Gönderi

200 syf.
9/10 puan verdi
#SPOILER# Hak ettiği değeri görmediğine olduğum kitap. Bu kitap alışık olduğunuz "nasıl sürekli mutlu olunur" veya "nasıl negatif duygular hissedilmez" tarzında bir kitap değil, bu da onu en iyi kişisel gelişim kitaplarından yapıyor. Sürekli mutlu olan insan kendini geliştiremez. Bu kitap size kendinizi "olduğunuz gibi kabul etmeyi" öğretmiyor. Bu kitap size kendinize tarafsız bir şekilde bakıp, "Ya yanlış düşünüyorsam?" diye sorarak daha doğrusunu bulmayı, böylece de gerçekten sürekli gelişmeyi öğretiyor. Eğer sinirli, kıskanç veya otokonrolü zayıf bir insansanız, kendinizi bu şekilde kabul etmez sizi uzun vadede mutlu etmez. Anlık mutluluklar sağlarken uzun vadede içi boş ve anlamsız hayatlara sürükleyen, "her zaman mutlu olun, kendinizi düşünün" şeklindeki kitaplara karşılık, kısa vadede güçlükler ve kötü duygulara sebep olurken uzun vadede anlamlı, mutlu ve dolu hayatlar elde etmeniz için izlemeniz gereken yolu anlatan bu kitap çok daha faydalı. Bu kitap daha önce okuduğum psikoloji kitaplarındaki gibi, "değer yargıları"nın yani "düşünce kalıpları"nın önemini vurguluyor. Eğer benim değer yargım "zengin olursam mutlu olurum" ise, bunu elde edene kadar mutlu olamam. Gerçek şu ki, elde edince de mutlu olamam, çünkü sona gelmiş olurum ve boşluğa düşerim. Aslında mutluluk hakkında yanıldığımı fark ederim. Günümüz kişisel gelişim kitaplarının en büyük hatası. "nasıl mutlu olunur" veya "suçlu hissetmekten nasıl kurtuluruz" gibi yaklaşımlardır. Çünkü asıl sorun mutsuz olmak veya suçlu hissetmek değildir, mutsuz olduğumuz için mutsuz olmamız veya suçlu hissettiğimiz için suçlu hissetmemizdir. Ve Alan Watts'ın "tersine yasa"sı bize der ki, "Daha pozitif bir deneyimi arzu etmenin kendisi negatif bir deneyimdir. Ve paradoksal olarak, negatif deneyimleri kabul etmenin kendisi pozitif bir deneyimdir." Yani siz ayna karşısına geçip "Ben mutluyum." diye kendinize tekrar ederken, aslında "Ben mutsuzum." diyorsunuz. "Ben mutsuzum, bu yüzden aynada kendime sürekli ben mutluyum demem gerekiyor." En küçük köpek en yüksek sesle havlar. Kendine güven duyan birisi, kendine güven duyduğunu kanıtlama ihtiyacı hissetmez. Sosyal medya hesaplarında sürekli kendilerini paylaşan, kaç beğeni aldığını takip eden insanlar, özgüvenleri en düşük insanlardır. Kitap tüketim kültürü ve sosyal medyanın kişisel gelişim üzerindeki etkilerini de ele alıyor. Tüm bunların değer yargılarımızı nasıl etkilediği. Nasıl mutlu olurum? İş arkadaşımdan daha güzel bir tatil yaparsam. Reklamını gördüğüm gençleştirme kremini kullanırsam. En yeni çıkan telefon bende olursa. Bu materyalist ve yüzeysel insanlar doğurur, yaşamını mutluluk ve tatmin hayalleri peşinde koşarak harcayan insanlar. Mutlu olmalı ve sevilmeyi umutsuzca arzuladıkça, çevrenizde kim olursa olsun yalnız hisseder ve korkarsınız. Spiritüel aydınlanma peşinde koştukça, oraya ulaşmayı denedikçe daha sığ ve ben merkezci olursunuz. Sorun şudur: Çağdaş toplumumuz, tüketici kültürü ve hey-bak-benim-karım-seninkinden-daha-havalı sosyal medyasıyla, bir nesil insanı kaygı, korku, suçluluk gibi negatif deneyimlere sahip olmanın kesinlikle doğru olmadığına