Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

295 syf.
·
Puan vermedi
·
29 saatte okudu
1923 yılında Almanya’da Felix Weil ve arkadaşları tarafından kurulmuştur. Weil, Frankfurt Üniversitesi’nde akademisyendir ve Almanya’nın aydınlarındandır. Birkaç arkadaşıyla birlikte Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü adıyla kurmuştur. Frankfurt Üniversitesi’nin bir enstitüsü olarak resmi hayatına başlamıştır. Kendini iyi yetiştiren ve iyi yetiştirilen akademisyenler topluma iyi şeyler katabildiği gibi, topluma ayak bağı olabilecek şeyler de katabilir. Frankfurt Okulu akademisyenlerin bir araya gelmesiyle kurulmuştur fakat bu kendi düşüncelerine katkı sağladığı gibi, zıt düşüncelere de zarar vermiştir. Okulun temel olarak iki yaklaşımı vardır; Medyaya bakış açısı ve ekonominin gelir dağılımının eleştiri vardır. Eleştirel teoride bunlar işlenilmektedir. Frankfurt Okulu’nın yine iki amacı vardır: Birincisi “disiplinler arasılık”tır. İkincisi ise “toplumsal ve tarihsel işçi hareketleri”dir. Okulun legal bir çerçevede kurulması ve dikkat çekmeden hayatını sürdürebilmesi için böyle tanımlar söylenmiştir. Sosyal bilimler anlayışı üzerinde kurulmuştur okulun düşüncesi, ancak buradaki “sosyoloji”nin pozitivist bilim anlayışının eleştirisi ile temellendirildiğini göz ardı etmemek zorunlu. Sosyoloji’den siyasete, psikanaliz’den tarih’e, estetik’ten etiğe ve yanı sıra müzikoloji gibi farklı disiplinleri ve uğraşları bünyesinde toplamış olmasıyla -bir Toplumsal Araştırma Enstitüsü olarak formüle edilmişse de- temelindeki “eleştirel teori” anlayışıyla bakılmalı. Eleştirel teori yani liberal çoğulcu yaklaşımın savunduğu toplumsal bütünleşmeyi toplumsal denetim olarak tanımlamış ve eleştirmiştir. Eleştirel teorinin amacı, kendisine inananları aydınlatmak, dayatılanların açığa çıkarılmasını sağlamaktır. Geleneksel teori, bilimi kullanarak tüm dünyayı manipüle etme ve yönlendirme amacı taşırken; Eleştirel teori bu manipüleyi kırmayı, insanları farkına vardırmayı amaçlar. Eleştirel Teori’nin tespitine göre, bilim toplumu güdümleyen bir ideolojiye dönüşmüştür. Ve eleştirilmesi gerekenlerin başında bilim görünümlü ideoloji vardır. Eleştirel teorisyenleri kullandığı yöntem diyalektiktir. Diyalektiğe göre de, görünen göründüğü kadar ve göründüğü gibi değildir denilebilir. Yani gerçek bazen görünen olmayabilir demek istiyorlar. Eleştirel teorisyenler olaylara şüpheyle yaklaşırlar ve olanı olduğu şekilde kabul etmezler. Pek de haksız değiller gibi, ne dersiniz? Bu noktada eleştirel teori oldukça akla yatkın ve makul geliyor. Tıpkı ideolojiler gibi: ) fakat yine tıpkı ideolojiler gibi bu teorinin de içine girdikçe çatlakların ve pürüzlerin var olduğunun kitabı okudukça farkına varacaksınız. İşin temelinde Marx’ın kapitalizm ve sosyalizm üzerine var olan düşüncelerini dönemin hareketliliğine uyarlamışlardır. Özellikle Batı Avrupa 1. Dünya savaşından sonra bazı konularda cılız kalmıştır. İşçi sınıfı hareketi ve kapitalizm karşısında zayıf durumdadır. Bu zayıflığı da gidermesi açısından Frankfurt Okulu büyük bir boşluğu doldurmuştur. Frankfurt Okulu’nun özellikle neden özgür olmadığımız sorusuna verdiği yanıt önemlidir. Öncelikle birey ya sistemin içine doğar ya da sistemin bir parçası haline gelir demişlerdir. Sistemin içine doğmasından kasıtları; bireyin doğumundan itibaren egemen ideolojiye(televizyon vb. gibi yaşamdaki insanlara empoze eden şeyle) ait olarak pasif bir şekilde yetişmesidir. Sistemin parçası haline gelme durumundan kast edilen şey ise; egemen ideolojiyle büyüdükten sonra bunun farkına varıp zıt düşünerek sivrilmesi, ardından da tepki görmesidir. Bu da ayak uydurma süreciyle suskunluk sarmalına dönüşmektedir. Okul, daha postmodernizmin esamesinin okunmadığı erken bir dönemde, düşün dünyasına tüm postmodern tezlere kaynaklık edecek tohumlar atmıştır. Özellikle modernitenin ve modern toplum bağlamında kapitalist toplumun eleştirisi çarpıcıdır ve günümüzde normal karşılanan postmodern söylemin temeli olarak okunabilir. Örneğin moderniteyi aklı araçsallaştırma, aklı dogmalardan kurtarırken aklın kendisini dogmaya çevirmesi bağlamında eleştirmiştir. Yine kültür endüstrisi bağlamında, kapitalist topluma yoğun eleştirilerde bulunmuşlar, kapitalizmin tüm bireyleri birbirine benzeterek bireyi tek boyutlu kıldığını iddia etmişlerdir. Yaşayan en büyük temsilcisi aynı zamanda modernitenin bitmemiş bir proje olduğunu belirten Habermas’tır. Son olarak Okul dört döneme ayrılır: 1923-33 ilk dönem Enstitünün ilk müdürü olan Grünberg başkanlığı dönemi. Bu süreç, Hitler’in iktidara geldiği döneme kadar sürmektedir. 1934-50 ikinci dönem Hitler’in iktidarına denk gelmektedir. Kuzey Amerika’daki sürgün yılları olarak geçer özellikle okulun ilgi alanı felsefe, kültür, medya ve psikanalize kaymıştır. Bu dönemde ayrıca özellikle Adorno ve Horkheimer ön plana çıkmıştır. Adorno ve Horkheimer yayınladıkları Aydınlanmanın Diyalektiği adlı eserlerinde amaçlarının insanlığın gerçekten insani bir duruma çıkartmak yerine niçin yeni türden bir barbarlığa dönüştüğünü anlamak olduğunu ifade ederler. Okulun Almanya dışına çıkması da popülariterisini arttırmıştır. Sonradan Marcuse de bu okula katılmıştır. 1950-70 Frankfurt’a geri dönüş. Eleştirel teorinin hat safhaya ulaştığına şahitlik ederiz. Tamamiyle Marksist çerçeveden ziyade Neo-Marksist bir yapıyla ele alındığını söyleyebiliriz. Ayrıca bu dönem, en sert eleştirilerin olduğu dönemdir. Kültür endüstrisi bu dönemde konuşulmaya başlanmıştır. 1970 ve sonrası da dördüncü dönemi oluşturur. Frankfurt okulunun son ve kayboluş yıllarıdır. Bu dönemde eleştirel teoriden ve Marksizimden uzaklaşılmıştır. Yani kuruluş amaçları ve temel esaslarından uzaklaşıp liberalizme yaklaşmışlardır.
Frankfurt Okulu
Frankfurt OkuluPhil Slater · Kabalcı Yayınevi · 199817 okunma
·
57 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.