Gönderi

167 syf.
9/10 puan verdi
·
Read in 20 hours
Kancığı Öldürdüler
Her biri birbirinden güzel, birbirinden farklı 17 hikaye, karakter, olay… Bu hikayelerin hepsi birtakım tarihi gelişmelerin neticesinde yaşanıyor. Tüm hikâyeler Meksika Devrimi’nden (1910-1920) sonraki zamanda geçiyor. Devrim tüm hikâyelerin çıkış noktası olarak gösterilebilir. Aynı şekilde Cristero Savaşı (1926-1929) da Devrim kadar önemli bir yere sahip kitapta. Çünkü bu iş savaş Katolik militanların Devrim’e karşı başlattığı karşıt bir tepkidir. Hikayeler işte bu iki tarihi olaylar etrafında şekilleniyor; sadece olaylar değil, kırsalda yaşayan Meksika köylüsünün, halkının yazgısı da bu iki olay arasında şekilleniyor. Devrimle varılmak istenen hedeflere ulaşılamayınca var olan mevcut düzen daha kötüye gitmiş ve bu durumdan en çok etkilenenler yine kırsalda yaşayan yoksul kesim olmuştur. İlk hikayenin başlığı “Bize Toprak Verdiler” zaten bu acı gerçeği açıklıyor. Tüm kötülüklerin ve halkın sefilliğinin haksız ve adaletsiz toprak paylaşımı yüzünden ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bu durum taşrada yaşayan halkın topraklarını terk etmesine yol açıyor. Aç ve perişan durumda olanlar daha iyi bir hayat için başka ülkelere göç etmek zorunda kalıyor. Bunun yanında toprak her zaman acı ve şiddetle bağlantılı olarak ele alınıyor. Yazar her hikayede Meksika Devrimi’nin farklı çarpıklıklarını ve sonuçlarını okurla paylaşıyor. Anlatılan hikayeler ne kadar farklı olsa da hepsinde ortak birtakım özellikler bulunuyor. Ölüm: Ölüm teması yazarın neredeyse tüm eserlerinde karşımıza çıkıyor. Buradaki hikayelerin de bence odak noktasını oluşturan temalardan biri. Karakterlerin ölümü kabul ettiğini görüyoruz, genellikle kaderci bir yaklaşımla kaçınılmaz son karşısında son derece pasiftirler. Ölüm adeta her taşın altında pusuya yatmış bir akrep gibi her an onlarla birliktedir. Doğa: Doğa insanlar için hiçbir zaman bir avantaj olmamıştır. Doğanın dengesizliği hep onların aleyhine çalışmıştır. Bir yandan kasıp kavrulan topraklar, diğer yandan sel sularına gömülen ekili araziler. Bir yandan depremlerin yıkıcı etkisi görülürken, diğer yandan sıcaktan cayır cayır yanan ovaları, ot bile bitmeyen çorak arazilerde ölüm kalım mücadelesini görüyoruz. Yolculuk: Hikayelerin pek çoğunda bir yer değiştirme, bir yolculuk motifi vardır. Bu yolculuk fiziksel bir kaçış olduğu kadar aynı zamanda zihinsel bir kaçıştır. İnsanlar yaşadıkları yerlerin elverişsizliğinden kaçtıkları kadar geçmişlerinden, pişmanlıklarından, işledikleri suçlardan da kaçmaya çalışsalar da sonunda bunlarla yüzleşmek zorunda kalıyorlar, hiçbir şey gizli kapaklı kalmıyor. Din: Din olgusu kendini hissettiren temalardan biri. Bazı hikayelerde batıl inançların, genel inanışların çok yaygın olduğuna şahit oluyoruz. Bilime sırt çevirip, ermişlerden, azizlerden şifa arayan insanları çaresizliklerini görüyoruz. Din burada insanların ruhlarını kurtaran bir düşünce olmaktan çok, acılarını geçici süre dindiren ya da unutturan, onlara umut veren bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Aile: Baba