inandırıldı. Sosyal medyada herkes hayatlarını kusursuz gibi gösterdiği için, siz oturmuş soğan doğrarken Malibu'da tatil yapan insanların resimlerine bakıp, aslında gayet iyi olan hayatınız berbatmış gibi hissediyorsunuz. Veya canınız istemediği halde bir partiye gidip, hiç eğlenmediğiniz halde çok eğleniyor gibi resimler paylaşıyorsunuz ve başka bir soğan doğrayan kişi sizin resminize bakıp hayatınız sizinkinden kötü zannediyor. Böyle bir kısır döngü. Aslında bunu herkes biliyor, ama yine de aynı şeyleri yapmaya devam ediyoruz. Çünkü bu bir uyuşturucu gibi, kendimizi iyi hissettiriyor. Ve biz de o iyi hissi tadabilmek için, uyuşturucunun ayrılmaz bir parçası olan kötü hislerine ve düşüşlerine de tahammül ediyoruz. Ama gelişme ve başarı, mutluluktan değil, mutsuzluktan gelir. Her şeyden mutlu olsaydık, hiçbir gelişime ihtiyaç duymazdık. Olduğumuz yerde sayardık. "Yaşamda bir değeri olan her şey ona bağlı negatif deneyimin üstesinden gelmekle kazanılır. Negatiften kaçmaya çalışmak, onu bastırmak, sesini kısmak sadece geri püskürmesine neden olur. Istıraptan kaçmaya çalışmak da ıstırap çekmenin bir formudur. Mücadeleden kaçmaya çalışmak da mücadeledir. Başarısızlığı insan etmenin kendisi başarısızlıktır." "Istıraptan kaçınmaya çalışmak ıstıraba çok fazla önem vermektir. Tersine, ıstıraba kafayı takmamayı becerebilirseniz kimse sizi durduramaz." Bu kitap size "hiçbir şeyi kafaya takmama"yı öğretmeye çalışmıyor. "Doğru şeyleri kafaya takmayı" öğretiyor. Çünkü insanlar bir şeyi kafaya takmaya programlıdır. Asla bir şeyi kafaya takmadığımız bir an yoktur. Hiçbir şeyi kafaya takmıyorsak, hiçbir şeyi kafaya takmamayı kafaya takmışız demektir. Mutluluk ve kişisel gelişim, elimizde olan ve değiştirebileceğimiz şeyleri kafaya takmak ve ardından bunlar için bir şeyler yapmaktır. Çoğumuz hayatta kafaya takmayı hak etmeyin durumları fazlasıyla kafaya takarız. Benzinlikte para üstünü bozukluk veren çalışan, sevdiğimiz diziyi iptal eden kanal, mesai arkadaşlarımızın harika geçen haftasonumuzu sormaması. Bu sırada kredi kartımız limitini aşar, komşumuz bizden nefret eder, liseli çocuğumuz sigaraya başlar ama bizim derdimiz bozuk paralar ve yayından kaldırılan dizidir. "Broşür dağıtır gibi sorun saçan insanların problemi kafalarına takmaya değecek daha değerli şeylerinin olmayışıdır." aslında Türkler olarak biz bu durumu kısır günlerinde açık ve net görebiliriz. Emekli ev hanımları, oturup saatlerce onun bunun ailelerinde neler olduğunu konuşur, ünlülerin skandallarını paylaşır. Çünkü hayatlarında hakkında konuşacak daha önemli hiçbir şey yoktur. Kişisel değerlere dönecek olursak, bu kitaptaki en önemli konu zaten bu. "Her tersliği haksızlık, her mücadeleyi başarısızlık, her tutarsızlığı kişisel bir eksiklik, her anlaşmazlığı ihanet olarak görmeye başlarsanız kafatasınız boyutlarındaki küçük cehenneminizde kısılırsınız, her şeyi kendinize hak görerek durmadan yaygara kopartırsınız." Yani bir durumla ilgili nasıl hissettiğiniz bakış açınıza bağlıdır. Aldatılan bir insan "ben bunu hak etmedim" diye ağlayıp depresyona da girebilir, "acaba neyi yanlış yaptım?" diye düşünüp kendini geliştirerek bir daha aynı durumu yaşama