Gönderi

368 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Depresyonu tüm “canlılık”ıyla yaşayan biri olarak hem kendi tecrübelerimi hem de yazarın görüşlerini birlikte paylaşacağım. İlk olarak, depresyon deyince benim aklıma majör depresyonun geldiğini ve inceleme boyunca da depresyonu bu şekilde kullanacağımı söylemeliyim. İncelemem karamsar başlayacak ama mutlu sonla bitecek, o yüzden sabredin :) Hari ilk bölümlerde depresyonun tespit edebildiği nedenlerini sıralıyor: Anlamlı çalışmadan kopuk olmak Diğer insanlardan kopuk olmak Anlamlı değerlerden kopuk olmak Çocukluk travmasından kopuk olmak Statü ve saygıdan kopuk olmak Doğal dünyadan kopuk olmak Umutlu ya da güvenli bir gelecekten kopuk olmak Genlerin ve beyindeki değişimlerin payı Hari, 18 yaşında ilk defa doktora gittiğinde ona depresyonun beyindeki arızalardan kaynaklanan bir hastalık olduğu söylenmiş ve yukarıdaki nedenlerden veya daha fazlasından hiç bahsedilmemiş. Kusurlu bir robot olduğunu düşünerek, mekanizmada aksayan yerleri antidepresanlarla düzeltmeye çalışmış yıllarca ama bir süre iyi hissetse de bir noktadan sonra her şey başa sarıyormuş çünkü asıl sorunlar halı altına süpürülmüşler doktorlar tarafından. Ve yazarımız kusurlu bir robot olduğu hikayesinden daha fazlasına inanmamış. Bu bana çok ilginç geldi gerçekten. Çünkü gittiğim doktorların hiçbirisi beni böyle talihsiz bir hikayeye inandırmakla yetinmedi. Yaşadığım berbat durumun nedenlerinden de bahsettiler, onlar sormasa bile ben onlara nasıl bu hale geldiğime yönelik düşüncelerim olduğunu söyledim ve anlattım. Yazarın sıraladığı tüm nedenlere katılıyorum. Yaşantıdaki bozukluklar insanı depresyona sokuyor. Özellikle de bunların birçoğu bir araya geldiği zaman insan kendini tanıyamayacağı, zihninde ve bedeninde olup bitenlere anlam veremeyeceği bir noktaya geliyor -eğer ilk defa yaşıyorsa-. Ben de yukarıdaki nedenlerden bazıları ve onlar arasında olmayan birçok sebepten dolayı depresyona girmiştim. Hepsi üst üste gelmiş ve kaldıramamıştım. Açlığımı hissedemeyecek, birkaç saatten fazla uyuyamayacak, hafıza kayıpları ve dalıp gitmeler yaşayacak, dokunsalar ağlayacak noktaya gelmiştim. Yapmak zorunda olduğum şeyleri not alarak tam anlamıyla hatırlayabiliyordum ancak. Kimseyle irtibat kurmuyor, omzumu düşürerek ve sürekli yere bakarak bir ruh gibi geziyordum. Hatta konuşmuyordum bile, ağzımı açmıyordum. Zihnimin içindeki çorbanın girdabında dönüp duruyordum. İnsanlar beni artık tanıyamadığını, benim bu olmadığımı söylüyorlardı ama ben bunlara hiçbir anlam veremiyordum. Çünkü hissettiklerim veya hissedemediklerim öylesine canlıydı ki ben buydum, en büyük şahidi de bendim. Geçmişte nasıl biri olduğumu unutmuş, epey bir kilo vermiş, insanlardan uzaklaşmış ve uzaklaştırmıştım onları kendimden. Ne kitap okuyor, ne spor yapıyordum. Hepsini bırakmış ve sadece yatakta uyuyamadan vakit geçiriyordum. İntihardan hiç bahsetmedim değil mi? İsterseniz intihar konusunda kafamda tasarladıklarımdan hiç bahsetmeyeyim. Sürekli intihar fikirleriyle uyandım. Bu durum haftalarca sürdü, ta ki tesadüfen bunun depresyon dedikleri şey olabileceğini öğreninceye kadar. O an haftalar sonra ilk kez umut denen şeyi hissetmiştim ve hemen randevu alıp bir doktora gittim. İşte ben depresyon denen şeyden bunu anlıyorum ve antidepresanların bu dipsiz kuyudan çıkışta hızlı ve etkili bir araç olduğunu düşünüyorum. Bu konuda yazara birkaç eleştirim olacak. Hari, doğrudan sosyal bağlardan ve çözümün orada olduğundan bahsediyor. Buna hiçbir itirazım yok, aynen katılıyorum. Antidepresanlardan sorunları çözmesini beklemek maalesef bir hayal. Antidepresanlar sorunları çözmüyor, sorunların ortaya çıkardığı berbat hislere çözüm oluyorlar ve berbat hisler ortadan kalkınca da sorunları çözecek gücü elde etmiş oluyorsunuz. Çalışmayan bir arabayı ittirmek gibi bir etkidir bu. Böylece kolayca ilerler araba. Ancak arabanın sorunları halen duruyordur. İşte kritik nokta da arabanın çalışması için hakkaten ittirilmesi gerektiğidir. Bu gerçeğin farkına varamamak kişi için üzücü sonuçlar doğuracaktır. İşte yazarın buradaki ayrımı iyi yapamadığını düşünüyorum. Şu bağ kurma ihtiyacı konusuna girelim. Yazarın bu konuda söylediği her şeye katılıyorum. Söylemesi zorumuza gidebilir ama insanın ihtiyacı olan şey başka insanlar. Yok efendim ben bana yeterim, insan her zaman önce kendini düşünmelidir, kimse benden değerli değildir falan da filan. Geçiniz bu martavalları. Yazar da zaten kişiliğini sat, kendini yok say geç demiyor. Kendimizi koruyacağız, varlığımızı yadsımayacağız, bunlarda bir sıkıntı yok. Ancak karşılaştığımız her durum gerçekten de kendimizi korumamız ve ilk plana almamız gereken ve varlığımızı tehdit eden bir durum mudur? Böyle durumlar olmadığında kendimizi her zaman ilk plana almamamız bazen daha doğru olabilir ve bu sayede iyi bağlar kurabiliriz, bunun ayırdını iyi yapabilmek gerekir diye düşünüyorum. Kim bu iyi bağlar kuracağımız başka insanlar? Bizi sevdiğini, bize değer verdiğini söylemekle yetinen insanlar mı? Hayır, kesinlikle onlar değil. Bizi sevdiğini, bize değer verdiğini söylemese bile bunu yaşayarak, ilişkiye katılarak hissettiren insanlar. Tabii ki bu bağlar karşılıklı, işte bu karşılığı yakalayabilmeliyiz hayatlarımızda. Bu bağlar nasıl yakalanır, herkesle yakalanır mı? Bu soruların detaylı cevabını size bırakıyorum. Son birkaç şey söyleyip bitireyim. Benimki ara ara bir yerlerden bana sırıtsa da ona karşı daha bilinçliyim. Hatta kendisinden hayatı nasıl yaşamam gerektiğine dair çok şey öğrendiğimi de söylemeliyim. Ara ara onun pis sırıtışları bana dokunsa da oldukça mutlu olduğum zamanlar da oluyor. İleride şöyle bir cümle kuracağıma inanıyorum: "Onunla uzun zamandır görüşmüyoruz, benden umudu kesti."
Kaybolan Bağlar
Kaybolan BağlarJohann Hari · Metis Yayınları · 2019703 okunma
··
2.896 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.