Gönderi

160 syf.
9/10 puan verdi
Wilhelm Genazino'nun bu eseri için ilk olarak aldığı akademik eğitimin hakkını vermiş diyebilirim. Baştan sona kadar felsefik, sosyolojik çıkarımlarla okuyucuyu düşünmeye sevk eden anlatı tarzındaki bu eserlere ayrı bir hayranlık duyuyorum. Karakterimiz olan Gerhard Warlich Felsefe mezunu ve Heidegger üzerine de Doktora yapan birisidir. Aslında arka kapaktaki bu cümle karşılaşacağımız anlatım hakkında bizi epeyce bilgilendiriyor. Asıl nokta bu tarz kitapları okurken akışı kolayca takip edebilir olma durumudur. Mükemmel bir gözlem yeteneği olan bir karakter var ve okur "iç ses"in sıçrayışlarına ayak uydurduğu zaman bu kitabı büyük bir zevkle okur diye düşünüyorum. Gözlem yeteneği üzerine karakter: "Gözlemcilik yaşamımda sadece yarı doğaüstü olaylar olduğunu, bu olayların beni teselli ettiğini ve rahatlattığını tespit ettim, hepsi o kadar." İşte bu "gözlemcilik" karakterimizin hem etrafında yaşanan olayları hem de kendi eylemlerini en ince ayrıntısına kadar anlatmasına yardımcı olacak ve bizi bu becerisiyle beraber sürükleyecektir. Bu tarz kitaplarda okuma eyleminden ziyade sürüklenme eyleminin geçerli olduğunu düşünüyorum. İki satır arasında bile değişen ani konu geçişleri, ruh hallerinin değişiminin sürükleyici etkisi ile ilerleriz. Banka koyduğu plastik poşetin markasının görünmemesi için uğraşan bir karakterimiz var. Bu durum aslında toplumsal tepkilerin, bireysel eylemlerin yönetmenliğini nasıl icra ettiğinin ufacık bir örneğidir. Hangi mağazanın poşetini ulu orta yerde sergilemekten çekiniyoruz ya da çekinmiyoruz? Her yerde bir etiket farkı almış başını gidiyor.. Dikkatimi çeken durumlardan biri karakterin felsefe eğitimi almış olmaktan kaynaklı yansıttığı üstünlük durumudur. Çıkarımlardan bahsetmiyorum kendi iç konuşmalarına yansıyan "düşünme mekanizmasının mükemmellik" olgusuna çokça yer veriliyor. Bununla beraber Felsefe eğitiminin toplum nezdinde değer görmediğini de karakterin Çamaşırhanede alt kademeyle işe başlayarak sonra yavaş yavaş organizasyon müdürlüğüne yükselmiştir. Akademik olarak değer verilmeyen bir bölüm mezunu olan karakterimiz iş ve günlük yaşamında felsefenin katkıları ile "Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk''u kovalayabilir hale gelmektedir. Kitabın ilk yarısının bana çağrışım yaptırdığı iki eser oldu biri Henry David Thoreau'dan Doğal Yaşam ve Başkaldırı. Gerhard Warlich'in kendi dış görünüşüne "gerektiği kadar" önem vermesi, eskiyen kıyafetlerini kız arkadaşının önemsediği kadar önemsememesi, sadeliğin savunuculuğunu yapan minimalist bir isim olan Thoreau'yu çağrıştırdı bana. Düşünce olarak örtüştürdüğüm birkaç nokta oldu. Thoreau'nun kitabını okurken fazla eşyanın, yeni eşya alma hevesinin bizi sürüklediği mutsuzluk durumunu okumuştum. Mutsuzluk zamanlarını azaltabilecek her yolu denemek gerekiyor Doğal Yaşam ve Başkaldırı kitabı da bir yol gösterebilir.. İkincisi ise: Ahmet Cemal'in Dokunmak adlı kitabı. Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk kitabında karakter eski pantolonu balkona asıp çözülüş sürecini gözlemleme gibi bir gaye taşıyor. Ahmet Cemal ise balkonda sararıp, ufalanan rüzgarla beraber yok olan defterleri anlatıyordu bir öyküsünde... Giysiler üzerine kitaptan bir alıntı ile bu faslı kapatalım: #91672451 Kitapta üzerinde durulan bir başka konu kadın-erkek ilişkileri üzerinden başlayan ve evlilik-çocuk ilişkisine doğru evrilen ikili ilişki. Bir ilişkiyi yürütebilmek için kendimizi ne kadar sınırlandırabiliriz? Ya da içimizden geçenlerin