ihtimallerini düşürme yolunu da seçebilir. İlk durumdaki bakış açısı kendisine zarar verirken, ikinci durumdaki bakış açısı daha iyi bir hayat yaşamasına sebep olur. Olan olay aynıdır, sadece bakış açısı farklıdır. Aslında bu kadar basit, ama kolay değil. Hayatta seçimler yaparken düşünmemiz gereken en önemli şey şudur. "Nereye giderseniz gidin, sizi bekleyen bir sorun yumağı vardır. Bunda bir sorun yoktur. Mesele bu yığından kaçmak değil, mesela uğraşmaktan hoşlanacağınız yumağı bulmaktır." "Neticede ıstırabı aşmanın tek yolu önce ona katlanmayı öğrenmektir." "Neye sahip olursak olalım tatminsiz olmaya ve ancak sahip olmadıklarımızla tatmin olmaya donatılmışız. Bus sürekli tatminsizlik türümüzün mücadele etmeye ve elde etmeye, inşa etmeye ve fethetmeye devam etmesini sağlar." Bu çok çok önemli bir kısım bence. Çoğu kişisel gelişim kitanı veya spiritüel öğreti bu gerçeği reddetmeye çalışır. "Istırap, tüm formlarıyla, bedenimizin eyleme geçmek için en etkili aracıdır." Bu hem fiziksel hem de duygusal acı için geçerli. Nasıl ki fiziksel acılarınızı görmezden gelip bastırmaya çalışmıyorsanız, duygusal acılarınızı da görmezden gelmemelisiniz. Onları dinleyip, anlamaya çalışmalısınız, bu acı size ne anlatmaya çalışıyor? Yolunda gitmeyen ne? "Sorunsuz bir hayat dileme, böyle bir hayat yok. Bunun yerine daha iyi sorunlarla dolu bir hayat dile." "Sorunlardan kaçmaya çalışır veya sorununuz yokmuş gibi hissederseniz, kendinizi mutsuz edersiniz. Çözemeyeceğiniz sorunlarınız olduğunu hissederseniz, aynı şekilde mutsuz edersiniz. Sihirli formül sorunları çözmektir, sorun sahibi olmamak değil." "Hakiki mutluluğa sadece hoşunuza giden sorunları bulduğunuzda ve onları çözerken zevk aldığınızda ulaşabilirsiniz." Bu meslek seçiminde çok önemli bir yaklaşım bence. O işin getirilerine odaklanıp ne kadar mutlu olacağımızı düşünmektense, o işin zorluklarını düşünüp bu zorlukları severek ve isteyerek göğüsleyip göğüsleyemeyeceğimizi sorgulamamız gerek. Mutsuzluk, sorun çözmemekten kaynaklanır, sorun çözmemenin de 2 sebebi vardır. 1. İnkar: sorunu inkar etmek, kaçmak, kendini kandırmak. Kısa vadede iyi hissettirir, uzun vadede güvensiz, nörotik ve duyguların bastırıldığı bir yaşama neden olur. 2. Kurban zihniyeti: sorunu çözemek için yapabileceği bir şey olmadığına inanmak. Kurbanlar kendi sorunları için başkalarını ve dış koşulları suçlar. Kısa vadede kendilerini iyi hissetseler de öfkeli, çaresiz ve umutsuz bir yaşama mahkumdurlar. Aslında bunun bir sebebi daha var: Çözümsüz sorunlarımız varsa, bilinçdışımız bir şekilde ya son derece özel ya da son derece defolu olduğumuza ve kimselere benzemediğimize karar verir, demek ki kurallar bizim için farklı olmalıdır. Yukardaki yolları seçmek kolaydır, ve kendilerini iyi hissederler, sorun çözmekse hem zordur, hem de sık sık insana kendini kötü hissettirir. Ama sorunlarımızdan ne kadar uzun süre kaçar ve ne kadar uzun süre kendimizi uyuşturursak, sonunda meselelerimizle yüzleşmek zorunda kaldığımızda o kadar fazla acı verir. "Sizin kim olduğunuzu ne için mücadele etmeye hazır olduğunuz tanımlar." Bir sonraki bölüm "Özel Değilsiniz" aslında her ne kadar medyada hem en uçtaki, en