Gönderi

230 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 6 hours
İSYANKAR DAHİ
______ Seviyorum yurdumu tuhaf bir aşkla, Bir türlü yenemiyorum bu duygumu, Ne bir şan, satın alınmış kanla, Ne gururlu bir inancın huzuru, Ne de karanlık eski zaman söylenceleri Gönül çekici düşlerle coşturur yüreğimi. Anayurt, 1841 _____ Rus edebiyatının genç şairi Lermontov'un tek romanı "Zamanımızın Bir Kahramanı"nın baş karakteri Peçorin'dir. Peçorin, ilk bakışta bencil, umursamaz ve kadın düşkünü olarak görünür. Hayatına girdiği kadınları ve diğer insanları üzdüğü için acımasız olarak da görünebilir. Ancak onun neden böyle biri olduğunu veya gerçekten böyle biri mi olduğunu anlamaya çalışalım. "Biz, anladığımız hemen her şeyi bağışlarız," denir romanda, belki biz okurlar da onu bağışlayabiliriz. Peçorin empati yoksunu biri değildir. Çünkü mutsuz ettiği insanlardan daha az mutsuz olmamaktadır. Kadın ruhunu çok iyi anlamış ve çözmüştür; bundan dolayı onları sevebiliyor, çünkü onların hem iyi hem de kötü yanlarını kabul ediyordur. Son derece kültürlü, okumuş birikimli bir insandır ancak bu süreçte ün denilen şeyin bunlar olmadan da kazanılan vasat bir şey olduğunu anlamış, bunun için tüm bunlara ilgisini kaybetmiştir, Fransızların meşhur yazarı Stendhal gibi. Kendini kadınlara verir. Kısa süre sonra, şehirli sosyete kadınları onu boğmaya başlar ve bunlara ilgisini de kaybeder. Romanın başında Çerkes kızı Bella'da, sosyete kadınlarından farklı izlenimler edindiği için ona aşık olup, onu kaçırır. Lakin kısa sürede onunla hayata çok başka baktıklarını, bundan dolayı aralarında uçurum olduğunu fark edip, ona da ilgisini kaybeder. Peçorin'in Bella'yla olan bu ilişkisi, Lermontov'un on yıl sonunda yazdığı İblis Poeması'ndaki İblis ile bir Gürcü kızı arasındaki aşka benzerlik gösterir. İblis, cennetten kovulmuştur ölümsüzlük, özgürlük va karşı koyma uğruna ancak bunlar onun elinde olmayan unsurlardır da, çünkü Tanrının planı bu yöndedir. Bu yetmez gibi dünyadaki kötülüklerin de sorumluluğu onun sırtına yüklenir. Bu yükten kurtuluşu İblis, gördüğü güzel Gürcü kızında bulup, uzun uğraşlar sonucunda onu ayartarak ulaşır. Lakin İblis, kısa süre sonra kendi doğasından ve kaderinden kaçamayarak onu öldürür. Kız ölürken gözlerinde, Tanrıya isyan vardır. Poemadaki İblis, romandaki Peçorin olarak karşımıza çıkar. Her ikisinin ortak özellikleri bununla da sınırlı kalmayacaktır. Peçorin, en önemlisi tüm bunlardan sonra, kendi durumunun farkındadır: "Budala mıyım, kötü müyüm, bilmiyorum; bildiğim bir şey var: Ben belki ondan daha acınacak bir haldeyim." Ardından söylediği şu sözlerle bu halde olmasının temel nedeninin içinde yaşadığı zaman olduğunu belirtir: "Şu anlamsız dünya, ruhumu bozmuş; kafam tedirgin, yüreğim doymak bilmiyor. Hiçbir şeyle yetinmiyorum; zevke nasıl alıştıysam acıya da öyle alışıyorum, hayatım gittikçe boşalıyor. Bir tek çare kaldı benim için: Yolculuk etmek." Eğer bilgi birikiminiz artıyorsa, bunu bir yere kanalize etme ihtiyacı duyarsınız. Kendinizi geliştirir, hayata bakışınızı yenilersiniz. Lakin bu süreç sonunda geriye dönüp baktığınızda, aynı zaman boyutunu paylaştığınız insanların sizinle aynı