ne kadarını söylüyoruz? Karakterin İçine konuşan o sese kulak verdiğimiz zaman dilsel söylemlerin, içsel söylemlerle pek örtüşmediğini görüyoruz. Ki bu hepimiz için geçerli bir durumdur. Kişiliğimizi biraz da söyle(ye)mediklerimiz oluşturmaz mı? İç sesimizin arka planında: Tramvalarımız, çocukluk yıllarımız, karşımızdaki insan hakkında kurguladığımız arzular, düşünceler, niyet okumalarımız, dile gelmeyen tüm çığlıklar, bağırışlar, feryadlar ve figanlar yer alır yani biz dağının görünen kısmı ile kişiliğimizi yansıtırken geri kalan taraflarımız ise karşımızdaki insan için ilk başlarda belki de uzun yıllar "karanlık taraf" olarak kalacaktır. Kitapta bu durumun yansımalarını da sık sık okudum. Evlilik kurumunun yıkıl(a)mayan geleneksel bürokrasisine de değinmiş yazar. Birlikte yaşayan bir çiftin olası bir trafik kazasında hastanede görüşmeyecek oluşları bile toplumun, yasaların evlilik kurumunu "mükemmel" bir şekilde koruduğunu gösteriyor bizlere. Karakter: "Hastanelerin bürokrasisini aşmak için insan evlenmek zorunda mı?" diye soracak ve "Bekar Anne" deyimi üzerinden kadınların geleneksel toplumlarda durumlarına yer verecek: #91673737 "Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk" başlığı bile kitabi ilgi çekici kılıyor. Kitapta yer alan şu bölüm üzerinden biraz konuşup bitirmek istiyorum: "Basit birkaç cümle üstüne düşünmek istiyorum. Örneğin şu cümle: Mutluluk için böyle bir mücadele gerekmemeliydi." Mutsuzluk bir sürü şeyden kaynaklanabilir lakin en temelde "doğum belgesinin şanslılığına" göre şekillenir. Özellikle bu ekonomik şartlarda ve bu Türkiye'de doğum belgesi çok büyük bir öneme sahiptir. Bazıları kader diyebilir bazıları tesadüf diyebilir ben işin dini boyutu ile pek ilgilenmiyorum yaşadığımız dünyadaki cehennemin acılarını dindiremeyen dinlerin tek amacının bir "öteki taraf mutluluğu" olduğunu kabullenmiyorum. O yüzden elimizdeki şartlar üzerinden yorumlar getirmeyi daha doğru buluyorum. Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk'u yakalamak mümkün mü? 10 yıldan uzun süreli arkadaşlık geçmişim olan insanlar beni tanımlarken benim düzen, toplum ve genel aksaklıklar konusunda (bana göre gerçekçilik) çok kararamsar olduğumu daima dile getirirler. Ben sorunu netleştirmenin daha çok işe yarayacağını ve kötü şeyleri dile getirmeyince de ortadan kaybolmayacaklarını sadece göz ardı edileceklerini savunuyorum. Toplumsal meseleleri dile getirmekten çekiniyor olabiliriz (ki ülkece çekiniyoruz çünkü her gün yeni bir toplumsal mesele çıkıyor ortaya.) Bireysel sorunlarımızla yüzleşmedikçe yapay bir mutluluk peşinde koşup duracağız. Zayıflıklarımız, zaaflarımız ve imkansızlıklarımızla varız bu dünyada ve var olmaya devam edeceğiz yabancılaşma sorununu hallettikten sonra bunlarla beraber mutlu olma uğraşlarını başlatabiliriz diye düşünüyorum. Ne kadar yalansız (kendimize ya da başkasına) yaşarsak o kadar iyi.. Gerçek manada şartların eşitsizliğine her gün şahit olacağınız bir ortamda bulunuyorsanız kendi sorunlarınızın üstesinden gelme beceriniz (duyarlılık durumuna göre değişse de) gün geçtikçe daha da gelişiyor. Ve en önemlisi okumak.. okuma eyleminin aydınlatıcı etkisinin gün geçtikçe arttığını hissediyorum. Mutlu olmak için okumuyorum ama her ruh halinde okuma eylemini devam ettirmek beni mutlu ediyor bunu biliyorum...
Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk
Mutsuzluk Zamanlarında MutlulukWilhelm Genazino · Ayrıntı Yayınları · 20204,159 okunma
··
135 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.