Güzel metinlerÖmür Diyorlar Buna" farklı tarihlerde kaleme alınmış ve günlük gazetelerden kültür-edebiyat dergilerine farklı
ortamlarda yayınlanmış metinlerden oluşuyor.
Yazilara gelirsek,
-Biliyor musun ki iyi yaşanmış hayat bir hazinedir...
Bir gazetede Anadolu Ajansı mahreçli kısa bir haber
görmüştüm: "Akçakoca'daki huzurevinde yaşayan, yedi dil bilen nine
gençlere lisan öğretiyor..." Merak ettim, Akçakoca'ya gittim, Fatma
Bayraşevski ile tanıştım. Hikâyesini Yeni Yüzyýl gazetesinin 24 Eylül
1995 tarihli CafePaza
ekine yazdım. Bu söyleşi yayımlandıktan
birkaç gün sonra, bir arkadaşım beni aradı ve "Babaannemin hayatını
yazmışsin" dedi. "Nasıl yani?" dedim, "Fatma hanım senin
babaannen mi?" Öyleymiş. Gazetede yazdıklarim tamamen gerçekti,
ama ben o gerçeği hikâyenin meydanına taşıdım, dönüştürdüm.
Neleri degiştirdigimi, dönüştürdügümü hatırlamıyorum, ama
hikâyenin adı olan cümle ile son cümlesi tamamen gerçek.
-Şapkacı Arlet
Şapkacı Arlet'in adı, kendisinin Rum, kocasının Yahudi
olduğu, Beyoğlu Mis Sokak'ta oturduğu, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül
olayları doğrudur, hikâyede anlatılan diğer "şeyler" için garanti
veremem. Hikâyenin gerçeðlği Sokak dergisinin tarihini hatırlamadığüm
bir sayısñıda yayımlandı. Yıl yanilmıhorsam 1989'du. Mis Sokak'ta
kitap günleri yapılıyordu, düzenli olsun, şenlik yapılsın isteniyordu.
Olmadı. Arlet'le tanışmam bir tesadüftür, bana hikâyesini anlattı, beni
gerçekten çok iyi ağırladı, çok yalnızdı, fırsat buldukça ona gelmemi
istedi, ne yazık ki hiç gidemedim. Epeyce yaşlıydı, aradan on üç yıl
geçmiş. Bazen yaşayıp yaşamadığını merak etmiyor değilim. Ama bir
Şey beni engelliyor, gidip arayamıyorum.
Doktor Manuk diye biri var mıydı yok muydu, hiç hatırlamıyorum.
-Bir aktris -artık değil
Bu metnin esinlendiği yazı Yeni Yüzyıl gazetesinin CafePazar
ekinin 16 Haziran 1996 tarihli nüshasında yayımlandı. Eski bir
aktrisin hayatı hikâyeye dönüşürken, yanına yeni hikâye kisileri
katıldı. Hikâyenin kahramanı olan aktrisin gerçek adı ile hayattaki
aktrisin gerçek adı aynı kökten, biri diğerinin içinden çıkýıor.
Efsun'un attan tekme yediği filmdeki kara bıyıklı dört erkek, bu
oyuncular: Fikret Hakan, Tanju Gürsu, Erkut Taçkın, Erol Taş. Gerçek
hayattaki aktrisin Altın Portakal ödülü aldığı filmin adı: Üvey Ana.
Bu satırların yazarýı hayatın gerçeğinin sanatın gerçeginden çok
daha "efsunlu" olduguna daima inandı. Gerçek hayatta hikâyenin
sonu daha farklı, şaşırtıcı ve heyecan vericiydi, bu da bu satırların
yazarını dogruladı. Gerçek hayattaki hikâyenin sonu şöyleydi:
"Efsun" bir aşk evliliği yaptı, çocuk sahibi oldu, babasının istediği
gibi mazbut bir biçimde yaşamaya başladı. Hayat bu ya, Perran Kutman'la altlı-üstlü komþlşu oldular. Eski aktris, Perran Kutman'la
dostluk yaptıkça ve ondan set hikâyeleri dinledikçe, sinemaya ve
geçmişine nankörlük ettigini düsünmeye basladı. Gerçek hayatta
hikâye bu kadarla da kalmadı. Erkek kardeşleri büyüdüler, küçük
olanı daha 18 yaşındayken İtalya'ya giderek ünlü bir İtalyan
yönetmenin asistanı oldu. Büyük erkek kardeşi de çalışmak için
televizyon dünyasını seçti. Aradan zaman geçti, İtalya'da yaşayan
küçük erkek kardeş Türk-İtalyan ortak yapımķ bir filmin yönetmeni
olarak ilk filmini çekti. Büyük erkek kardeş büyük bir televizyon
kanalında yapımcı oldu ve bir dizi filmin Mutlu Günler'in başrolünü
ablasına teklif etti. Hayat tuhaf bir şekilde, ona kamera karşısımda bir
yer hazırlamıştı ve yine sunuyordu. Kabul etti, babası.dan
saklanmadan, kendini yalnız ve çaresiz hissetmeden bu dizide
oynadı. Oynadığı diziyi babası da seyrediyor ve çok hoşlanýyordu
-Neonlar
Hayalet Gemi'nin "ışık" sayısında yayımlanan bu metnin
kaynaklandığı "gerçek" 1994'te Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlandı.
