Gönderi

527 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
8 günde okudu
1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Necib Mahfuz, aynı zamanda bu ödüle layık görülen ilk Arap ve Müslüman yazardır. Batılılar kendisine "Ortadoğunun Balzac'ı" lakabını takmışlardır. Balzac, dönemin Fransa'sını oluşturan her katmandan insanı romanlarında nasıl anlattıysa Necib Mahfuz da benzerini ülkesi Mısır için yapmış olsa gerek ki bu lakap verilmiş olsun. Çünkü, henüz bir kitabını okumuş olsam da Necib Mahfuz'dan bu izlenimi aldım. Nobel'i almasında başat aktör olan Kahire Üçlemesi'nin bu ilk kitabında, Birinci Dünya Savaşı atmosferindeki Mısır'da bir ailenin hayatına konuk oluyoruz. Ailenin reisi hatırı sayılır bir esnaf olan Abdülcevat oğlu Ahmet'tir. Ahmet'in boşandığı ilk eşinden bir oğlu, ikinci eşinden iki kızı ve iki oğlu olmak üzere toplam beş çocuğu vardır. Yaşça büyükten küçüğe isimleri: Yasin, Hatice, Fehmi, Ayşe ve Kemal'dir. İkinci ve halen eşi olan kadının ismi ise Emine'dir. Yazarın başarılı geçişleriyle her karakterin hayatını gözlemliyor olsak da bunlardan başlıca üzerinde durulan isim Ahmet beydir. Ahmet bey, evinde ayrı dışarıda ayrı kişilik özellikleri sergilemektedir. Evinde oldukça katı ve sert otoriter baba figürü olarak karşımıza çıkar. Öyle ki, dönemin Mısır'ı için bile bu tutumu fazladır. Kızları ve eşinin dışarı adım atmalarını geçiyoruz, pencereyi açıp bakmaları bile şiddetle cezalandırılmaları yeter suç unsurları olarak Ahmet bey nezdinde karşılık bulmaktadır. Bu duruma en iyi örneği, Ahmet beyin iş için şehir dışına çıktığı bir gün, çocuklarının teşvikiyle evlerinin yakınındaki El Hüseyin Camiine gitmesi teşkil eder. Küçük oğlu Kemal'in rehberliğindeki bu deneyim Emine'yi tam manasıyla sarsar: bir yandan her şeyden çok sevdiği Peygamberin torunu Hüseyin'in türbesinin bulunduğu camiyi ziyarete arzu duyar, diğer yandan ise evliliğinde ilk defa kocasına itaatsizlik etmekten dolayı korku... Ahmet beyden başta Emine olmak üzere ailenin her ferdi son derece korkar. Bu korkuyu bilhassa Kemal'in gözünden şahit oluruz. Kemal, okuldan eve giderken güzergahını daha kısa yol olan babasının dükkanının önünden değil de cinli olduğuna inanılan sokaktan geçmek şeklinde belirler. Babasından duyduğu korku, cinlerden duyduğu korkuya galip gelir. Çünkü cinleri gerek annesinden gerekse okuldan öğrendiği dualarla uzaklaştırabilir lakin babasının öfkesine ise hiçbir dua kâr etmez. İlerleyen bölümlerde görüyoruz hukuk öğrencisi, idealist, milliyetçi Fehmi'nin vatan sevgisi babasına duyduğu korkuya galip gelir ve babasına ilk defa karşı çıkar. Buna karşın Ahmet bey, dışarıda oldukça hoş sohbet, sevecen, nazik bir şekle bürünür. Karısının üzerinde mutlak otorite kurmak için argüman olarak kullandığı dinin, neredeyse her gece gitti alemlerde kendisi nazarında göz ardı edildiğine tanık oluruz. Bu âlemlerden ilk dönüşünde Emine, kendisine serzenişte bulunmuş, Ahmet bey ise şiddetle karşılık vermiş ve dine göre kadınların erkeğe itaatkar olması gerektiğini ilk ve son kez belirtip onu uyarmıştır. Bugünden sonra Emine, itaati tam anlamıyla içselleştirmiştir. Öyle ki, annesinin evine bile Ahmet bey götürmezse gitmeyecek, evinin önündeki sokağa bile çıkmayacak hatta kocasının âlemden dönüşünü günün en mutlu anı olarak görecektir. Tüm bunlardan dolayı romanda Emine hanımı en iyi sembolize eden şey cumbadır: her sabah, evin erkeklerinin işlerine, okullarına gidişlerini ve buralardan dönüşlerini, buradan izler; gün içinde ev işlerinden arta kalan zamanlarında seyirlik olarak burada bulunur. Cumbanın müsaade ettiği dar görüş alanıyla Emine'nin itaatkarlığı arasında ters oranı söz konusudur. Ahmet bey kişiliğinin ikiye bölünmesinin yarattığı zorlukları yavaş yavaş