Gönderi

ONAYLANMA/DOĞRULANMA İSTEĞİMİZ ÜZERİNE İnsanlar, hayatlarını bir sosyal ortam içerisinde geçirir, bu ortamda ise başkaları tarafından kabul görmek, onaylanmak isterler. Her ne kadar bundan kaçınmaya çalışsa da her insan “onay” aldığında daha özgüvenli ve cesur hisseder. Bir noktaya kadar bunun olmasında herhangi bir sorun yoktur elbette, örneğin, ebeveynin çocuğunun güzel davranışlarını onaylayarak bu davranışı pekiştirmesini sağlaması çocuğun sağlam bir kişiliğinin oluşması açısından son derece önemlidir. Fakat belirli bir noktadan sonra, birey davranışlarının çoğunda etrafından onay beklemeye devam ederse, hayatı bunun üzerine şekillenir, birilerinin kendisini doğrulamasına muhtaç bir şekilde yaşar. Özgün düşüncelere sahip olamadığı gibi, çevreye uyum sağlamak adına başkalarını da rahatlıkla eleştiremez. Bu kritik noktayı bilmek önemlidir. Kişi kendini sorgulamalı ve başkaları tarafından onaylanmanın kendisini ne derece yönlendirdiğini incelemelidir. Onaylanmadığı için doğru kabul ettiği bir inancından vaz mı geçiyor? Sevdiği kıyafeti bir kenara mı atıyor? Veya etik anlamda yanlışlığı bilinen bir davranışa sırf dışlanmamak adına devam mı ediyor (arkadaş ortamında sigara içmek gibi)? Bu olumlamaya bağımlılık, kişiyi aksi durumda depresyon, anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıklara sürükleyebilir. Acaba ne derler? Yanlış mı düşünüyorum? Fikirlerim kabul görmeyecek mi? İnstagram’da paylaştığım fotoğrafım neden az beğeni aldı? Arkadaşım neden bana öyle dedi? Vs. gibi endişelerin doğması elbette kişinin ruhsal pozisyonunu etkileyecektir. Bu gibi durumlara mahal vermemek adına, toplumun onayına o kadar da ihtıyacımız olmadığının farkına varmalıyız. Burada söz edilen, bireyin yanlış davranışının toplum tarafından onaylanmaması ve bireyin bunu yapmaya devam etmesindeki “inat” değildir. Yapılmaya çalışılan ayrım, inat ve sebat arasındaki ayrımdır. Örneğin, hırsızlık kabul edilemeyecek bir davranıştır, bu durumda bireyin inada düşüp bu davranışını sürdürmesinin herhangi bir haklı sebebi yoktur. Fakat, bildiğimiz doğruları toplum onaylamıyor diye bunlardan vazgeçmek ve akıntıya kapılmak da bir “sebat” örneği değildir. Tarihten örnek verecek olursak, Galileo, dünyanın döndüğü gerçeğini savunuduğu için idamla yargılandı, halk her ne kadar onun düşüncelerini onaylamasa da onun doğruyu söylemek dışında yaptığı başka bir şey yoktu. İslam peygamberi Hz. Muhammed’de de aynı örneği görüyoruz. Hiç dinleyeni olmasa dahi hakikati söylemekten, dile getirmekten vazgeçmedi. Sebat etti. Bu durumda iş bizlere düşüyor. Söylediğimiz, yaptığımız, düşündüğümüz şeylerin “hakikat” olduğundan emin miyiz? Bunları başkalarının fikirlerinden mi devşirdik, yoksa düşüncelerimiz üzerine düşündük mü? Onaylanmaya muhtaç bir fikir dünyası mı inşa ettik?
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.