Roma'da hiçbir şekilde halk dinsizliği olmadı; halk hiçbir zaman inanmayı ve dua etmeyi bırakmadı. Ama kültürlü bir Romalı -bir Cicero, bir Horatius, bir imparator, bir senatör, bir eşraf mensubu- atalardan kalma tanrıların tuhaf cümbüşü içinde neye inanabilirdi? Yanıt kesindir: Bunların tek sözcüğüne bile inanamaz; 4 yy önce de inanmayan Platon'u ve Aristoteles'i okumuştur. Virgilius, son derece dindar bir insan olarak Takdiri İlahi'ye inanır, ama kendi şiirlerinin tanrılarına, Venüs'e, İuno'ya ya da Apollon'a inanmaz. Cicero ve kasıntı ansiklopedici Plinius az buz alay etmezler: Bu insanüstü varlıklar, heykeltıraşlara ve naif inananlara inanacak olursak insana benzerler, diye yazarlar; öyleyse bu figürün içinde bir mide, bağırsaklar, cinsel uzuvlar mı var? İyi de o halde bu ebedi mutlular, organlarını ne için kullanırlar? Roma dininin meseleleri içinde, yönetici sınıfın inancı için başlı başına bir bölüm ayırmak gerekirdi ve bu bölüm Merkür ya da İuno'dan söz edecek yerde şu başlığı taşırdı: "Takdiri İlahi, Rastlantı ya da Kader". Çünkü bütün bir din problemi buradaydı. Dindar ve kültürlü insanlar ve Stoacılığın müritleri gibi bir Takdiri İlahi'ye inanmak mı gerekiyordu? Fizik ve Astronomi (bu aynı zamanda da astrolojiydi) eğitimi almış olanlar gibi bir Kader'e mi inanmalıydı? Ya da her türlü Takdiri İlahi'yi inkar eden çok sayıdaki inanmayanın yaptığı gibi, bu dünyanın karmaşasında yalnızca Rastlantı'yı mı görmelidir? Ama tanrıça Leto'ya kendi tapınağında tapınan, ona heykeltıraşların vermiş oldukları hatları mal eden, kızı olarak Diana kadar güzel bir tanrıçaya sahip olduğu için onu mutlu bulan ve kendileri ana olduklarında da o kadar güzel bir kıza sahip olmak isteyen halktan kadınlara herkes bıyık altından gülüyordu. Kamu dininin muhafızı ve din adamlarının menbaı olan senato düzenindeki doktrin, resmi törenlerle ve halkın saf dindarlığıyla ilgili olarak kabul edilmiş güler yüzlü bir şüphecilikti.