oğul arasındaki problemli ilişkilere de şahit oluyoruz. Buradan devrimin aile ilişkilerini zayıflattığını, parçaladığını anlayabiliriz. Baba kavramını devlet olarak düşünürsek, oğul kavramını da millet olarak ele alınabilir bu bağlamda. Yani devrimden sonra devlet ile millet arasındaki ilişkinin açıldığını, halkın devletine karşı yabancılaştığını görebiliyoruz. Mücadele: Hikayelerin merkezinde hep kanlı bir olay var. Ölüm ve şiddet günlük hayatın bir parçası durumda. Karakterler kendi kaderleriyle mücadele ettikleri kadar kendi akrabalarının tacizleri, politikacıların yalanları, zamanın/dönemin acımasızlığı, doğanın dengesizliği ve var olan şiddet ve baskıyla da mücadele etmek zorundalar. Sosyal eşitsizlik, toprak, din ve siyaset mücadelesi, Devrimin getirdiği belirsizlik hikayedeki karakterlerin kaderini de yakından etkiliyor. Bunların yanında hikayelerde sosyal eleştiri de çok geniş yer tutuyor. Yazar toprak problemi üzerinde fazlasıyla duruyor. Dağıtımın adaletsiz şekilde olmasından dolayı kırsal kesimde ortaya çıkan problemlerin hiç çözümlenmeyecek şekilde devam edeceğine işaret ediyor. Bundan dolayı insanlar mutsuz ve durumlarını düzeltmek için mücadele edecek durumda değiller. Karakterlerin yaşadıkları çevre hep kuru ve çoraktır. Burada insanlar yalnızlık içinde sefil bir hayat sürerler. Meksika Devri’minin sonuçlarını omuzlamak zorundalar. Karakterler genelde çok çeşitlilik gösteriyor ve hikayeler olayları bilen ve gözlemleyen kişiler tarafından anlatılıyor. Anlatıcı önce kısa bir özet sunuyor sonra hikayeye başlıyor. Kullanılan dil de köylünün kullandığı dildir. Ama bunun yanında dil oldukça semboliktir. Ana karakterler basit, yoksul kesimden seçilmiş. Halkın çoğu toprak ağaları tarafından sömürülmüş. Pek çoğunu ismi bile yok, hatta yazar onların fiziksel özelliklerini bile tarif etmez. İnsanların yalnızlığı ve iletişim eksikliği karakterler arasında oldukça fazla. Her şey durmuş gibi hissettiriyor kendini. Zaman, eşyalar, insanlar… Her şey zaman dışı gibi sanki… Monolog ve itiraf niteliğindeki anlatım tekniklerinin kullanılması da bence bu gerçeğin en önemli göstergesi. İnsanlar birbirlerinden ziyade kendi kendilerine konuşuyorlar. Kancığı öldürdüler Ama enikleri hala yaşıyor Kitaba ismini veren “Ova Alev Alev” hikayesi işte bu halk türküsüyle başlıyor. Bu türkü bence tüm kitabı özetliyor. Bu iki dizeyi iki farklı şekilde yorumlamak mümkün. Devrim sadece tek kişiyle sınırlandırılamaz, bir kişiden çok daha öte bir şeydir. Lider ölse bile onun izinden gidenler bu devrimi yaşatacak kişilerdir. Tohumlar her yere saçılmıştır çoktan. Mücadele, adalet tesis edilene kadar devam edecektir. Bu dizenin bir başka yorumu da şu şekilde olabilir belki: Kanlı mücadeleler sonucunda bir neslin diğer bir nesle yaptığı zulüm her zaman bir nesli öksüz bırakacaktır. Yazarla tanışmak isteyenlere kesinlikle önerebileceğim bir kitap. Ben her hikayeden çok keyif aldım, umarım aynı tadı siz de bulabilirsiniz.
Ova Alev Alev
Ova Alev AlevJuan Rulfo · Doğan Kitap · 2013296 okunma
·
331 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.