Gönderi

137 syf.
·
Puan vermedi
Aptallaşıyor muyuz? Özgürleşiyor muyuz?
Öncelikle bu incelemeyi okumayı düşünüyorsanız biraz zaman harcamanız gerektiğini söylemeliyim. Zira kitap akıcı olmayan bir dille yazılmış. Kitabın incelemesini yapan saygıdeğer okurlar da anlatmak istediklerini anlatamamışlar. Ben de bir cahil olarak bunu kendime anlatmaya çalışacağım. İncelemede yararlandığım kaynakları da ekleyeceğim. Umarım anlaşılabilir olur. Çünkü kitap: "İnsan isterse kendisi anlayabilir. Açıklamaya gerek yoktur." diyor. Bakalım öyle mi? Başlamadan önce kitabın arka kapağının bir hayli yanıltıcı olduğunu kendime itiraf etmeliyim. Çünkü ben kitabı bir hikaye kurgusuna yedirilmiş şekilde anlatılacağını düşündüm. Jacotot'un (Jakoto diye okunuyor) gözünden anlatılacakmış gibi bir hayalle satın aldım. Ama öyle bir şey yok. Didaktik bir yazıma sahip. Felsefeye ilgi duyan biri olarak yazarın felsefe bilgisi bana ağır geldi. Gelelim benim yanlış anladığım ve bu yüzden kitabı anlamakta zorlandığım kilit noktaya. İkidilli Telemak ne arkadaş? İki adet dil çevirisine sahip demekmiş. Telemak bir roman. Didaktik bir roman. Neyi anlatıyor bu roman. Kitabın temasına uygun ideal devlet anlayışı ve eğitim üzerine bir anlatıma sahip*miş*. Her neyse Fransa'nın o zamanki siyasi koşulları itibarıyla Jacotot Fransa'dan kaçmak zorunda kalmış. Kendisi liberal bir zat. O zamanlar da aşırı kralcılar ve liberaller var. 1815 yılında aşırı kralcılar başa geçince arkadaşlarının isteği üzerine meclis üyesi olan Jacotot Hollanda'ya topuklamış. Jacotot gerçekten yaşamış. Ben kitabın soyut anlatımına o kadar çok alışmıştım ki Jacotot diye biri yok sanıyordum. Hollanda'da kralın nezaketiyle yarı maaşlı bir öğretmenlik görevi üstlenmiş. Leuven (Lövın gibi okunuyor) Devlet Üniversitesi'nde Fransız dili ve edebiyatı üzerine öğretim görevlisi olmuş. Ama durun! Leuven Belçika'da bir kent. Nasıl olur da Hollanda oluyor? O zamanlar (1815-1830) yılları arasında Hollanda Birleşik Krallığı himayesindeymiş. Sonradan Belçika'ya taşınmış Katolik üniversitesi olmuş falan filan. Çok fazla uzatmak da istemiyorum açıkçası o yüzden kaynaklardan ulaşabileceksiniz. Kaldığımız yerden devam edecek olursak Jacotot abimiz gitmiş ama gram Felemenkçe bilmiyor. E haliyle öğrenciler de Fransızca bilmiyor. Ortak bir dilde anlaşamadan nasıl öğretebilir ki? İşte o anda Telemak'ı buluyor. Şans eseri. Tercüman aracılığıyla hem Fransızca hem de Felemenkçe yazılmış bu kitapta sözcüklerin yazımlarını karşılaştırmalarını istemiş. Kitabın yarısına geldiklerinde öğrenciler kendiliğinden Fransızca kelimeleri ve dil bilgisi kurallarını çözmeye başlamışlar. Kitabın yarısından sonra da Jacotot öğrencilere kitap hakkında anladıklarınızı Fransızca olarak bir kâğıda özetlemesini istemiş. Ve sonucu tam bir fiyasko olarak beklerken. Öğrenciler başarı göstermişler. Kitapta buralar iki cümle ile anlatılıyor. Sonrası tam bir beyin fırtınası. Şimdi kendime kitabın bana bu öğrenme şeklinin nasıl olabileceğini anlatacağım. Şimdi burada öğretmen bilmiyor. Öğrenci de bilmiyor. Saygıdeğer Youtuber(!) İlker Canikligil'in bir sözü vardır: "Bilmediğini bilmeyene ne denir Nazım?"... Nazım: "Cahil!" Yani benim anladığım, sınıf topluca cahil. Zekâlar eşit. Kimse bir şey bilmiyor. Karşımıza burada deneycilik çıkıyor. Hani şu meşhur "Boş levha" kavramı. Yazar da "Bilgiler içimizde var." tarzında söyleme sahip İdealizme de veryansınlar ediyor :D Alıntıda da paylaşmıştım. İdealizmin savunucularından Sokrates'i eleştiriyor. Sokrates bir tane köleye hiçbir şey bilmediğini söylediği halde kafasından matematik problemi çözdürmeyi gösteriyor. Bunu ona *açıklayarak* yapıyor. Yani köle Sokrates olmadığı sürece hiçbir şey yapamaz hâlde. Kitabın yazarı Ranciere: "Bu apaçık aptallaştırmadır." diyor. Öğrenci açıklamaya muhtaç değildir. Tanrı insanı kendisi öğrenebileceği şekilde yaratmıştır diyor. Öğretim şeklinin de parçadan bütüne değil de