Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İnsan olmanın en büyük gerekliliği olan düşünme faaliyetine erişkin olmak beraberinde anlam arayışını bu anlam bulma olgusu da bizi felsefeye götürür. Felsefe bireye özgü olsa da sadece bireyler ile yetinmeyip çığ etkisinde bulunup ufacık bir fikrin ışığında devasa bilgi düşünceleri yaratabilir. Aslında bireye özgü demektense bireyin fikri ışığında olaylara bakış açısı kazandırılması denilmesi daha tutarlı olabilir. Felsefe nefes alıp vermek kadar hayati değere sahiptir. Nitekim düşünce insanın en büyük ayrıcalığıdır. Düşünerek hareket halinde bulunup çeşitli planlamalar yapabiliriz. Felsefe - insan ilişkisindeki en önemli faktör bireyin insan olma iradesini kullanmasıdır. Descartesin ''düşünüyorum o halde varım'' sözü buna bir delil niteliğindedir. Fakat tabi düşünülen her şeyin varlığı ortaya konamaz. O halde bu tezin doğruluk payı sarsılmış olabilir. Lakin anlam bakımından insanın düşünmeye başlamasıyla olaylara bakış açısının değişip genişlediği de aşikardır. Çeşitli faktörlerin de etkisi altında kalarak felsefenin tanımı ve değeri değişebilir. Bir insanın yaşamış olduğu toplum ve kültür onun felsefesini ve hayata karşı olan tutumunu ciddi ölçüde etkileyebilir. İki farklı insan yaşamını ele alalım. Birinci kişi maddi durumu düşük ve yaşantı tarzı olarak belli bir dine mensup katı kuralları olan bir ailenin içerisinde büyümüş olsun. Bu bireyde göze çarpacak olan ilk etken dili kullanım biçimidir. Bunun akabinde sürekli maddiyatla ilgilenmesi gerektiği için yani kendi düşüncesini geliştirmekten çok kendi tabiri caizse karnını doyurmak daha cazip gelecektir. O yüzden sürekli çalışıp kendini yaşama adapte etmek zorunda kalacaktır. Diğer bir değişle yaşamak için çalışması gerekecektir. Böyle bir bireyin kendi fikrini yükseltmekten çok uzakta olduğu bariz bir şekilde ortadadır. Geçim derdi ve hayal kırıklıklarının getirmiş olduğu bunalım, stres ve yok olmaya eş değer olan hayata karşı kötücül bakış açısı onun felsefi benliğine oldukça zarar vermektedir. Diğer bireyse oldukça maddiyatlı olduğu için ''karnını doyurma'' gibi bir derdi olmadığı için zamanını kendi fikirlerini yükseltmek için kullanabilir. Çünkü hayattan alabileceği her türlü zevki almıştır. Bu bağlamda maddiyatla fikir daha satın alabilir. Olayın garip olan kısmıysa bilgi edinmek için gerekli kaynakların en başında gelen kitaplar dahi para karşılığında verildiği için yani bilgiyi ve bilimi parayla pazarladıklarından dolayı düşünceleri dahi ticari bir araca çevirmişlerdir. Şimdi iki farklı insan yapısında bulunan tek farklılık maddiyattır. Çoğu felsefecinin gayet nüfuzlu ve hatrı sayılır bir soya bağlı olması bunun en bariz örneğidir. Felsefe sıradan halk kitleleri için icad edilmemiştir. Kaldı ki halkın felsefe ile ilgilenme gibi bir derdi de yoktur. Gayet soylu olan bu düşünsel faaliyet zamanla ilgi çekici olmaya başlasa da ayrışmalardan geçmiştir. Burada eklenmesi gereken en önemli husus Russell'ında belirttiği gibi felsefenin bilimsel özellikleri barındırıp sonradan onlardan bağımsızlaşmasıdır. Felsefe cicero'nunda dediği gibi felsefe tüm bilimlerin anasıdır. Fakat felsefenin bu ayrışmaya girmesindeki bir diğer etken ''Bilme'' iddiasının