veya benzer gelişimi gösteremediğini gördüğünüzde, kendinizi uzayın sonsuz boşluğunda gezinen biri gibi hissedersiniz. İşte Peçorin'in durumu da buna benzer. Ayrıca, Peçorin bir düelloya giderken şunları söyler: "Belki yarın öleceğim. Dünyada beni tam tamına anlamış hiçbir yaratık kalmayacak. Bazıları beni olduğumdan kötü, bazıları olduğumdan iyi sanırlar. Bazıları, iyi bir adamdı, öbürleri, rezilin tekiydi diyecekler. İkisi de yanlış olacak. Böyleyken, yaşamaya değer mi zaten? Yine de insan yaşıyor, merak yüzünden. Yeni bir şeyler bekleyip duruyor… Saçma, sinir bozucu bir durum!" Bunun için onun elinde kalan tek seçenek sürekli bu boşlukta yer değiştirerek yeni bir şeylerle karşılaşmayı ummaktan başka bir şey değildir. Peçorin, yolculuğa çıkadursun, biz de onun zamanına bir bakalım. Ona hayat veren Lermontov, 1814-1841 arasında yaşayıp henüz 27 yaşındayken bir düelloda hayatını kaybeden yetenekli bir şairdir. Bu kısa ömrüne yüzlerce şiir, bir roman ve oyunlar sığdırmış, çağdaşı Puşkin'in gölgesinde kaybolmayarak dünya edebiyat tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Onun edebi yönünü anlayabilmek için 1825'teki Dekabrist isyanının Çarlık yönetimi tarafından acımasızca bastırılmasıyla başlayan sürece göz gezdirmeliyiz. Dekabristler, Rusya'da anayasa, demokrasi, serfliğin kaldırılması gibi liberal istekleri olan ilerici bir gruptur. Çar I. Nikola tarafından şiddetle cezalandırılarak, pek çok Dekabrist aydın, yazar, şair idama götürülmüş, diğer pek çoğu ise sürgün edilmiştir. Geri kalanlarsa susturulup sindirilmiştir. Her türlü basın yayın sansür altında kıvrandırılmış, ülkeye korku egemen olmuştur. Tüm bu olumsuzluklara karşın, bu eski düzen yıkılma evresine girmiş lakin yeni düzen henüz ufukta belirmemiştir. İşte Lermontov da bu eylemsizlikle yükümlü ara dönemin bahtsız bir Dekabrist şairidir. 1837'de Dekabristlere yakın bir başka büyük şair Puşkin, bir düello sırasında öldürülmüştür. Lermontov bu olay üzerine "Şairin Ölümü" şiirini kaleme alır. Bu şiirde Lermontov, açık bir şekilde dönemin Rusya'sının yerleşik düzenini hedef tahtasına oturtmuş, bu düzenin mihenk noktası olan Çar'dan adalet ve intikam talep etmiştir. Ancak kendisi de bu talebin imkânsızlığının farkında olacak ki, şiirinin sonunda talebini Tanrı'ya iletip, bu yerleşik düzeni ilahi adalete havale etmiştir. Bu da aslında onun ruh dünyasının zamanından, çaresizlik, umutsuzluk yönünde etkilendiğinin önemli bir göstergesidir. Çar, bu şiiri okur, "güzel şiir diyecek söz yok lakin gereği yapılır," der ve ardından da Lermontov Kafkasya'ya sürülür. Kafkasya Lermontov'un yabancısı olduğu bir diyar değildir. Henüz üç yaşında annesini kaybetmiş, ardından babası tarafından terk edilmiş, yanında büyüdüğü büyük annesiyle de sık sık Kafkasya'ya gelmiştir. Bu Kafkasya'da geçen yıllar onda silinmez izler bırakır ve en önemli ilham kaynağı olur. Bunun izlerini pek çok şiirinde görebiliriz. Buna bir örnek olarak, 1830'da "Kafkasya" adlı şu şiirini verebiliriz: Ey güney dağları günlerimin şafağında sizleri Kader ayırsa bile istemeden benden! Aranızda bir kez bulundum, unutmam ebediyen. Anayurdumun tatlı şarkısı gibi, Severim Kafkasya'yı