AŞK BİR İNTİHAR MI YOKSA DİRİLİŞ Mİ?Aşk nedir?
Sanıyorum ki yeryüzünde çok sayıda farklı cevabı olan tek soru budur. Öyle ki bu soruya hepimizin vereceği bir cevap muhakkak ki vardır. Bizler bu soruyu ya olması gerektiğine inandığımız şekliyle ya da yaşadığımız tecrübelerden ve gözlemlerden yola çıkarak kendi düşünce ve duygularımızı harmanlayarak yanıtlarız. Tek soru, milyonlarca cevap. Bunca farklılığa rağmen biraradalığımız, çeşitliliklerimiz, benzer duygularda buluşmalarımız bizi biz yapan, insanlığımıza değer katan şeylerdendir elbette ki. İnsanların duygularını geliştiren de farklılıklardır bir bakıma.
Fazlasıyla farklı, fazlasıyla önemli pek çok dehanın aşk hayatlarını içine alan, başarı, gelişim, arayış ve yokoluş gibi hayatlarının kırılma noktalarını da anlatan mini biyografilerinden oluşan bu kitap çok sayıda araştırmacı ve yazarın kaleminden çıkmış kolektif bir eserdir. Her ne kadar hacimli oluşu ilk etapta göz korkutsa da, içerik bakımından zenginliği ve anlaşılır dili ile bu kitap keyifli bir okuma yolculuğu sunuyor herkese.
İlk başta sorduğum soruyu kitapta geçen dehaların yaşamlarına bakarak birkaç örnekle cevaplamak, daha doğrusu yorumlamak istiyorum. Zira bu soruya hiçbir zaman nesnel bir cevap verilemez kanımca.
Aşk nedir? Bir intihar mıdır yoksa diriliş mi?
Kimilerine göre aşk, bağımlılıktır. Aşığına sonuna kadar sadık olmak, ona olan bağlılığını takıntılı halde bağımlılığa dönüştürmek, kendi yaşamının, sevgilinin yaşamına bağlı olduğuna inanmak ve öyle sevmektir. Tıpkı Louis Aragon gibi.
Kimilerine göre aşk, anne ve baba arayışıdır. Hayatında anne ya da baba figürünü tam olarak yakalayamayan kişiler, kendilerine bir ebeveyn sıcaklığı, koruyuculuğu, sahiplenişi ve hepsinden önemlisi koşulsuz sevgisini veren aşıklarına sıkı sıkıya bağlanırlar. Aslında çoğu zaman içten içe aradıkları şeyin bir anna ya da baba olduğunu, yaşadıkları ilişkinin iki cinsin aşkından daha farklı bir sevgi türü olduğunu bilseler de bu durumun içinden çıkmaları kolay olmaz. Tıpkı Balzac gibi.
Kimilerine göre aşk, ezici şehvettir. Onlar için aşk aşağılık şehvet duygularının somutlaşmış halidir. Bu kişiler karşı cinsin varlık sebebinin, şehvet ve arzunun en doyumsuz haliyle yaşanması olduğunu savunur. Bir yandan bu ilişki türünü aşağılarken öte yandan aşıklarına karşı öfkeli ve kopmaz bir bağ ile bağlanırlar. Saygı duydukları erişilmez kişileri elde ettikleri anda tüm güzel duyguları kaybeder ve hem karşıdan hem de kendinden kaçış başlar. Bu tür insanlar çalkantılı ve çelişkili iç çekişmelerini ömür boyu yanlarında taşırlar. Tıpkı Baudelaire gibi.
Kimilerine göre aşk, huzurlu bir aile yaşamıdır. Bu kişiler düzenli ve dingin bir aile için yanıp tutuşur, sevince de merhametle bağlanır. Fakat asla aşklarına karşılık bulamaz ve buna rağmen kimseyi suçlamaz. Yıllar boyu karşılıklı aşkı arayıp durur. Tıpkı Beethoven gibi.
Kimilerine göre aşk, belirsizliktir. Bu insanlar bazen aşık oldukları kişinin üstün vasıflarından, bazen de kendi hayatında sahip olduğu nüfuzu ya da itibarı kaybetmekten korkar da aşkını yarı yolda bırakır. Ya ne istediğine karar verememiştir ya da aşkı yaşayacak kadar cesur değildir. Bu korkulu ve belirsiz ruh halleri sebebiyle aşkın sonuna kadar gidemezler. Tıpkı Nazım Hikmet'in güzel annesi Celile Hanım'a aşık olan Yahya Kemal gibi. Benim saygı duymakta en çok zorlandığım ilişki ve davranış türü budur.