olmamasından kaynaklanıyor. Ahmet arslan'ın ilkçağ felsefesi tarihi adlı eserinin 1. cildinde felsefe şöyle tanımlanır : “Felsefe, kendisini akla dayanan nedenlerle, gerçeklerle meşrulaştırmaya çalışan bireysel, eleştirel, refleksif, bütüncü ve tutarlı bir düşünme faaliyetidir.” Akla dayanan nedenlerle yani aklı baz alan doğrucu tutumlarla fakat bu tutumlar hiç bir zaman doğruyu bulma gibi bir amaç gütmemiştir. Doğru düşünce yolunda ilerleme, doğruya varabilme doğrultusudur. Felsefenin ne denli değerli bir bilim olduğu evet bir ''Bilim'' olduğu filozofların yaptığı gözlemlerle de kanıtlanmıştır. İlk evrim düşüncesinin ortaya çıkışını anaksimandrosta gözlemliyoruz. Thalesin güneş tutulmasını gözlemlemesi, Ksenophanesin fosil gözlemi buna net bir kanıttır. Felsefe insan hayatında kapladığı alan bakımından yeniden göz önünde bulundurulursa aslında bir mihenk taşı görevi üstlendiğini gözlemleyebiliriz. Felsefesi olmayan bir bireyi ve felsefeyi hiçe sayan bir toplumu ne denli ele alabiliriz? Rousseau'nun şu sözünü her daim anarım '' Halkın fikrini yükseltin ahlakı kendiliğinden düzelir''. Fikir yani düşünme yani felsefe Rousseau için ahlaktan daha da yüce bir oluşumdur. Ahlaklı bir bireyin fikri tam olarak oturmamış hatta hiç olmayabilir fakat fikrini yükseltmiş bir birey ahlak tanımını kendisi fikrini, iradesini kullanıp kendi etik anlayışını oluşturabilir. Diğer bir yandan felsefe ne işe yarıyor? düşünmenin ne gibi bir faydası olabilir? gibi düşüncelerin ana kaynağı aslında gizli bir hayranlıktır. Felsefe ve düşünme son derece erdemli ve soylu bir tutumdur. İnsanlar hayata karşı bakış açısı kazanmaktansa önlerine konulmuş olan hazır sisteme tabii olmayı daha çok ister gibiler. Nitekim bu denli düşünceye ve fikre karşıt olmaları bunun bir göstergesidir. Ortaçağ avrupasında kilisenin baskı ve otoriter tavrı insanlığa ve insanın düşünce serüvenine vurulmuş en büyük kamçıdır. Hatta hristiyanlık insanlığa vurulmuş en büyük kamçıdır. İnsanların doğrulardan bu kadar korkuyor olması felsefenin kıya köşelerde kalmasına neden oldu. Düşünmeyi yasaklayan din, toplum, kültür ve aile yapıları da cabası. Hayata gelme amacımız neydi? biz kimiz? evren nedir? ölüm nedir? gibi soruları sormaktan çekinen insanlar aslında kendilerini yüceltip felsefeyi ve düşünceyi aşağılayanlardır. Niçin felsefe bu denli yadırganmış ve hor görülmüştür? Anlam arayışı kadar doğal bir neden olabilir mi? Aristoteles'in metafiziğinin girişindeki alıntıyı paylaşmak isterim '' Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler''. Bu doğrultuda ben, biz insanlar niçin bilmeye, doğamıza bu kadar karşı çıkıyoruz. Bilimin, matematiğin, sağlığın çeşitli insan hayatını etkiliyen faktörlerin çıkış yeri olan felsefeye karşı bu düşmanlığımız niye? Özgürce fikirlerimizi söylemekten niçin çekinir olduk. İnsanlar düşünerek anlaşmak yerine niçin zoraki güç kullanır oldular. Doğru söyleyenlerin karşısında niçin durur oldular? Karşıt fikre sahip iki birey yan yana oturup düşüncelerini paylaşıp etkileşime girmekten ziyade düşmansı tavır güdüyor oldular? İşte felsefe ve bilme, düşünme bu kibirli, bu hırs güden biçimsel tutumların hepsinden münezzehtir. Kardeşlik, barış içerisinde bir düş kuran bireylerin topluma ne gibi