Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kitabın En Orta Yerinden
bi’ taneydik o zamanlar be! varsa yoksa osman abi’si. analık, babalık, kardeşlik, hocalık ne varsa benden gördü be! anamdan babamdan kalan tek yadigârdı. hani üstüne titrerdim. sen de bilirsin hani tonoz’un orda hüsnü var ya, onun taksilerinde çalışırdık, koy oğlum. ben gündüzcü, o gececi. ee neme lazım yani eli açık adamdı hüsnü. bir gün böyle yalvardım, ekrem’in de altına bir araba çekti, tamam mı? işin altın devri o zamanlar, biz de hızlıyız ha. korsanlık yok. otel önü, galata rıhtımı hepsi bizde. ne kadar seyahat şirketi varsa çivilemişiz, kemiğin yağlısı önce bize düşüyor. allah inandırsın, gün oluyor yevmiye yüzü buluyor. biz de önce façaları düzelttik diyorum yani ha. hani tanımayan görse o sosyete teomanlarından, erdinçlerinden biri zannedecek iyi mi? e ne de olsa gençlik, delilik, sonra bekarız da. bir gün “ali efendi dayı çağrıyor” dediler. bizim pederle silah arkadaşıydı yani beni de tanır ve sever yani, sizden iyi olmasın. kızı türkân acele ankara’ya gidecekmiş bu imtihan davasına. türkân dediğini de çocukken tanırım yani. “bak hele” dedim ya ‘’ne çabuk geçiyor zaman.’’ “sana emanet” dedi ali efendi dayı. ya lafı mı olur emanet kız tabi ya. bi’ de baktım türkân, hiii abi ay parçası gibi nutuk tutuldu böyle. hani heykel olmuşum heykel, ev eşyası gibi kalmışım. “kız ya, sen bu kadardın” dedik demedik, atladık arabaya doğru. iki laf ettik baktım ağzından bal akıyor, yav yok böyle şey be. hani o yolları, o bolu dağlarını geçtik mi, uçtuk mu nimete kör bakayım hatırlamıyorum ha! ya beş saatte girmişim ankara’ya diyorum. sonra kız emanet ya gece attım iskemleyi kapısının önüne, iki paket de cigara sabaha kadar oturdum iyi mi? ertesi gün verdi imtihanı atladı arabaya. yav kız değil afet be. hani giderken uçuyoduk ya abi, dönüşte kaplumbağa. böyle otuz kırk kilometre diyorum. “niye?” diye sordu birkaç kere “bozuk mozuk” dedik, yersen tabi. yol bitecek diye ölüyorum abi. sonra bitti o yollar iyi mi? kasımpaşa’ya geldik, elimi sıktı “gene görüşelim” dedi “teşekkür ederim, senin kadar tatlı, iyi bir insan görmedim” dedi. böyle içimden bir şey aktı kalbime oturdu kurşun gibi. sonra elini salladı. allah kahretsin yani erkeklik olmasa ağlayacağım be. üç, beş gün gelemedim kendime. ya buram yanıyor abi, nah, direksiyon, yol, taş, viraj… yav trafik memurunu türkân görüyorum iyi mi? sebepsiz yere doluyor gözlerim. ne yemek, ne içmek. durup dururken bir ağlama. ölüyorum be! “noluyosun?” dedi ekrem. “hiç” dedim ama ısrar etse de anlatsam diye içim gidiyor. sonra baktım üstelemedi, ben kendiliğimden döküldüm. yani ihtiyaç abi, anlarsın. “bana bak” dedi ekrem “sen kim, o kim ?” ’’babasının yanında yirmi tane osman çalışıyor” dedi “kapısında on kişi nöbette” dedi. ben de “on birinci olurum” dedim yattım nöbete iyi mi? evden adımını atıyor atmıyor dışarı, şaak açıyorum arabanın kapısını önce hık mık etti ama sonunda alıştı ha. beni görür görmez vallahi yani böyle ışık ışık parlıyor gözleri abi. öl desin öleyim abi, anlatılmaz ki abi anlatılmaz ki! efendilik, güzellik, nezaket, alçakgönüllülük. ya kağıt helvası yiyor abi var mı böyle şey be? ne istersen onda ha! ali efendi dayı’ya bahsetmiş benden bir gün, “babam seninle görüşmek istiyor” dedi. böyle kalbim ayağımın dibine yuvarlandı ölüyorum zannettim. “ister misin?” dedim, hani olacak şey değil ama ne demişler ümit fakirin ekmeği ye mehmet ye. böyle çarpa çarpa ettik sabahı, şaak damladım