Gönderi

Peygamber ﷺ’in Dindeki Konumu Sünnet ve Yarı Mealciler, Burhanüddin Aldiyaî
Bir Hadis İspat Ölçütü Olarak Kur’an’a Arz Olgusu Esasen Kur’an’a arz olgusu keyfiliğin kamuflaj jargonudur. Yani dine pozitivist bir yaklaşım veya Mutezile rasyonelliğiyle yaklaşıp kendi hava, heves ve isteğine göre yorumlama çabası içerisine girerken ve neticede sekülerizme kapı aralanırken; Kur’an, birinci adım olarak bir nevi maske olarak kullanılmak isteniyor. Onun için Kur’an’ın yoruma kapalı birçok ayetini, kendi fikirlerinin hizasına getirebilmek için bazen çok uçuk yorumlara tabi tutabiliyorlar. Tarihselci yoldaşları da, çoğu ayeti tarihe mal ediyor. Yoksa hadis ilimlerindeki objektif kriterler ile bilimsel metodolojiyi bir kenara atıp, tamamen sübjektif ve gayriciddi akılcılığa soyunmak, her şeyden önce akla ve ilme terstir. Yarı mealcilerin hadis-sünnet taksimatı, tam mealcilerin nebi ve resûl ayrımına benzer bir durumdur. Tam mealciler de, Peygamber ﷺ’i devre dışı bırakmaya çalışırken, Peygamber ﷺ’e itaati emreden ayetler gibi mevzuyla alakalı ayetlerin içinden çıkamayınca böylesi ikili bir konum ayrılığına gittiler. Böylece Kur’an’ı kendine uydurma yolunda bir çıkış bulmuş oluyorlardı. Buna göre Kur’an’da Peygamber ﷺ’e itaati emreden ayetlerin hemen hepsinde resûl kavramı kullanılmıştır. Resûlün yani elçinin görevi, -insanlar arası elçiliğe kıyasla- kendisini görevlendirenin emirlerini ulaştırmakla sınırlı olduğuna göre; resûle itaatin anlamı, Kur’an’a yani Allah’a itaat olmalıdır. [1] Dolayısıyla Peygamber ﷺ’in resûl misyonu, Kur’an ile sınırlı ve ona itaatten kasıt, Allah’a itaat olduğu için, bu açıdan Resûle itaat zorunludur. Tabi bu itaat zorunluğu da onun zamanında yaşamış ve kendisine iman etmiş insanlar için geçerlidir. Aramızda yaşayan bir resûl olmadığına göre, söz konusu ayetlerin içeriği bizi bağlamıyor. Ancak Peygamber ﷺ’in Kur’an dışındaki diğer tasarrufları, onun nebi konumunun kapsamına girer ki, bu açıdan ona itaat gerekmez. Bu sebeple Kur’an haricindeki hiçbir sözünün veya eyleminin dinde bir yeri yoktur. Netice olarak herkes kendi kendisinin peygamberidir ve Kur’an’dan ne anladıysa dini ona göre yaşar. Tabi yapılan bu tanım ve taksimatlar, Peygamber ﷺ ve Sünnet ile ilgili sıkıntılı yaklaşım gibi günümüzün bir problemi olup, ümmetin geçmişinde, önceki muteber İslâm ulemasından bir dayanağı bulunmamaktadır. Yarı mealciler de, gerçekte din adına herhangi bir karşılığı olmayan tevarüsler üzerinden üretmeye çalıştıkları ameli sünnetten yola çıkarak hadis-sünnet ayırımı yapmaktadır. Böylece İslâm ıstılahındaki Sünnet kavramını ortadan kaldırmak için kendilerince bir çıkış bulmuş oluyorlar. Bu da, birinci girişimden biraz farkla Peygamber ﷺ’i devre dışı bırakmaya dönük diğer bir teşebbüsten başka bir şey değildir. Nitekim hâlihazırda akaid ve gaybiyat gibi birçok konuda devre dışı bırakılmıştır. Hâlbuki asıl Sünnet (hadis) olmazsa dinde kaos ve fikri anarşi olur. Temel ibadetler başta olmak üzere hemen hiçbir alanda ittifak olmaz. Nitekim Sünnet’i temelden inkâr eden tam mealcilerin bir kısmı namazı dua olarak kabul ederken, diğer bir kısmı da kendince uydurduğu iki rekât olarak kılıyor. Yarı mealcilerin hadis kabul veya ispat ölçütü olarak ileri sürdükleri Kur’an’a arz mevzusu, bu zeki arkadaşların sandığı veya lanse ettiği gibi hadis kritiğinde yeni bir yol değildir. Aksine İslâm uleması, hadis metinlerindeki zahiri müşkilleri tespit ettikleri ilk zamanlardan beri bir metin tenkit metodu olarak hep kullanmıştır. Her ne kadar bu arkadaşlar da Kur’an’a arzı bir metin tenkidi