başarılı ve en başarısızları görüyor da olsak, aslında hepimiz ortalamayız. Ve özel olmadığımızı anlamak ilerlemenin önemli bir parçası. Kimsenin çözemeyeceği çok özel bir soruna sahip değiliz, yada herkes aptal biz üstün zekalı da değiliz. Ne artılarımızı ne de eksilerimizi büyütmeye gerek yok. Sürekli kendilerini iyi hissetmeye ihtiyaç duyan insanlar zamanlarının çoğunu kendilerini düşünerek geçirirler. Kazanmadan iyi şeylere sahip olmaya hakkı olduğuna inanırlar. Gerçekten kimseye yardım etmeden sevileceğine ve iyi ilişkiler kurabileceğine inanırlar, hiçbir fedakarlıkta bulunmadan harika bir hayat tarzı olabileceğine. Istırabımız ne kadar derin olursa, sorunlarımız karşısında kendimizi o kadar fazla çaresiz hissederiz ve bu sorunları telafi etmek için o kadar fazla bazı şeyleri hakkımız görürüz. Bu 2 şekilde ortaya çıkar: 1. Ben muhteşemim, siz diğerleri hepiniz berbatsınız, demek ki ben özel davranılmayı hak ediyorum. 2. Ben berbatım ve siz diğerleri muhteşemsiniz, demek ki ben özel davranılmayı hak ediyorum. Anlamamız gereken şey şu, sorunumuz her ne ise, daha önce, şuan veya gelecekte bu sorunla yüzleşen, yüzleşmekte olan ve yüzleşecek olan başka insanlar da var. Yani, özel değiliz. Ardından özgür ve modern topluma bir eleştiri geliyor yazardan. "Kendimizi ifade etmek için ne kadar çok özgürlük verilirse, bizimle aynı fikirde olmayan ya da canımızı sıkan birilerinin olmamasını o kadar fazla istiyoruz." Tabii bu tartışmaya açık. Bana kalırsa özgürlüğü savunan bir insan, herkesin özgürlüğünü savunmak zorunda, sadece kendi gibi düşünenlerin değil. "Belki bunca özgürleştirilen ve eğiten teknolojiler aynı zamanda insanların her şeye hakları olduğu duygusunu hiç olmadığı kadar azdırdılar." Hepimiz, çoğu konuda, epeyce ortalama insanlarız. Ama tüm ilgiyi uçlar çeker. Ama sosyal medyada bu uçlardaki insanlar ile ilgili bilgi bombardımanına uğradığımız için, istisnanın yeni normal olduğuna koşullandık. Çoğunlukla son derece ortalama olduğumuz için bu abartılı bilgi tufanı bizi epeyce güvensiz ve umutsuz yaptı. Ve bildiğimiz tek yolla mücadele ediyoruz: Kendimizi veya ötekini abartarak. "Ortalama" olmak başarısızlığın yeni standardı oldu. Çünkü çan eğrisinin en alt ucunda olmak bile ortasında olmaktan iyidir, en azından hâlâ özelsiniz ve ilgiyi hak ediyorsunuz. Birçok kişi bu stratejiyi seçer: Herkese en sefil, en baskı altında, en büyük kurban olduklarını ispatlamak. (Yada gidip bir okulda önüne gelene ateş açmak.) Bu şekilde düşünmek tehlikelidir. Sadece dikkat çekenin değerli olduğunu düşünürseniz, (siz de dahil) insan nüfusunun çoğunluğunun değersiz olduğunu temelde kabul etmiş olursunuz. Özdeğerin gerçek ölçütü kişinin kendini pozitif deneyimleri hakkında nasıl hissettiği değil, negatif deneyimleri hakkında nasıl hissettiğidir. Gerçekten özdeğeri olan biri karakterinin negatif yönlerine bakabilir ve açıkca, "Evet arada bir para konusunda sorumsuz davranıyorum" diyebilir. Sonra da bu yönlerini geliştirmek için çalışır. Bir konuda gerçekten istisna olan insanlar kendilerini özel hissetmez, tam tersine kendilerini geliştirmeye kafalarını takmış oldukları için mükemmeldirler. Gelişmeye takıntıları