oraya. ondan sonracıma böyle baktı baktı, sonra çıkardı otuz bin lira attı önüme, “araba al kendine” dedi, “yavaş yavaş ödersin bana” iyi mi? ya ben onun arabasında değilim, kapıldım mı bir ümide? “beni beğendi” diyorum “allah’ım” yani bir ara kapansam ayağına “ölüyorum” desem “ölüyorum türkân’a be’’ “ya acıyın bana, bütün ömrümü” desem, yani ‘’onu mesut etmekle, çalışmakla, sevmekle desem” yani böyle yani, allah be! “hadi be” dedi ekrem “bakalım kız seni ister mi?” ama ben kafama koydum açılıcam kıza. geçtim aynanın önüne abi, saatlerce talim ediyorum. bütün fiyakalı lafları yazmışım romanlardan hani nerime kadir, mahmut esat bozkurt hepsini ezberlemişim. tam gidicem geldi mi askerden bir celp? ne o? bilmem kırk beş günlük tekâmül kursu varmış. kurs takar mı aşkı maşkı? hadii ben cihet-i askeriyeye. arabayı bıraktım ekrem’e, “oğlum göz kulak ol şuna” dedim ama tam aldım bavulu “ali efendi çağrıyor” dediler, haber geldi. tabi ben de ne yapayım, çaresiz ekrem’i götürdüm “kardeşimdir” dedim “hani ben ne isem o da odur” dedim “namusludur” dedim. e tabi biz böyle vasiyet edince yani “kardeşim” falan deyince akan sular durdu tabi. fakat abi asker ocağında vakit nasıl geçti ne oldu bilmiyorum, na hatırlarsam ölünü göreyim. yaşıyor muyum yaşamıyor muyum ne oluyor bilmiyorum abi. sonra bir üsteğmenimiz vardı yani sizden iyi olmasın, erkek mi erkek yani. bir gün böyle dalıp gitmişim elimde de türkân’ın resmi. üsteğmen geldi resmi aldı elimden baktı baktı, sonra böyle yani bir tuhaf oldu çocuk. böyle durdu durdu, sonra dedi ki bana “oğlum” dedi “erkek adam ağlar mı be ağlar mı erkek adam?” ben de tabi “üsteğmenim” dedim “ağlar da sızlar da bu ne davadır bilirsin” dedim, tabi o çocuk da bir kalp taşıyor yani, resmi verdi kendi gitti, benim askerlik de bitti zaten. tak! ben hemen kahveye. “merhaba, ekrem nerde?” filan dedim, herkes kendi dalgasında. “yav ekrem, yoksa?” dedim “arabaya mı bir şey oldu yoksa ekrem’e mi bir şey oldu?” “valla bir şeyi yok abi” dediler. “yani uğramaz oldu” dedi kahveci iyi mi? baktım pis feridun kıskıs gülüyor. “ulan sen her şeyi biliyorsun” dedim yapıştım yakasına. arkadan birisi “dur!” dedi ve elime bir davetiye sıkıştırdı: “oğlumuz ekrem gürbüz ile kızımız türkân selman’ın bilmem ne tarihinde kasımpaşa ünsal aile salonu’nda nişan… nişan…?” birden buğulandı etraf, hiçbir şey göremez oldum. sesler şekiller karıştı, su serpmişler suratıma. böyle kahvecinin otomobilinin anahtarını uzattığını gördüm. “ekrem bırakıp gitti” dedi. “hiçbir şey söylemedi mi?” dedim. söylememiş, sadece çekmiş, gitmiş. haftası geçti geçmedi kaybettik ali efendi dayı’yı. toprağa verildiği gün gördüm ikisini de. türkân boynuna sarılmış ağlıyordu. o it yüzüme bile bakamadı kaçırdı hep gözlerini. bir an göz göze geldik, yandaki kahveyi işaret ettim. çektim kuytu bir yere ellerime kapanacak oldu, tükürdüm suratına “yapma!” dedi köpek gibi yalvardı, acıdım. “ulan bir şey istemem senden, sadece iyi bak ona” dedim. “bir incittiğini göreyim kardeşim demem gebertirim!” dedim, vurdum vurdum vurdum… sonra, sonra kız kaldı mı sana kimsesiz. o senenin martına evleneceklerdi. önce çarşıdaki dükkanları sattırdı biçareye sonra piyale’deki evleri daha sonra babadan kalma köşkü. kız kira evine çıktı. düğün için yaptırdığı elbiseyi sandığa kaldırdı. ne yapsın? bugün tapu yarın garaj öbür gün arabalar, belediye, otobüsler, gene garaj garaj… uyuta uyuta bu hale getirdi kızı… #SadriAlışık
·
78 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.