Gönderi

Christine George tanıştığımız gibi evlenme teklif ettiğinde kız arkadaşım Annie sinirden çılgına dönmüştü. "Tek isteği seninle sevişmek," diye bağırmıştı bana Manila'daki bir apartmandaki tek odalı dairemizde. Cevap olarak, "Kıskanıyorsun," diye bağırmış, hızla banyoya gidip onu arkamda ağlar halde bırakmıştım. Annie'yle üç yıldır birlikte yaşıyorduk. Yediğimiz içtiğimiz de ayrı gitmezdi. Tek eşliydik, sadece birbirimizle sevişirdik; hatta kız kardeşlerimizin eş değiştirdiği partiler sırasında bile. Arkadaşlarımız arasında konu sekse gelince baş muhafazakarlar olarak bilinirdik. George, iş için öğle yemeğinde Payatas'taki o ünlü roket gemisi görünümlü binanın karşısındaki o temiz, kötü mobilyalı restoranda buluştuğum bir Amerikalıydı. Müdürü olduğum anaokuluna bilgisayar bağışı yapmak istediğini yazıyla bildirmişti. Tabii erkeklerden hoşlanmadığımı bilmiyordu çünkü dışarıdan bakınca anaokulu öğretmenlerinden beklendiği şekilde giyinmiştim. Halbuki Annie kısacık saçları ve bol paça kot pantolonuyla tipik bir butch'tu·. Tipikleştirilmekten güceneceğimizi düşünen, politik dili sahiplenmiş akademisyenlere hep kahkahalarla gülmüşüzdür. Ben tipik lezbiyen kadın eş, Annie de tipik lezbiyen kocaydı. Tabii ki gerçek hayatta rolleri değişiyorduk ancak tipik bir çift olarak heteroseksüel dünyayla başa çıkmak daha kolaydı. Üç yıl içinde onlarca erkek bana, genellikle de iş yemeklerinde çeşitli hamleler yaptı. Birlikte iş yapmak istiyorsam saf gülümsememi hazırda tutardım ama bakışlarımla bir profesyonel olduğumu ve işle aşkı karıştırmadığımı belli ederdim. Bu biyolojik olarak erkek olan işadamlarının biri bile onlara karşı fiziksel bir arzum olmadığından şüphe etmezlerdi. Cinsel açıdan Annie'yle tamamen tatmin oluyordum, bana göre dünya üzerindeki en harika sevgiliydi. Bana karşı kesinlikle özenli ve samimi bir aşk besliyordu. O benimle ben de onunla ilgilenirdik. Ülkemizin evlilik tanımındaki yasalarının teknik aksaklıkları sebebiyle yasal olarak evlenemesek de evli bir heteroseksüel çift gibi yaşıyorduk. Ancak bedenimi isteyen bu adamlardan hiçbiri, ilk görüşmemizde "evlilik" sözünü geçirmemişti. Cinsel hamleleri daha ziyade akşam yemeği veya sinema ve konser davetlerini kapsardı. Daha kaba olanları elimi okşar, karşıdan karşıya geçerken ya da masaya ilerlerken koluma girerdi ancak böyle zararsız bir uzvun temasından dahi keskin şekilde kaçınırdım. Açıkçası mecburi el sıkışma dışında bir erkek tarafından dokunulma düşüncesine katlanamıyordum. George ise farklıydı. Çoğu adamın aksine restoranda karşıma değil yanıma oturmuştu. Kolunu hemen sandalyeme koymuştu. Sırtıma dokunmaması için öne eğilmiştim. Hareketimi anlamayıp kolunu olduğu yerde tutmuştu. Bilgisayarlarla ilgili teklifini yapamadan çekip gitmek istemiyordum. Hızla büyüyen anaokulumda üç yüz tane çocuk vardı, alanda avantaj sağlamak için yeni bilgisayarlar kesinlikle işime yarardı. Fiziksel anlamda adamla ilgilenmiyordum. Zaten heteroseksüel olsaydım bile vücudunda çekici bir şey yoktu. Kafası bedenine oranla fazla küçüktü. Göbekliydi. Oturuş pozisyonuyla kötü yontulmuş bir Buda heykeline benziyordu. Kendisini tanıttığında soyadına dikkat etmemiştim. Sadece George Herhangi Biri 'ydi. Yine de okulumdan ziyade sırtıma ya da saçlarıma dokunmakla daha fazla ilgileniyordu. Aslına bakılırsa son moda aletlere sahip olmadıkları