Gönderi

264 syf.
·
Puan vermedi
Son Adım
Ayhan Geçgin, 1970 İstanbul doğumlu, ODTÜ Felsefe bölümü mezunu, günümüzün nadide yazarlarından biri. Son Adım ise, yazarın 2011 yılında yayımlanan üçüncü kitabı. Hatrı sayılır edebiyat eleştirmenlerinin desteğiyle, birtakım medya kuruluşları tarafından yapılan çalışmalarda 2011 yılının en iyi kitapları arasında, ilk sıralarda yer bulmuş kendine Son Adım. (Sabitfikir, Hürriyet, Milliyet, Ntv vb.) Ödüllerin ve bu gibi sıralamaların benim için hükümsüz olduğunu belirtmek isterim lakin liste takipçisi okurların bir nebze de olsa ilgisini çekebilir düşüncesiyle yine de bu bilgiyi iliştirmek istedim. Çok sevdiğim yazarlardan biri olan Hüseyin Kıran sayesinde tanıştım ben Geçgin ile. (Okumayanlar Kıran'ın Resul adlı eserini de markaja alsınlar lütfen)Ayhan Geçgin'in ise ilk olarak, Balyoz davasını konu alan son kitabı "Bir Dava" sını edinip, okudum. Akabinde bahsi geçen kitap bu sene 49.Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kucakladı. Son Adım' a gelecek olursak; 2020 yılının sonlarına yaklaştığımız şu günlerde, bu yılımın zirvesine yerleştirecek bir eseri okumuş olmanın gururunu taşıdığımı belirtmeliyim. Bunca yıl neden göremedim, bu kitabı bana beden tavsiye etmedi kimse diyerek bayağı hayıflandım doğrusu. Geçgin, aldığı felsefe eğitiminin de katkısıyla inanılmaz bir iş çıkarmış ortaya. Niteliksiz edebiyatın tabiri caizse arşa vardığı günümüzde, kurmaca ile felsefeyi birleştirerek, edebi detaylardan taviz vermeden tertemiz, pırıl pırıl bir ürün meydana getirmiş. Eserin tümüne ikinci tekil anlatım hakim. Şöyle ki, ana karakter gerek kendini gerek olayları aktarırken hep "sen'' dili ile hareket ediyor. İlk başta bu duruma biraz yabancılık çekilse de, en fazla üç sayfa sonunda alışıyor, kendinizi karakterin yerine koyarak, akışa bırakıyorsunuz. " "Belki yarım bir şey yoktur, diye düşünüyorsun, belki yarım hiçbir şey yoktur, her an aynı zamanda tam, bütün, eksizdir. Belki her yaşam, bir aylıkken ölen bebekten doksan yaşında ölen ihtiyara kadar tamdır, eksiksizdir." Ana karakterimize gelecek olursak, adıyla Ali İhsan, namıyla Alisan... Camus'nün Meursault'u kadar yabancı, Yusuf Atılgan'ın Bay C'si kadar aylak ve Oğuz Atay'ın Selim Işık'ı kadar tutunamayan bir karakter. Yaşamak için gerekli her aktiviteyi zorunlu bir görev kabul eden ve bu amaçla yapan, yaşamış olmak için yaşayan, kendisini hem ailesinden hem toplumdan soyutlayan bir ayrıkotu pozisyonunda Alisan. Zamanla çevresindeki insanlara evrilme halini alıyor bu pozisyonu, lakin işe yarıyor mu bilinmez! "Cumartesi, bir tatil gününde yapacak ne var? Hiçbir şey. Yapacak hiçbir şey bulamıyorsun. İnsanlar ne yapıyor. nasıl vakit geçiriyor? Ne yapıyorlarsa. bunları nasıl yaptıklarını anlayamıyorsun. 'Dünyam küçüldü' diyorsun kendi kendine. Dünyam o kadar küçüldü ki belki ben bile onun dışında kaldım." Alisan aslen Bingöl'lü. Malum zamanların malum şartlarından dolayı İstanbul'a göç etmiş bir ailenin küçük oğlu. Eskişehir'deki üniversite tahsilini yarım bırakan, babası ve annesini kaybeden, abisini de Rusya'ya kaptıran Alisan'ın elinde sadece seksenli yaşlardaki babaannesi kalır. Babaannesi Süslü ile tekdüze bir yaşam süren Alisan, çok uzun vadeli olamayan farklı birçok işte çalışır. Kadınları sever ama genelde soyut bir biçimdedir bu sevgisi,düşlerinde sever, okşar onları. Ta ki dul komşuları Kader'i tanıyana dek! "Aslında adın Ali İhsan, ama çocukluğundan beri Alisan diyorlar, sen de adını söylerken öyle diyorsun. Burada, Küçükçekmece'de, sıvaları dökülmek üzere olan beş katlı apartmanın dördüncü katında üç oda, bir salonluk evde babaannenle birlikte yaşıyorsun. Bir zamanlar ev kalabalıktı, dede vardı. Anne baba vardı, ağabey vardı. Misafirler, köyden gelenler, akrabalar, yatıya kalanlarla hiç boş olmazdı ev. Şimdi düşününce evin böyle boşalmış oluşuna şaşırıyorsun." Ve gün olur, en son çocukken gördüğü, Tunceli-Bingöl sınırındaki köyüne, Düzova'ya bir haftalığına gitmek zorunda kalır Alisan. Köy aslında artık köylükten çıkmıştır, tüm akrabaları ilçelere, şehirlere göç etmiştir ama Alisan mecburdur gitmeye. 80'li, 90'lı yılların ölüm makinaları kabul edilen beyaz Toroslarla tanışıklığı, bu yolculuğun bir hatırası olarak kalacak Alisan'da. Bu, köye gidişin başladığı kısım ise gerçekten roman içinde roman cinsinden. Yazar, her ne kadar numaralandırıp belirtmese de, kitap İstanbul ve Düzova olarak iki farklı bölümden oluşuyor. Köyde yaşananlar ise örgümüzün dönüm noktası. "İnsanı içler acısı bir şeye, bir paçavraya, acı çeken, acıdan başka bir şey bilmeyen bir şeye, küçültülmüş bir şeye, bir zavallıya, bir hiçe çevirmek istiyorsunuz. Ama ne yaparsanız yapın insanı bir hiçe indirgeyemezsiniz. Gerçeği mi istiyorsunuz, işte gerçek; insanın içinde ölümsüz bir şey vardır. İnsanın içinde yok edilemez bir şey vardır." Ne kentli ne köylü olmayı başarabilmiş olan Alisan'ın başından geçenler hiç kuşkusuz her okurunu bir derinliğe sürükleyecek cinsten. Anadolu bilhassa doğu insanının kimlik meselesini Alisan üzerinden masaya yatıran yazar, bu kimlik arayışı haricinde, göç olgusu ve köklerinden kopmanın sancılarını da evrensel bir dille kompoze ediyor. Bunları yaparken de emin olun ses tonunu hiç yükseltmiyor. İşte bu sebepten ötürü Son Adım için "sessiz bir çığlık" yakıştırmasını çok uygun buldum ben. Bu çığlığa lütfen kulak verin...
Son Adım
Son AdımAyhan Geçgin · Metis Yayıncılık · 2011295 okunma
··
623 görüntüleme
Arzu kuran okurunun profil resmi
Emeğine sağlık ne kadar güzel yorumlamissin sayende kitabı listeme ekliyorum:)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.