ben… Kaybettiği annesinin sesini bile Kafkasya'da bulacak kadar kendisini etkiler Kafkasya ve orası onun kaybedilen cenneti olacaktır: Annemi yitirdiğimde küçücük bir çocuktum. Ama pembe akşam saatlerinde sanki Bozkır yankılardı o unutulmaz sesi. Dağ doruklarına bu yüzden tutkunum. Severim Kafkasya'yı ben… Ben sizlerle mutluydum dağ boğazları. Beş yıl geçti, özlemle yanar tutuşurum hâlâ. Bir çift tanrısal göz görmüştüm orada, Hatırladıkça nasıl da çarpar yüreğim o bakışı! Severim Kafkasya'yı ben… Lermontov, izin çıktığı vakit başkent Petersburg'a döner. Burada oldukça ünlenmiştir. Büyük Rus edebiyat eleştirmeni Belinski tarafından övgüler almaktadır. Övgüler düzen sadece Belinski de değildir, yazarlar, şairler ve sosyetenin pek çok siması da buna dahildir. Sık sık balolara katılır, etrafında sosyetenin gözde kadınları cirit atar lakin şair, bu ortamdan sıkılmaktadır. "Rengarenk Sevimsiz Bir Kalabalıkla" adlı şiirinde bunun yansımalarını görürüz: Rengârenk sevimsiz bir kalabalıkla çevriliyken, Sanki düş içindeymiş gibi önümden Müzik ve dansın kuru gürültüsünde Ve dayanılmaz uğultusunda ezberleme sözlerin Geçtiğinde cansız sürüsü insan biçimlerinin, Yüzlerinde incelikle iliştirilmiş maskeleriyle; Soğuk ellerime değdiğinde Kentli kadınların alışkın bir cesaretle Nicedir duygudan yoksun cansız elleri, Dıştan ihtişamlarına kapılmış giderken, Eski bir hayali okşarım içimden Ve yok olup giden yılların kutsal seslerini. Şair, bu kutsal sesleri takip ederek çevrili olduğu sosyete kalabalığından ruhen uzaklaşır ve çocukluğunun geçtiği Kafkasya tabiatına süzülür, tabiata giden her insanın duyduğu gibi özgürlük, tatlı bir huzur vücuduna yayılır, ta ki ruhu soğuk gerçekliğe geri dönene dek: Yanıldığımı anladığımda birden kendime gelerek Ve gürültüsü insan kalabalığının ürküterek, Kaçırdığında davetsiz konuk misali hayallerimi, Ah, nasıl engel olmak isterim eğlencelerine Ve hışımla fırlatmayı ruhsuz yüzlerine Acı ve öfkeye bulanmış balyoz gibi şiiri!.. Şair, kendisini bunaltan köhne yerleşik eski düzene balyoz gibi şiirle darbe indiredursun, Dekabristleri balyoz gibi darbelerle sindiren, susturan ve öldüren bu eski düzenin yansımalarını en iyi, "Düşünce" adlı şiirinde görürüz. Bu şiirinde Lermontov, bir Dekabrist olarak, hem öz eleştiri yapar hem sinen arkadaşlarına yergilerde bulunur hem de içinde bulundukları vaziyetinin nedenlerini sorgular: Acıyla bakıyorum bizim kuşağa, Gelecekleri ya boş ya karanlıkta. Üstelik yükü altında kuşku ve bilincin Eylemsizlik içinde hızla yaşlanmada. Bizler donanmışız beşikten beri Babalarımızın yanılgıları ve yetersizlikleriyle. Yaşam boğuyor bizi, hedefsiz bir yol gibi. Bir toy gibi yabancı bir şölende. "Zamanımızın Bir Kahramanı" Peçorin'in kuşağının içinde bulunduğu dönem budur işte! Gelecekten umudun kesildiği; bu umudun adeta puslu yüksek bir dağın zirvesinde bulunduğu bir dönem. Peçorin ise kuşkular ve yüksek bilincinin altında ezilen bir eşek gibi bu dağa çıkmaya çalışmış ama bu yükün altında ezilerek mutlak durağanlığa mahkum olmuştur. Peki bunun nedeni nedir? Atalarından aldıkları genetik özellikler veya toplumsal aktarımlar mı? İyiliğe ve kötülüğe kayıtsızlığımız