halde okulumdaki çocukların ne kadar zeki olduğundan bahsettiğimde sadece başını salladı, sabırsız görünüyordu. Ancak en önemlisi, adam para babası gibi görünmüyordu. Ucuz takımında kat izleri vardı, kravatı indirim reyonundan alınmış gibi görünüyordu, tırnakları bir eğitimcinin "nasıl yapılır" dersi için özellikle kötü bırakılmış gibiydi. Ayakkabılarından bile hoşlanmamıştım, kesinlikle bir mağazada gidip inceleyeceğim türden değillerdi. Çok uzun zamandır gerçekten parası olan birini arıyordum; Annie'nin hastane işinden kazandığı gibi olmayan türden. Evet, Annie de zengindi ya da çoğu kardeşimizden daha iyi durumdaydı ama beni, hayalini kurmaya bayıldığım o tekne seyahatlerine çıkaracak parası yoktu. İkinci ayımızda Baltık Denizi'nde tekne gezisine çıkmıştık ama o kadardı. Ondan sonra bir şeyler için para biriktirmemiz, akrabalara göndermemiz, sinir bozucu vergileri ödememiz gerektiği hakkında konuşmaya başlamıştı. Birbirimizi cenneti yaşatacak kadar yalamadan hemen önce ya da daha kötüsü, hemen sonra para konuşmak iyi bir şey değildi. George'a "Size bilgisayarların karşılığını nasıl verebilirim?" diye sordum ama daha o an böylesine zengin bir adam için fazlasıyla açık bir sinyal gönderdiğimi düşünerek pişman oldum. Umursamamış gibiydi. "Ah," dedi, "bir şey yapmanıza gerek yok. Biraz param birikti. Zaten bir yerlerde okumuşsunuzdur." Her neyden bahsediyorsa, hiçbir yerde okumamıştım. "Üzgünüm," dedim, çantamda bir şeyler arıyor numarası yaparak. "Bana verdiğiniz kartı kaybetmiş olmalıyım. Bir tane daha var mı acaba?" Tabii ki bana kartını vermediğinin gayet güzel farkındaydı. Bir yandan yanağıma dokunmaya çalışırken kartını çıkaramazdı. Gülümsedi ve sonunda kolunu sandalyemden çekip gömlek cebinden altın kaplamalı kartlığını çıkararak birini bana uzattı. İsmiyle soyadına bir kere bakınca kiminle muhatap olduğumu anladım. Forbes 'un son milyarderler listesindeydi, ancak en zenginlerden değildi, listenin altlarındaydı. O listeyi ezbere bilirdim, güzellik salonunda beklerken saatlerce okur, hayaller kurardım. Etkilenmemiş gibi davranmaya çalıştım ama sıradaki cümlesi ağzımı açık bıraktı. "Seninle evlenmek istiyorum." Ne diyor bu adam, dedim kendi kendime. Hayatım boyunca duyduğum en garip cümle olmalıydı. Akşam yemeğine, sinemaya, konsere, ceptelefonu konuşmalarına, "iyi geceler" ya da "günaydın" mesajlarına, flörtleşmeye, evlilik öncesi sekse ne olmuştu? "Pardon?" diye mırıldandım. "Doğru duydun," diye sözlerini sürdürdü. "Seninle daha birkaç dakika önce tanışmış olabilirim ama insan sarrafıyımdır. Seninle evlenmek istediğimi biliyorum." Tam, ama beni tanımıyorsunuz bile, diyecektim ki bu kadar garip bir duruma fazla klişe kaçacağını düşündüm. Sadece yüksek sesle kahkaha attım. Sesim o kadar yüksek çıkmıştı ki yan masadaki kadınla çocuk dönüp bize bakmışlardı. "Ne zaman?" Kahkahalarını kesilmedi. "İki hafta içinde," dedi, yüzü son derece ciddiydi. "Avukatlarıma evlilik öncesi sözleşmesi hazırlatacağım. Böylece, birlikte ilk gecemizden sonra beni terk etmek istersen koruma altında olacaksın." "Sadece seks," diye bağırdı Annie. Emziğini kaybetmiş bir bebek gibi ağlamayı sürdürüyordu. "Ona aşık değilsin, o da sana aşık değil ama sen artık bana da aşık değilsin." İşte o aralık akşamı işler gerçekten çirkinleşti.
·
114 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.