Gerçeği kullandım, yeniden yapilandırdım, ama bir şeyi unutmuşum.
Aylin Işık o tavernada o kadar önemsenmiyordu ki, adı neonlara bile
yazılmamıştı. Belki bir tanıdıgım vardır da yardımcı olurum, böylece
onun da Unkapanı'ndan bir kaseti çıkar umuduyla beni sık sık telefonla arardı. Ona "ben Unkapanı'ndakileri hiç tanımam" dediysem
de inandıramazdım. En son aradıgında başının dertte olduğunu,
Arena programından yardım istediğini, ama Tuncay Özkan'ın
telefonlarına çıkmadıgını söyledi. Belki ben Arena'cıların onunla
ilgilenmelerini sağlayabilirmişim, onları tanıdıgımdan eminmiş. Sorun
nedir diye sordum. Evini satıp Mahmutbey'de Beyaz Saray
Gazinosu'na ortak olmuş, ama adamlar parasının üstüne yatmışlar,
onu gazinoya bile sokmuyorlarmış. Elimden bir şey gelmez dedim, bir
daha beni aramadı.
-Kara derin bir kuyu
Bu yazı Sanat Dünyamız dergisinin 75. sayısında yayımlandı.
Eger bir hikâye olarak yazilsaydı, güç-tutku-aşk-cinsellik-nefret iktidar gibi duyguların en "aşmış" halleri, çok etkileyici bir hikâyeye
işaret edebilirdi. Ama bu duygu halleri birer söylentiden ibaretti. Hiç
kuşkusuz gerçek'ten türemiş söylentiler. Kahramanlar hikâyede
kaldıkları sürece yargılanmķyorlar, gerçevin zemini ile hikâyenin
zeminini hem örtüştüren hem ayrıştıran bir ikilem bu. Yazımın adı
tırnak içinde. Çünkü, Nezihe Meriç'ten ödünç aldım.
İki Çocuk
-Çarli
Hayalet Gemi'nin "Eşik" sayısında yayımlanan bu metinde
gerçek fazla dönüşüme ugramadı. Okurun içini bir şey acıttıysa,
bilinsin ki o acıtan şey, acıtmaya devam ediyor.
-Nazımsever küçük komünistin hikayesi
Mayakovski'nin bu satırlarının Rusça orijinalini değil de
Fransızcaya ve İngilizceye çevirisini yazmamım iki nedeni var. Bir,
Rusça orijinalini nereden bulacağımı bilemedim, iki, bu satırları bana
Paris'ten gelen bir kartpostaldan aldım. Çok sevdiğim o kartpostal da
bir vesileyle bu yazıya girsin istedim. (Görüldüğü gibi) çok etkileyici
bir fotoğraf bu. Genç bir adam yüzü. Hatları da sertliğini kýıan bir
güzellik, bakışlarında onsuz olamadığı aşka duydugu nefret var. Ya
da korktugu bir tutkuya dogru çekilecegini bilmenin çaresizligi.
Satırlar "Lili Brik'e Mektuplar"dan alınmış, 1918 tarihli.
Dört ünlü hakkında kısaca
-Yusuf Atılgan
Yusuf Atılgan'ın öldüğü gün, 9 Ekim sabahı yazılan bu yazı,
15 Ekim 1989 tarihli Sokak dergisinde yayımlandı. Hiçbir satırı
değiştirmedim.
-Dinozor hep dinozor kalacak
Mina Urgan
Bu yazı 2000 yılında Volkswagen firmasının çıkarttığı, ama
adını bilmediğim bir dergide yayımlanmış olabilir. Derginin editörü
arkadaşımdı, çok ısrar etmişti Mîna Urgan hakkında birkaç satır
yazmam için. Yazdım. Ama sonra ne aradı, ne dergiyi gönderdi.
Kestiler mi, biçtiler mi, yayımladılarmı, çöpe mi attılar, hiç
bilmiyorum.
-Kedilerimi iyi doyurunuz
Hüseyin Rahmi Gürpınar
Bu yazı Kitap-lık dergisinin Temmuz-Agustos 2000 tarihli 42.
sayısında "Bir Yazarı Tanidigını Sanıp Yanılma Denemesi" başlığıyla
yayımlandı. Sonradan okuyunca "Kedilerimi iyi Doyurunuz!"un
Hüseyin Rahmi'ye daha çok yakıştığını düşündüm.
-"Mesut Bahtiyar'dan şarkılar Dinlediniz"
Zeki Müren
Bu yazı Yeni Yüzyıl gazetesinin eki CafePazar'ın 5 Kasım ve
12 Kasım 1995 tarihli nüshalarında yayımlandığı sırada Zeki Müren
hayattaydı. Kısa süreli bir "gündeme girişten sonra, tekrar sessizliğe
bürünmüştü. Bu yazı için gazete arsivlerindeki Zeki Müren
röportajlarından yararlandım. Yazıdaki kopukluk duygusu veren
geçişler, yazının iki haftaya bölünmüş ve bazı bölümlerinin spot
olarak kullanılmış olmasindan kaynaklanıyor. Yazıyı yeniden
yazmadım, tek satir eklemedim.