utanç verici. Savaşımsız yitiyoruz işin başında daha Rezil korkaklarız gördü mü tehlikeyi Ve yılan aşağılık köleleriz güç karşısında. Bu sert öz eleştirilerden sonra ise "Zamanımızın Bir Kahramanı"nın durumu şu şekilde ortaya koyulur: Erken olgunlaşan cılız bir meyve gibi, Ne gözleri okşayan, ne tat veren, Çiçekler arasında bir yabancı gibi, Diğerleri güzelleşirken, dalından düşen… İdama giden Dekabrist aydın da bu şekilde dallarından düştüler. Bundan sonraki birkaç dörtlükte, bu ara dönem insanların trajik durumunu ifade ettikten sonra şiirini şu iki dörtlükte noktalar: Geçeceğiz bu dünyadan iz bırakmadan sessizce, Bizler, asık yüzlü kalabalıkla, çok geçmeden unutulan! Çağlara bırakarak ne yararlı bir düşünce, Ne de bir ürün dehayla başlatılan. Bir yargıç ve yurttaş sertliğiyle kalıntılarımızın Basacaklar üzerine kin dolu sözlerle, Alaysı tehdidiyle aldatılmış bir evladın Düşmüş, zavallı bir babanın üzerine… Tekrar, Peçorin'e yolculuğunda eşlik edelim. Hikayeyi kendisinden dinlediğimiz gazetecinin, Peçorin hakkındaki şu gözlem oldukça önemlidir: "Kendisi gülerken gözleri hiç gülmüyordu! Bazı insanlarda buna benzer acayip çelişmelere rastladınız mı hiç? Ya kötü bir hüzün ya da derin, sürekli bir acının belirtisidir bu." Bence ikincisi söz konusudur. İnsanın hayatında duyduğu acıların çoğu günübirlik etkileri olur ve sonrasında ise gülerek hatırlanırlar lakin Peçorin'deki bu sürekli, derin acılara neden olan etmen, yabancılaşmadır. Yani, yaşadığı zamandan ve toplumdan yabancılaşma sonucunda duyulan derin, sürekli acı. Bu acı kanser gibi yayılır bünyeye ve bir noktadan sonra insanın kişiliğine nüfuz eder. İşte bu nüfuzu engellemek için Peçorin, kişiliğini ikiye bölmüştür. Bir tarafı hayatı yaşarken diğer tarafı, yaşayan tarafı denetler ve yargılar. Mantık, duyguları geri plana iterek sürekli duygularla alay etme olarak kendini dışavurur insanda. Bu, kişiliğin özünün etrafına örülen duvarın ilk katmanıdır. İkinci katmanı, başkalarının üzüntülerinden bir vampir gibi beslenmekten oluşur: "Başka birinin acılarının ya da sevinçlerinin kaynağı olmak hak, söz konusu değilken-gururumuzu bundan çok besleyen bir şey düşünülebilir mi? Peki mutluluk ne? Doyma noktasına ulaşmış bir gurur." der Peçorin. Üçünü ve başkalarına gösterilen katman ise kişinin kendisini son derece mutlu ve güçlü göstermesidir. Ancak Peçorin'de bu katman, Vera'nın şu sözleriyle paramparça olacaktır: "... üstelik kimse gerçekten senin kadar mutsuz olamaz, çünkü kendini aksine inandırmaya bu kadar çaba göstermemiştir." Bu noktada, Peçorin atına atlar ve hızla Vera'nın bulunduğu yere sürer. Mantığı devre dışı kalmış duyguları karşısında ve böylelikle ikinci katman duvar da yıkılmıştır. Bu anda ise at daha fazla dayanamayarak yere düşüp ölür. Peçorin ağlayarak yoluna koşarak devam eder. Duygularının gözlerinden akması, ilk bakışta duyguların nihai zaferi gibi görünse de aslında mantığın yükselişe geçtiği geçeceğinin habercisidirler. Nitekim, "Hayatın kasırgası içinden birkaç fikirle çıktım ben, duygu aramayın. Uzun süredir kalbimle değil kafamla yaşıyorum zaten," diyen Peçorin, mantığını devreye sokarak adeta mekanik bir ruh halinde