yaşamaya başlar: kızlarının düğünlerinde bile soğuk yüz takınır. Yanına aleme gittiği şarkıcının düğün esnasında kendisiyle sohbete gelişi, oğlu Yasin'i yaptığı çapkınlıklar ve daha fazlası olayları nedeniyle paylamaları, kendisi de maddi destek vermesine karşın Fehmi'nin kurtuluş gösterilerine katılımından dolayı ona kızmaları, eşi Emine'nin sadece camiye kendisinden izinsiz çıkmasından dolayı verdiği ceza ve buna benzer olaylarda göstediği reaksiyonlar, onun içinde bulunduğu tutarsız durumu gözler önüne serer. Bu açıdan romanın güçlü psikolojik bir boyutu da söz konusudur. Bu boyuta, Emine'nin mutlak itaatkar tutumunu, bunun hayatına yansımalarını da ekleyebiliriz. Hatta neredeyse ailenin her karakterinin az veya çok tutumlarını, olaylarını ve sorgulamalarını buna ekleyebiliriz. Yasin, romanda insanın yüzünü en çok güldüren karakterdir. Kelimenin tek anlamıyla abaza bir insandır. Kadınlar onun için sadece cinsel bir metadır. Sokakta dolaşırken hepsi çarşaflı olmasına karşın onlar hakkında türlü türlü fantaziler kurar. Babası gibi alemlere gider. Evin hizmetçilerine yeltenir. Bundan dolayı babası, onu çok güzel bir kızla evlendirir lakin Yasin, kısa süre sonra evliliğin sıkıcı ve sıradanlığından kurtulmak için eski huylarına yeniden başlar. Tüm bunlara karşın Yasin insana garip şekilde sempatik gelir. Tavırlarında kendi iradesinden bağımsız bir güç etkiliymiş ve Yasin bu güce karşı aciz kalıp sanki bir mağdurmuş gibi his kaplar insanı. Bunda annesinin sürekli evlenmeleri ve çocukluğunda annesini nahoş bir vaziyette yakalamasının üzerinde yarattığı travmanın da etkisi söz konusu olsa gerek. Tabi çapkın babasının genleri de… Fehmi'nin idealistliğinin tam zıddıdır aynı zamanda Yasin, vatanseverliği de bundan pay alır. Önce kendisi önemlidir onun için. Tüm bunların sonucunda Yasin'de, hedonizmin, bencilliğin, geçmişten kaçışın yarattığı kayıtsızlığın izlerini görürüz. Fehmi'de, zihni faaliyeti yüksek düzeyde olmasının ve milli meselelere duyduğu hassasiyetin yavaş yavaş ailenin diğer fertlerinden psikolojik manada kopuşu ve bundan dolayı oluşan yabancılaşmaya tanık oluruz. Evin kızları Hatice ile Ayşe, bizim dizilerden alışık olduğumuz evin kavga edip duran kız kardeşleri gibidir. Ayşe, sarışın, ince ve mavi gözüyle oldukça güzeldir; Hatice ise burnundan dolayı sık sık alay konusu olan bir çirkinliğe sahiptir. Evlenmelerinden sonra romanda, bu ikiliye fazla rastlamayız. Evin ortaokula giden çocuğu Kemal ise bizim bu dünyaya bakan saf, masum ve muzip penceremizdir. Öyle ki, herkes İngilizlere lanet okurken, onunla kendimizi İngiliz askerlerle oyun oynarken buluruz. Roman oldukça sürükleyici, birkaç sayfa sonra hemen okuru içine çekiyor. Yazarın karakter yaratımı harika, bundan dolayı romanda gerçekçilik ve samimiyet üst düzeydedir. Ayrıca bize benzer bir kültür ve coğrafya olması, romanı bizim için cazip kılan diğer bir faktördür. İyi okumalar.
Saray Gezisi
Saray GezisiNecib Mahfuz · Hitkitap Yayıncılık · 2008235 okunma
··
391 görüntüleme
Mustafa A. okurunun profil resmi
Eline sağlık Kaan. Yine doyurucu bir inceleme olmuş. Benim de merak ettiğim bir yazar. Yazar, muhtemelen Nobel aldı diye vatan haini de ilan edilmiştir. :)
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. :) Beklerim, çünkü Enver Sedat İsrail ile barış görüşmesi yaptığında Mahfuz, Sedat'i desteklemis ve tepki çekmiş. Hatta radikal bir İslamcı hoca ölüm fetvası vermiş hakkında, sonrasında da bıçaklanmış. :)
2 sonraki yanıtı göster
Homeless okurunun profil resmi
İncelemeni okumuştum, hem paylaşmayı unutmuşum hem de kitabı listeme almayı. Ellerine sağlık :)
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, beğenmene sevindim Onur :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.