Her duygu kendi içinde belli bir değere sahiptir. Nefret, sevgi, merhamet, hırs, öfke, gurur, korku, cesaret. Hepsinin belli seviyede anlaşılabilirliği vardır ve hepsi de belli seviyeden sonra yargılanabilir. Üstelik bu yargılamalar hiçbir zaman nesnel de değildir mutlak da. Benim bu duygular içerisinde bir noktaya kadar anlayabilsem de bir noktadan sonra saygı duyamadığım tek duygu sanıyorum ki korkaklıktır. Elbette insanların her daim kendi açılarından haklı oldukları pek çok yön vardır fakat kaçış, korku, verilen sözlerin tutulmaması benim malesef ki anlayamadığım durumlardır. Hele de bu haller cesur bir insanın aşkına sahip kişide bulunuyorsa saygı duymak bir kat daha zorlaşıyor benim için. Tabi burada bahsettiğim saygı kelimesi günümüzde içi boşaltılan saygı kelimesi ile aynı manada değil. Benim için bir fikir ya da bir davranış, eğer bende hayranlık uyandırıyorsa, beni farklı açıdan bakmaya sevk ediyorsa ya da bana yeni bir şeyler öğretiyorsa saygıyı da hak ediyordur. Bu yüzden Yahya Kemal'in kaçışı saygı konusunda beni zorlayan bir davranıştır diyerek devam etmek istiyorum.
Kimilerine göre aşk, biz olabilmektir. Her anı paylaşabilen, en büyük zorluklara birlikte göğüs geren, her türlü haksızlığa beraber direnebilen, yeryüzünün adaletsizlikleri karşısında aynı inat ve kararlılıkta buluşabilen, aynı amaçlar uğruna tek beden olmayı başaran ve tabiki birbirini çok seven, hayran olunası aşıklar da vardır. Tıpkı Marie ve Pierre Curie çifti gibi.
Kimilerine göre aşk, acıdır. Onlar ömrü boyunca tek bir gerçek aşk ile yaşar. Aşığı için çektiği acıları kutsal sayar. Yaşamdaki en büyük değeri aşk acısına atfeder. Tüm sanatını veya yaşamını bu acı ile yoğurarak en değerli seviyeye taşır. Acı onlar için bir amaç, bir esin kaynağıdır. Bunun nedeni, belki acıyı hem yaşam ile hem de ölüm ile özdeşleştirmektir, belki de aşk acısının verimli bir yaratım gücüne sahip olmasıdır. İşte bu sebeple bu insanlar aşkın en çok acısına aşıktır. Tıpkı Dante gibi.
Kimilerine göre aşk, mecburiyettir. Onlar farklı sevgileri tek bir bedende toplayıp adına aşk derler. Sonsuzluğu onsuzlukta yitireceğini sanar ve öyle bağlanırlar. Aşığından gelen her acıya, eziyete, işkenceye sırf yitirilmiş, belki de hiç var olmamış sevgilerini hapsettikleri için katlanırlar. Hatalıdır bu insanların aşk tanımları bana göre. Gerçekleri içten içe görür, bu aşkın kendi benliğine uymadığını bilir, toplum kabullerine olan tüm isyanına rağmen yine aynı toplumun kalıpları ile öz benliği arasında gitgeller yaşar ve bunlara yine aşk uğruna katlanır. Fakat gün gelip direnci tükendiğinde de gidişleri her şeyden daha vurucu olur. Tıpkı "Yaralarım aşktandır" diyen Furuğ Ferruhzad gibi.
Kimilerine göre aşk, hayattır. Onlar yaşama olan, fikirlerine olan, vatanına olan, insanlara olan sevgisini aşığının benliğinde toplar. Sevginin her çeşidini aşkı ile yoğurur. Kendi benliğinin tamamını aşığının benliğine katar da öyle sever. Onlar aşkın kendisine aşıktır. Tıpkı mavi gözlü dev Nazım Hikmet gibi.
Kimilerine göre aşk, bireysel hazlardır. Onlar hayatındaki kişiyi defalarca aldatmaktan çekinmezler. Cinsel hazları, kendine olan hayranlığın getirdiği haklar olarak görürler. İlişkilerini bencilce, sorumsuzca, düşüncesizce yaşarlar. Yaralamaktan çekinmezler ve asla saygı duyulmayacak bir aşk yaşamını tercih ederler. Tıpkı Victor Hugo gibi.
Kimilerine göre aşk, amaca giden yolda bir araçtır. Sadakat, bağlılık ve saygı haricinde pek çok anlam içerir onların aşkı. Onlar hayat amacı ile aşkı birleştirerek tek bir olgu haline getirirler. Bu olgu ile yaratımlar sergilerler. Aşkı ya da aşığını ilham kaynağı olarak görürler. Saygı duydukları en önemli şey kendi yarattıkları ürünlerdir ve aşk bu ürünlerin ham maddesidir onlar için. Tıpkı Picasso'da olduğu gibi.