geri döner. O dönerken duvarlar yeniden yükselir. En önemlisi atı tıkanıp ölmeseydi ve Vera'ya ulaşsaydı bile hiçbir şeyin değişmeyeceğini idrak eder. Lermontov'un 1840'ta yazdığı "Hem Sıkıntı Hem Hüzün" adlı şiirinde olduğu gibi: Hem sıkıntı, hem hüzün, yok elini tutacak kimsen Dertlerinle bunaldığın anlar… Arzular!.. Ne geçecek eline sonsuzca istemekten? Yıllar geçip gidiyor, en güzel yıllar… Sevmek!.. Ama kimi? Değmez bir anlık emeğine, Mümkünü yok sonsuza dek sevmenin. Bir bak kendine, geçmişin de kalmamış, izi de. Bir hiç şimdi acıların, sevinçlerin… Tutkular mı? Er ya da geç tatlı illeti de Yitecektir mantık konuşunca Ve yaşam, çevrene baktığında soğuk bir ilgiyle Öğlesine bir eğlence, boş ve aptalca… Buna karşın ne Peçorin'in ne de Lermontov'un manastıra kapanacak biri olduğu izlenimini almayalım. Peçorin, birikimini bu kötü dönemde kanalize edecek yer olarak, üzerinde egemenlik kuracağı, sevinçleri ve acılarına kaynaklı edebileceği insanları, genelde de kadınları bulur. Belki, Dekabristler başarılı olsaydı daha verimli ve uygun yere kanalize edip hem kendisi hem ülkesi için daha faydalı olacaktı Peçorin ama hayatta her şey inisyatifimizde değildir, hatta pek çok şey! Romanın final bölümü de tam olarak bu konu üzerinde döner yani kader&özgür irade üzerinde. Bu bölümde Peçorin birtakım subaylarla kader üzerine sohbet ederler ve bu esnada subaylardan birisi kaderin olduğunu kanıtlamak için sanırım Rus ruleti oynar, şanslıdır, çünkü hayatta kalarak bahsi kazanır. Bu sırada ise Peçorin, içinde uyanan bir hisse göre kendisinin bu gece öleceğini söyler subaya ve gecenin ilerleyen saatlerinde Peçorin'e, bu hissinin doğru çıktığı haberi gelir: Subay, yoluna çıkan sarhoş birtakım Kazak'la tartışmış ve onlar tarafından öldürülmüştür. Bu Kazak'i bir evde kıstırırlar, herkes evi yakmayı teklif eder güvenlik tehdidiyle ama kaderle rulet sırası Peçorin'dedir ve eve dalar, şanslıdır sıyrık almadan Kazak'i tutuklayip çıkar evden. Bunun üzerine günlüğüne, bunca şeyden sonra insan kadere nasıl inanmaz yazar lakin mantığı yine hemen devreye girerek inançların da genelde insanın yanlış ve eksik anlamalarına dayandığını ifade edip, cümlelerini kendisinin bir şüpheci olduğunu belirterek bitirir. Nitekim hayat felsefesi de şudur: "Hiçbir şeyi körü körüne yadsımamalı hiçbir şeye gözü bağlı inanmamak ilkesine uyarak metafiziği bir kenara bıraktım." Aynı gece arkadaşı subay Maksimiç'e başından gelenleri anlatır lakin Maksimiç'ten beklediği ilgiyi göremez lakin Maksimiç, özgür iradeye yer açan şu değerli yorumu yapmıştır ama Peroçin fark edememiştir: "Ya acıdım zavallıya. Geceleyin neden sarhoşla konuşmaya kalkar ki sanki? Anlaşılan alın yazısı bu muydu?" ______ Elveda kirli Rusya, Kölelerin, efendilerin ülkesi Ve sizler, hükmeden mavi üniformayla Ve sen halk, onların kölesi! Kafkas sıradağlarının ardında belki Saklanırım senin paşalarından, Gören gözlerinden her şeyi, Her şeyi duyan kulaklarından… Elveda Kirli Rusya, 1841 ______ İyi okumalar
Zamanımızın Bir Kahramanı
Zamanımızın Bir KahramanıMihail Yuryeviç Lermontov · Sosyal Yayınları · 20024,452 okunma
··
495 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.