olarak ileri sürseler de, gerçekte öyle değildir. Zira metin tenkidi, o metnin hadis olup olmadığını ispatlamak değil, hadis olduğu kabul edildikten sonra görünen sorunu ilmî olarak çözmeye çalışmaktır. Oysa bunların yaptığı bu değildir. Kendilerince bir metnin hadis olup olmadığını tespit etmek için Kur’an’a arz ettiklerini söylüyor veya öyle göstermeye çalışıyorlar. Saloganik olarak kulağa hoş gelen Kur’an’a arz olgusu bir hadis ispat metodu yapılamaz. Zira bunu sadece sahih veya sahih ve hasen olarak aktarılan hadisler için mi kullanılacağız, yoksa herhangi bir kaynakta herhangi bir ifadeyle hadis olduğu söylenen her söz için mi uygulayacağız? Eğer sadece birincisi ise, bu durumda arz fikri bir kıstas olamaz. Zira bütün hadisler için uygulanabilecek genel geçer bir kaide değildir. Örneğin senet olarak zayıf görülüp aslında hadis olan bir rivayeti tashih etmez. Dolayısıyla anlamsız olur ve hiçbir getirisi kalmaz. Ayrıca arz kriterinden önce sahih kabul ettiğiniz hadisin kuralı nedir? Kendinizin bir kuralı olduğunu zannetmiyorum. Eğer âlimlerin sahih kabullerine gelirseniz, o zaman ulemanın sözüyle hareket etmiş ve artık kendinize söz hakkı bırakmamış olursunuz. Yok, eğer herhangi bir şekilde hadis diye elimize geçen her söz için işletilecekse –iddianızda uydurma bir söze dayandığınıza göre öyle kabul ediyorsunuzdur- şu halde Peygamber ﷺ, hatta sahabeyle dahi hiçbir alakası bulunmayan ve tamamen yalan ve uydurma olan nice söz veya uygulamayı hadis diye kabul etmek gerekecektir. Zira birçoğu işinize geldiğinden aklınızla uyumlu olması bir yana, Kur’an’a da pekâlâ uygun düşebilir. [2] Belki diyebilirsiniz ki arz kuralı, sadece aykırı gözüken rivayetler için işletilir. Kabul, öncelikle aykırı olanları tespit edebilmek için yine bütün hadisleri arzetmek zorunda kalacaksınız. Aksi takdirde aykırı olanları ortaya çıkaramazsınız. Netice itibariyle böyle bir çıkış temelden akim kalır. Dahası hadis ilimleri açısından Kur’an ile uyumluluk, metin kritiğinde vardır zaten. Dolayısıyla bunu dillendirmeniz tahsilul-hasil olduğundan, abesle iştigalden başka bir şey değildir. Ayrıca sizin nazarınızdaki aykırılık kime ve neye göredir? Sizin için aykırı olan nice hadis var ki mutedil bir Müslüman için gayet makul ve anlaşılırdır. Yani senin aklına uymayan veya senin anlayışına göre Kur’an’ın mealiyle muarız gözüken bir rivayet, benim için akla uygun ve Kur’an ile uyumlu olabilir ki, vakıada da öyledir. Öte yandan bu durum, önü alınamayacak sonuçlara götürür ve hiçbir hadisin güvenirliği söz konusu olmaz. Çünkü herhangi bir hadis, herhangi birinin aklına yatmayabilir veya Kur’an ile hatta bilim gibi çok daha farklı olgularla uyuşmuyor gözükebilir. Çünkü insanların anlayış ve kavrayış düzeyleri farklıdır. Yani herkesin herhangi bir şekilde hadis eleme hakkı doğar. Diğer taraftan bu kuralınızı mütevatir hadisler için de kullanacak mısınız? Zira senet olarak mütevatir gelmişse de, sizin mantığınız açısından bakıldığında metin olarak ahad hadisin barındırdığı olumsuzluklar burada da mevzu bahis olabilir. Mesela «Bana insanlarla savaşmak emredildi» [3] mealindeki hadis zahiri itibariyle Bakara 2/256 ve Yunus 10/99 gibi ayetlere muarız gözüküyor. Eğer hayır derseniz, kuralınız yine kısır kalır ve genel geçer bir kaide haline gelmez. Yok, eğer evet derseniz, aynı güvensizlik Kur’an ayetleri için de mevzubahis olur. Zira bize geliş şekilleri aynıdır. Şu halde Kur’an’ı nereye arz edeceksiniz veya doğruluğunu nasıl ispatlayacaksınız? İşte bu noktada Kur’an’ı sayılara onaylatanlar haklı olmuyor mu? Sonuca bakarsak, bu sloganik kriteriniz bir yönüyle dini alay ve istihza konusu yapar. Başka bir yönüyle güvenilir dini nas diye bir şey bırakmaz. Netice olarak bu olgu, çok sakat sonuçlara yol açmaya pek müsaittir. Başka bir açıdan, bunun uygulaması dahi bir komedi olur. Meselâ bize hadis diye bir şöyle bir haberin ulaştığını varsayalım; Buhari hocasından, hocası bir tabiînden ve o da bir sahabiden rivayet ederek Resûlullah ﷺ’a dayandırır ki; ‘sabah namazı iki rekâttır.’ Şimdi örneklik teşkil etmesi açısından ameli sünnetinizi es geçerek bunun bir hadis olup olmadığını tespit etmek için senediyle birlikte Kur’an’a soralım. Aldık rivayeti, hangisiyle uyumlu, hangisiyle değildir diye Kur’an’ın ayetlerini teker teker taradık. Tevbe Suresi 100. ayet bize sahabinin iyilik yarışında önceliği kazanan ve Allah ﷻ’ın razı olduğu Muhacirler ve Ensar’dan olduğunu söyledi. Diğerleri için de onlara güzelce tabi olanlar olduğunu ifade etti. Hadi İsra Suresi 78. ayet de bize sabah vaktinde bir namazın olduğunu söylemiş olsun. Ancak bu namazın iki rekât olduğunu hiçbir ayete söyletemedik. Bu durumda ne yapacağız, Kur’an ile uyumlu olan kısmını alıp gerisini mi atacağız, yoksa haberi temelden mi sileceğiz? Hangisini yaparsak yapalım, bir Kur’an’a arz örneği olarak hem bu hükmün ve hem de buna benzer daha nice ahkâmın doğruluğunu bütüncül bir şekilde nasıl sağlayacağız?!.. Bunu vakıada olmuş bir örnek üzerinden de uygulayabiliriz. Mesela Resûlullah ﷺ’ın on bir eşi olduğunu ve vefat edince nikâhında dokuz tane bulunduğunu biliyoruz. Bu durum bize rivayetler yoluyla gelmiştir. Şimdi bu vakıayı aktaran rivayetleri Kur’an’a arzettiğinizde, en başta Nisa Suressi 3. ayete göre ya bu gerçeği inkâr edeceksiniz ya da haşa Peygamber ﷺ’in Kur’an’a aykırı hareket ettiğini söyleyeceksiniz!... Bu arkadaşlarımıza şunu da sormadan geçmek olmaz. Acaba şimdiye dek kaç hadisi Kur’an’a arz ettiniz de; ne kadarı uygun, ne kadarı çelişik çıktı? Bunu belirtin ki, Müslümanlar da istifade etmiş olsun. Eğer yapmadık diyorsanız, bari hemen şimdi Allah ﷻiçin mevcut hadisleri Kur’an’a arz edip, kabul edilebilirler ile edilemezlerini birbirinden ayırarak şu gariban ümmete bir fayda sağlayın. Çağlar boyu binlerce uleması böyle bir şey yapmayı akletmemiş, becerememiş; bari siz rızayı ilâhi için, dini bir çelişki ve tartışmalar yumağı yapmış hadislerden kurtarmak adına yapın ve dinde kabul edilebilecek bir hadis külliyatı oluşturup ümmeti halas edin. Cenneti kazanmanız için bu size fazlasıyla yeterlidir. Farzlarınızdan başka bir şey yapmanıza gerek kalmaz. Aksi takdirde, Allah ﷻ’ın size bahşettiği bu nimeti heba ettiğinizden, ağır hesabını veremeyeceğinizden, helak olursunuz!.. ----------------------------- [1] Oysa böylesi ayetlerin hemen hepsinde, Peygamber ﷺ’e itaat emredilmeden önce Allah ﷻ’a itaat emri zaten vardır. Netice olarak ayetlere yönelik bu yorumun, Allah ﷻ’ın veciz kelamında gereksiz ve yersiz bir tekrarın olduğunu ileri sürmekten başka bir anlamı bulunmuyor. [2] Nitekim bu arkadaşlar, aşağıda verdiğimiz “Benden bir hadis rivayet edildiğinde, onu Allah’ın kitabına arz edin...” uydurma sözü, hadis diye düşüncelerine dayanak olarak gösterebiliyorlar. [3] Buhari: (1317)- [1400], Müslim: (2548)- [2606] Bu hadisi Peygamber ﷺ’den yaklaşık 20 sahabi ve sadece Ebu Hüreyre (ra)’den de yaklaşık 30 tabiîn nakletmiştir. Bu haliyle mütevatir bir hadis olarak râvi sayısı sonraki nesillerde daha da artmıştır. [Peygamber ﷺ’in Dindeki Konumu Sünnet ve Yarı Mealciler, Burhanüddin Aldiyaî]
·
51 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.