bir zararı olabilir. Aslında Platon'un mağara alegorisi tüm gerçekliğiyle insanların kibrine bilgiye ve bilgiyi edinmiş olan insana karşı tutumuna çok özel ve çok muhteşem bir örneklemedir. Felsefe hayatı anlamaya ve anlamlandırmaya yarıyor da diyebiliriz. Diğer yandan felsefe akılsız işi hatta ahmaklıktır da diyebiliriz. Bu da bir düşüncedir. Aslında felsefeye yani düşünmeye karşı çıkarken de düşünüyor olmamız oldukça paradokssaldır. Salt bir düşünme değil bahsettiğim ya da yalın olarak üstü kapalı da değil gayet açık ve net. Biraz da haykırış gibidir felsefe doğruyu ve doğruya yakın olanı haykırma. Haykırış özgürlüktür o halde neden kelepçelenir özgürlük ve neden susturulur gerçeklik? İnsanların benlikleriyle alıp veremedikleri neydi ki felsefeyi bu kadar aşağılar oldular? aslında kendilerini aşağılıyorlar hem de düşünerek. Felsefe özünde sevgiyi barındırır ve sevgiden kime zarar gelmiştir bu dünyada. Önemle arz ediyorum tüm insancıl benliklere felsefeyi sevin bu kadar uzak değil sevgi bizlere. Neyi düşündüğümüzü veya düşünebileceğimizi dahi bilmemek, yolumuzu bulma çabası işte felsefe işte hayat daha ne kadar önemli olabilir bir olgu? daha ne kadar anlam yüklenebilir? Anlam değince felsefenin kardeşi hatta felsefenin en alt uğraşı olarak görülen şiir ve edebiyat aklıma geliyor. İnsan kendini daha nasıl iyi ifade edebilir ki sözün dizelerde hayat bulması ve yeniden canlanması adeta. Düşününce aslında düşüncenin kazandırdıkları o kadar da kötü değilmiş değil mi? Kavramak ve anlamlandırmak hayatı, insanları, doğayı yeniden bir düşünmek gerek o halde felsefenin önemi ve değeri ne? Önemli olan her durumun çıkışı hiç önemsiz bir olgu olabilir mi? Zaten bu dahi başlı başına bir zırva olurdu. Düşüncenin ışığında insan karanlıkta kalabilir mi? dışlanmak ve ötekileştirmekle doğrular ve düşünceler bastırılamaz. Hür zihinlerin düşünceden yoksun olması bir prangadır önlerine koyulan dogmatik yapıların gerektirdiği aciz savunmaların prangaları onlar için bir değer ve öneme sahip değildir. Kısacası felsefenin önemi insan olmaktır ve bu insan olma durumunu her halükarda hissetmek ve yine yeniden haykırmaktır. Ne kadar zor olabilir ki insan olmak işte tam olarak bu denli zor bilmeyi ve bilgiyi edinmeyi engelleyecek kadar zor. Kimsenin düşüncesi ve egemenliği altında kalmadan düşünebilmeği düşlüyorum bazen. Nedensiz bir tutum gibi gelsede düşünemediğimi düşünüyorum. Düşüncelerimi söyleyemediğimi düşünmüyorum ama her düşüncemi dile getirememekten şikayetçiyim. Felsefenin garip olan tarafı da bu ya aşırı uç noktalarda yakalayabiliyor insanı. Kim olduğum ve nerden geldiğimin net cevabını vermese de felsefe beni bu ve bu gibi düşüncelere ittiği için felsefeyle kendimi buluyorum. Ve bence önemi önceden de vurguladığım gibi nefes alıp vermek kadar değerli ve ben ölsem dahi düşüncelerimin ölmeyecek olması nefes alıp vermenin de dışında bırakıyor felsefeyi. Ve dünyaya, insanlara ve yazıma son olarak şu dizeleri bırakmak isterim : Saraylar saltanatlar çöker kan susar birgün zulüm biter. menekşelerde açılır üstümüzde leylaklarda güler. bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır bir de yarınlar için direnenler…
·
83 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.