da yeterince iyi olmadıkları düşüncesinden gelir. Bu tam da kendine hak görmenin tersidir. Onlar doğuştan özel ve büyük olduklarına inanmaz, ortalama olduklarına ama daha iyisini yapabileceklerine inanırlar. Öz farkındalık soğanı: Soğanın ilk katmanı, basitçe, insanın kendi duygularını anlamasıdır. "Bu beni hüzünlendiriyor." "Bu beni umutlandırıyor" vs. İkinci katman, "neden" bu şekilde hissettiğimizi sorabilme becerisidir. Bu katman bizi üzen duygularımızın kökenindeki nedeni anlamamızı sağlar, ideal olarak da bunu değiştirebilecek bir şeyler yapabiliriz. Üçüncü katman ise, bizim öz değerlerimizdir. "Neden bunu bir başarı/başarısızlık olarak görüyorum?" "Kendimi nasıl ölçmeyi seçiyorum?" "Hangi standartlara göre kendimi ve çevremdekileri yargılıyorum?" Ardından değerlerimizi ve ölçütlerimizi sorgulamak için bir örnek verilmiş. Neden? Bu bana neden doğru geliyor? Neden bu bana başarısızlık gibi geliyor? Daha derine de inebiliriz. Neden böyle bir şey varsayılır? Neden bu kulağa doğru geliyor? Sorunlarımızın bize ne ifade ettiğini onlar hakkında nasıl düşünmeyi seçtiğimizle, onları düşünmeyi seçtiğimiz standartla kontrol ederiz. Araya sıkıştırayım ilişkilerle ilgili de harika bir yaklaşım var, değer yargılarımızın uyuştuğu insanlar ile beraber oluruz. Bu gerçekten çok doğru. Boktan değerler: Haz. Araştırmalar enerjilerini yüzeysel hazlara odaklayanların daha kaygılı, duygusal açıdan dengesiz ve depresif olduklarını gösteriyor. Her zaman haklı olmak. Çok fazla çaba gerekir ve asla başarılı olamayız. İnsanlar hayatlarında sürekli olarak yanılır. Bir şey hakkında emin olmak, gelişmenin en büyük düşmanıdır. Ve mutluluk, sonuçta değil, süreçtedir. Sonuca odaklanan ne süreçte mutlu olabilir ne de sonuçta. Ama sürece odaklanan süreçte mutlu olur, sonuç zaten hiçbir zaman kalıcı olarak erişilemez. Mutluluk, problem çözmekten kaynaklanır. Ve hayatta hiçbir zaman problemler bitmez. Bir problemin çözümü sadece başka bir problem yaratır, başka türlü olsaydı insanlık bu kadar gelişemezdi. Cahil olduğumuzu ve pek bir şey bilmediğimizi varsaymak daha faydalıdır, öğrenmenin yolunu açar. "Başkalarının kendisi hakkında düşündüklerinden korkan biri aslında kendisi hakkında kendi düşündüğü ve başkalarına yansıttığı şeylerden korkar." Yaşadıklarımızın suçlusu değiliz, ama sorumlusuyuz. Büyük güç büyük sorumluluk getirir denir, ama aynı zamanda: Büyük sorumluluk büyük güç getirir. Problemlerimizin sorumluluğunu almak onları çözmeye doğru atılan ilk adımdır. Suç geçmiş zamandır, sorumluluk şimdiki zaman. Suç çoktan yapılmış olan seçimlerin neticesidir, sorumluluk her saniye, her gün yapmakta olduğumuz seçimlerin neticesidir. Mutsuzluğunuzun nedeni birçok kişi olabilir, ama sizden başka kimse mutsuzluğunuzdan sorumlu değildir. Sihirli bir peri birden çıkıp tüm sorunlarını çözmeyecek, yada beyaz atlı bir prens. Sorunlarınızı kendiniz çözmek zorundasınız. Duygularınızdan başka insanları sorumlu tutamazsınız. Yani örneğin “bana 5dk geç yazmış olman beni önemsenmiyormuş gibi hissetti” bu karşıdaki kişinin sorunu değil. Bu yüzden değer yargıları ölçüşmeli zaten. Hiçkimse sürekli masum bir kurban değildir, herkes hata