bütünden parçaya göre olmasını daha doğru buluyor. Örneğin biz okuryazar olarak ilk önce harfleri öğrendik. Hatta sayfalar dolusu "a" yazdık. Güzel yazmıyoruz diye cetvel indi elimize. Hoca bağırdı: "Bu A! Böyle yazacaksın anladın mı!" Öğrenciler saatlerce yazdılar. Sonra heceleri öğrendik. Sonra kelimeleri... Evet okumayı, yazmayı öğrendik. Parçadan bütüne giderek öğrendik. Ranciere diyor ki bunlar için bir öğretmene ihtiyacımız yok. Çocuğunu okula gönderemeyen yoksul ve cahil anne baba bilmediğini öğretebilir. Her gün ettikleri dua ya da söylemi okuma yazma bilen biri tarafından kâğıda yazdırılıp, çocuklarına oradaki kelimeleri ayırt etmesini, kelimedeki sesleri ayrıştırarak harfleri öğrenmesini sağlayabiliriz diyor. "Pijamalı hasta yağız şoföre çabucak güvendi." Bu cümlede Türkçe'nin tüm harfleri mevcut. Pangram adı verilen bu tür cümlelerle tüm alfabeyi öğretme imkânınız var. Öğretmene de gerek yok. Çünkü öğretmen olursa kişi kendini bilgisiz, cahil olduğunu kabulleniyor ve öğretmenin kendisinden daha akıllı olduğunu zannediyor. Bir kişiye açıklama yapmak onun özgürleşmesini engellemektir. Yani kendi potansiyelinin farkına vardırmamaktır. Bu yüzden onlara açıklama yapmak onları zekâ konusunda eşit olmadığına inandırıyor. Jacotot zekâların eşit olduğuna inanaraktan bu felsefi düşünceyi ortaya çıkarmıştır. Duadan örnek verecek olursak "Allah'ım" veya "Tanrım" diye başlarız genelde. Çocuk Allah kelimesindeki baş harfi ve sonrasındakileri tanıyarak hangi ses olduklarını analiz edebilir. Ben küçükken çocuk kanalı izlediğimde "REKLAM" yazısının harflerini okumasam da o yazıyı gördüğümde reklam diyebiliyordum. E bir de "Reklamlaaar!" diye bağıran biri de olunca öğrenmiştim. Kitabın öğretmeye dair bakış açısı bu söylediğim örnekler üzerinde çok aşağı seviyede kalır. Özgürlük, irade, zekâ, vb. bunların hepsi soyut kavramlar ve kitabın ağır gelmesinin sebebi de bu olsa gerek. Kitaptan anladığıma göre irade, zekâdan önce gelir. İrade nedir? En basit şekliyle dilek, istek demektir. Yani kitapta anlatılan felsefe "Bir şeyi öğrenmek istiyorsanız ilk önce onu istemelisiniz" cümlesiyle özetlenebilir. Peki zekâ nedir? İnsanın düşünme, akıl yürütme, nesnel gerçekleri algılama, kavrama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tümü. İsteğimiz, bu zekâ kavramındaki maddeleri yönetmemizi sağlamalıdır. Kitabın demek istediği tam olarak bu. İrademiz zekâya hükmetmeli. Yukarıda bahsettiğim özgürleşme konusu da iradenin önemli olduğunu vurguluyor. Ben kitaptan bunları anladım. Biraz da araştırdım tabii ki. Ama zekâlar eşit değil. Ben burada "Sözelciler matematik yapamaz." gibi basmakalıp bir cümle söylemiyorum. Öğrenme konusu bugün çözülmüş olsa insanlar medeniyet olarak çağ atlamış olacaktı zaten. Bunu çözemememizin asıl nedeni bence kim olduğumuzu ve beynimizin nasıl çalıştığını bilemememiz... İnsan Beyninin Gizemi adında yakın zamanda bir kitap okudum. Meşhur bir kalıp vardır: Sağ lobu güçlü olanlar çok iyi resim yaparlar, hayal güçleri iyidir; Sol lobu güçlü olanlar çok iyi analitik düşünürler... Beyinde sadece iki lob olmadığını bilerekten :D genel anlamda ikisine de ihtiyacımız olduğunu öğrendim. Sayılar içinde boğulan bir muhasebeci rahatlamak için müzik açar. Şu an bu cümleleri yazarken fonda enstrümantal müzik çalıyordu. Anlatmak istediğim ikisine de ihtiyacımız olduğu. Korpus Kallosum da buna yardımcı oluyor. Kendimize yardım etmeliyiz. Her şeyi anlamak zorunda değiliz. Ancak anlamaya çaba göstermek bizim isteğimize kalmış. Buraya kadar okuyan kişilere çok teşekkür ediyor düşüncelerinizi bekliyorum. İyi okumalar... Kaynaklar: bit.ly/3Dj4Cs8 adresinden tüm kaynaklara ulaşabilirsiniz.
Cahil Hoca
Cahil HocaJacques Ranciere · Metis Yayıncılık · 20142,310 okunma
·
150 görüntüleme
Süleyman Sina Çelik okurunun profil resmi
Öğretmenlerin ve okulun olmaması gerektiğini düşünüyorum.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.