyade genel hatlarıyla Maycomb ve Amerika'nın güney hattını oluşturan aile yapılarını, Maycomb'un geçmişini Harper Lee olabildiğince sakin ve sade bir dille anlatıyor. Kitabın sade dili bir yerden sonra özellikle ilk yüz elli sayfada beni çok baydı, bunu itiraf etmem gerek. Aynı şeyi tekrarlayan papağan gibi kitap aynı şeylerden bahsetmeye devam ediyor. Atticus aynı cümleleri, Scout ise aynı cümlelerden aynı anlamları çıkarıyor, kitap monotonluğunu gittikçe katlıyordu. Derken; gelişme bölümünün ilk adımlarını gördük. Kitabın asıl değinmek istediği yere: "Bana kalırsa tek bir tür insan var. İnsanların hepsi insan." Irkçılık, günümüzde hala çok agresif bir şekilde yer etmekte. Renk, dil, din, cinsel kimlik, ülke, bayrak, savaş... Irkçılık, tohumları bir yere dağıldığı zaman istediğiniz her konuda çok güçlü bir şekilde propaganda yapabileceğiniz, insanları galeyana getirip gazlayabileceğiniz, faşistliğin kan damarlarından birisi. Hayatımızda hepimizin bilinçlenmesi gereken dehşet verici, korkutucu tarihi olaylara sebebiyet vermiş, atom bombasından tutun nükleer silaha kadar her şeyden daha tehlikeli, anlamsız ve bir o kadar geri kafalıca bir mekanizma, bir makine, ölüm makinesi. Kitabın asıl övüldüğü kısım, sınıf ve eşitlik kavramlarını ele alırken bunu iki tane çocuğun gözünden ele alıp "zenci" temasını merkezine yerleştirmesi. Çocukların bile başlangıçta önyargılı olduğunu bildiğimiz bir hikayede gelişimlerini en çok korktukları Öcü Radley ve tecavüzle suçlanan zenci birisinin merkeze alınarak yapılması, özellikle 60'lardan 2000'li yıllara kadar tüm körüğü ile devam edecek olan ırkçılık temasını 1960 yılında bir roman haline getirmek cesurca. Kitabın Tom Robinson bölümü hakkında olumsuz eleştirilerim var. Tom Robinson demiyelim de, mahkeme bölümü diyelim. Kitabın en can alıcı, en heyecanlı ve hepimizin gözlerimizde umut ışıklarıyla okuduğumuz, geçmişe ve geleceğe yönelik 1960 yılında yazıldığını düşünürsek olabildiğince sade ama olabildiğince de korkmadan, çevirmeden, adalet sistemininin, din sisteminin sadece iki renk üzerinde nasıl şekillendiğine yüreklerimiz katlanamaz. Hepsi vardı bu mahkeme bölümünde, can alıcı gerçekler, arkadaşlık duygusu, köreltilmiş cinsel dürtüler, şiddet, azınsız suçlama, önyargı, ırkçılık, eşitsizlik, adalet... Kesinlikle kitabın en iyi ve asıl amacına ulaştığı bölümdü Atticus'un elinden geldiğince bir insanın hayatı için verdiği savaş. Ama benim olumsuz eleştirim, yazarın zaten ilk bölümde tanıttığı kişilerin mahkeme bölümünde tekrardan aynı şeyleri anlatmasından dolayı vurucu sahnenin etkisini monotonlaştırması. Filmini izlemedim ama filminde de böyle olduğunu düşünsenize; bir film izliyorsunuz, filmin ilk saatinde bir karakteri size anlatıyorlar, karakter ile farklı bir karakter düelloya çıkıyorlar ve bu sefer ikinci karakterin gözünden birinci karakteri tekrardan izliyorsunuz. Bakın, "izliyorsunuz" demiyorum, "tekrardan izliyorsunuz" diyorum. Aynı şeyi 1 saat sonra tekrar izlemek size ne katar: Zaman kaybı, monotonluk, bıkkınlık. Ewell'leri tekrardan okumak bana bir çığlık atma isteği doğurdu, çünkü zaten okuldaki bir ewell sayesinde aileyi tanımıştık, ama mahkemede tekrardan aynı şeyleri okumak... Kitabın en kritik yerine zarar veriyor. Tamamen yok ediyor mu? Hayır. Yapamaz da, kitabın konusu ve değindiği fikirler hala çok çarpıcı bir şekilde dünyanın bir problemi olduğu için yapamaz. Bu kadar yaşlanmış, gerçek anlamda anlatı konusunda güncelliğini yitirmesine rağmen günümüzde yaşamaya devam eden bir kitap bu kitap. Günlükvari ilk iki yüz sayfası Harper Lee'nin otobiyografik öykülerinden romana çevirdiği bilgisini doğruluyor, romana dönüş kısmında da ne kadar asıl değinmek istediği yere sonunda gelebilse de hem gelişme hem sonuç bölgesinde giriş bölümündeki monotonluğu üzerinizden atmanız imkansız. Çünkü anlatı, konu derinliği artsa dahi aynı şekilde, aynı tasvirler ile devam ediyor. Bu da kitabın monotonluğunu iki kat daha fazla arttırıyor, katlanamayacak seviyelere çıkıyor ve sıkıcı bir hale bürünüyor. Kitaba yapabileceğim en büyük olumsuz eleştirim bu. Kitabın olumlu yanlarına da olabildiğince değinmeye çalıştım bu yazıda. Biraz agresif görünebilir ama aslında değil. Zaten bu kitap hakkında on kişinin dokuzu size kitabın değindiği muhteşem fikirleri anlatarak kitabın büyüsünden ve etkisinden çıkamayacağını, günümüzde bile okunması gereken bir klasik olduğunu söylecektir. Evet, ben de bu fikre katılıyorum, bence de okunması gerek ama beklentileri düşürerek okumanızda fayda var diyerek, inceleme değilde karalama yaptığım bu yazıyı da sonlandırıyorum. Okuyan ve geri dönüş yapan 1K platformundaki tüm kitapseverlere başta olmak üzere, Sel yayınlarına ve başarılı çevirisi ile bu dünya klasiği Bülbülü Öldürmek kitabını Türk okuyuculara kazandırdığı için Ülker İnce'ye teşekkür ediyorum Film Önerisi: 12 Kızgın Adam, Şikago Yedilisinin Yargılanması Outro:open.spotify.com/track/60PZUWKsJ...
Bülbülü Öldürmek
Bülbülü ÖldürmekHarper Lee · Sel Yayınları · 201472,5bin okunma
·
39 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.