Kimilerine göre aşk, fedadır, yıkımdır, pişmanlıktır. Onlar aşkın yıpratıcılığı ile savaşırken bütün hasarı kendi içine, benliğine ve yaşamına yöneltip kendini yok eder. Aşkın en zor çeşidi de budur bence. Çünkü sonrasında gelen pişmanlık duygusu telafisi bazen imkansız durumların yaratımı ve öz benliğindeki yıkımı onarmak mümkün değildir. Kendinden, kendi ellerinle yitirdiklerine yeniden sahip olamamanın hırsı ve öfkesi baş edilmesi en zor duygulardandır. Onlar yaşamlarını feda edenlerdir. Tıpkı Düşünen Adam heykelinin yaratıcısı Rodin'in meslektaşı, sevgilisi ve en büyük rakibi olan Camille Claudel gibi.
Kimilerine göre ise aşk, savaştır. Sevdiklerini ve sevenlerini kaybetmek uğruna toplum tarafından onaylanmayan bir aşkın peşinde, aşığının ve toplumun yarattığı acıya rağmen aşkından vazgeçmeyenlerdir onlar. Kabul görmeyen ve dışlanan aşkını, aşığına ihanet etmemek için, kendini yok etmek pahasına yaşayacak kadar cesurdurlar. Tıpkı Oscar Wilde gibi.
Görüldüğü gibi bahsettiğim bu dahiler bizlere bazı aşk türlerinin örneklerini sunuyorlar. Kitapta onların dışında pek çok kıymetli isim daha var. Salvador Dali, Chopin, Dostoyevski, Tolstoy, Freud, Vincent van Gogh, Frida Kahlo, Sylvia Plath, Karl Marx, Nietzsche, de Beauvoir ve Sartre, Mozart, Kafka ve Che Guevara bunlardan bir kısmı. Hepsi de kendilerinden bahsedilmesini fazlasıyla hak eden güçlü isimler olmasına rağmen ben bu kadarla kalmak istiyorum.
Başta da dediğim gibi aşkı hepimiz farklı şekilde yorumluyoruz. Bu yüzden ben de bu dehaların aşk yaşamlarını okurken kendimce yorumlar oluşturup kategorize etmeye çalıştım. Biliyorum ki farklı kişiler kendi okumalarından daha farklı yorumlar çıkaracaktır. Ben onları okurken belki de haddim olmayarak kimileri ile empati kurdum, kimilerine karşı sempati, kimilerine acıma, kimilerine sevgi, kimilerine saygı, kimilerine nefret, kimilerine öfke, kimilerine tiksinti, kimilerine acıma, kimilerine aşağılama duyguları geçti yüreğimden. Duygusal dünyamda bunlar dönerken zihnim kendini gösterdi ve mantıksal yorumlarım neyse ki ağır bastı. Her ne kadar dahi de olsalar, müthiş eserlerin yaratıcıları da olsalar en nihayetinde onlar da bizim gibi insan ırkına mensuplar ve hepimizin mayası aynı. Hepimiz tüm insani duyguları içimizde barındırıyoruz. Kişiliğimizi şekillendirirken geçmiş yaşantımız en büyük kaynağımız oluyor. Bugün bizi biz yapan şey dünümüzdür. Dün yaşadığımız olaylar, dün kurduğumuz ilişkiler, dün okuduğumuz kitaplar, günden güne zihnimizde değişen ve şekillenen düşünceler bugün bizi var eden şeylerdir ve tabi aynı zamanda onları da. Bu yüzden topluma mal olmuş bu kıymetli insanlar sanatları, bilimleri, edebiyatları, düşünceleri kısacası ortaya koydukları eserleri ile anılmayı ve değerlendirilmeyi sonuna kadar hakediyorlar. Zira istisnasız her insanın özel yaşamı yalnızca kendisini ve ilişki kurduğu insanları bağlar.
Son olarak başlıkta sorduğum soruya bir de kendimce cevap vererek incelememi bitirmek istiyorum.
Bana göre aşk,
Bağlılıktır ama asla bağımlılık değil,
Merhamettir ama asla acımak değil,
Saygıdır ama asla tapınmak değil.
Bana göre aşk,
Kimi zaman fedakarca sevebilmek, kimi zaman karşındakinin özverisinde kendi değerini görebilmektir.
Bana göre aşk,
Ne intihardır ne de diriliştir
Yaşadığın birliktelikten emin olabilmektir.
Huzurlu, saygılı ve neşeli aşklar hepinizin olsun...