yapar. Bunları fark etmeden gelişme olamaz. Sorunlarınızdan, başarılarınızdan öğrendiğinizden daha çok şey öğrenirsiniz. Malala’nın hikayesi. Belki de inanlık tarihinde ilk kez, demografik grupların tümü kendilerini eşzamanlı olarak haksızca kurban konumuna düşürülmüş hissediyor. İnsanlar sürekli alınmaya bağımlı hale geldiler çünkü kafa yapar: kendine hak görmek, ahlaki olarak kendini üstün görmek iyi hissettirir. - Çoğu kimse hayatları hakkında “doğru” omaya o kadar kafayı takmışlardır ki, aslında onu hiç yaşamazlar. Sevgili isteyen yalnız kadın asla evinden çıkıp bişeler yapmaz. Deli gibi çalışan ve terfiyi hak ettiğinidüşünen adam gidip de patronuna söylemez. Çünkü başarısızlıktan, reddedilmekten, birilerinin onlara hayır denmesinden korktukları söylenmiştir. Sorun bu değildir, tabiiki reddedilmek ve başarısızlık incitir. Ama bazı şeylerden o kadar eminizdir ki, onlara tutunuruz, sorgulamaktan ya da bırakmaktan korkarız, bunlar yıllarca hayatımıza anlam katmış değerlerdir. O kadın dışarı çıkıp kimseyle buluşmaz çünlü kendi arzulanabilirliğiyle ilgili inançlarıyla karşı karşıya kalmak istemez. O adam gidip de terfi istemez çünkü becerilerinin gerçek değeri hakkındaki inançlarıyla karşılaşmayı göze alamaz. İnançlarınızı test etmek ve gerçeği görmektense, kimsenin sizi çekici bulmayacağı, kimsenin becerilerinizi takdir etmeyeceği acı kesinliğinin içinde oturmak daha kolaydır. Haklı olduğumuzu, hikayenin sonunu bildiğimizi varsayarız. Pozifit/negatif deneyimler hakkındaki kavramlarınıza çok güvenmeyin. Tek bildiğiniz içinde bulunduğumuz anda neyin accıttığı, neyin acıtmadığıdır. Bunun da pek fazla değeri yoktur. Psikologlar bir deney yaptı, rastgele tuşlara basarak bing sesi veriliyor, her katılımcı bir kombinasyon bulduğunu ve böylece en çok bing alanın o olduğunu zannederek bitiriyor. Hepsi bir kombinasyondan emin, ama aslında bing sesi her zaman rastgele veriliyor. Sadece rastgele anlarda ding sesi verilir ve denek ne yapıp da o puanı kazandığı hakkında düşünür de düşünür. Deneyin amacı: insan beyninin nasıl hemen aslı astarı olmayan bir alay saçmalığa inanmaya yatkın olduğunu göstermektir. Beynimiz sürekli varsayımlarda bulunur, anlam çıkarır. Ama: 1. Beyin kusurludur. Duyularımız ve hafızamız bizi yanıltır. 2. Kendimiz için bir anlam yarattığımızda beynimiz bu anlama tutunmaya tasarlanmıştır. Beynimizin yarattığı anlama bağlanır ve onu bırakmayız. Yarattığımız anlamla çelişen kanıtlar bile görsek yok sayar ve inanmaya devam ederiz. Kendimize DAHA AZ güvenmeliyiz. Yüreklerimiz ve zihinlerimiz bu kadar güvenilmezse, belki niyetlerimizi ve motivasyonlarımızı daha fazla sorgulamalıyız. Sorun bir şeyden emin olmanın (kesinliğin) ulaşılamaz olması değil, kesinlik peşinde koşmanın sık sık (daha kötü) güvensizlikleri beslemesidir. Sevgilinizin mesajlarına bakmak yada diğer insanların hakkınızda ne söylediğini öğrenmeye çalışmak bile güvensizlikten ve emin olma arzusundan kaynaklanır.
Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı
Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama SanatıMark Manson · Butik Yayınları · 201713.2k okunma
·
345 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.