Gönderi

İnsan, neşenin yerine üzüntüyü seçmeyi pek sever. Yirmi birinci asrın hastalığı budur belki de. Ne tuhaf. Pablo Neruda, "Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim." derken bir şeyler anlatmak istiyordu aslında. Bu sabah, "bir şeyleri" anlayın da sizi mutlu edenlere koşun sevgili okur. Vakit geçiyor. Var olun. Wilhelm Genazino - Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk Çevirmen: Zehra Aksu Yılmazer, Ayrıntı Yayınları, s.15-18 Uzun zaman önce kurulmuş bir avuntu vahası gibi karşılıyor ev beni. Bu vakitte hep klasik müzik konseri yayını yapan radyoyu açıyorum. Gömleğimi ve pantolonumu çıkarıp kanepeye uzanıyorum ve Traudel’in bir Noel’de bana hediye ettiği kaşmir battaniyeyi üstüme örtüyorum. Daimi huzuru bulmuş bir adamın yüz ifadesiyle kanepede yatıp biraz kestirmem Traudel’in hoşuna gidecektir. Traudel’in, sekiz saatlik bir mesaiden ve hemen hemen bir saat süren araba yolculuğundan sonra alışverişle, ev işleri ve akşam yemeğiyle ilgilenecek gücü nereden bulduğu bir muamma benim için. Fakat Traudel’in her şeye el atma dürtüsü o kadar kuvvetli ki, zaman zaman ben de bunun kurbanı oluyorum. Birlikte yaşamaya karar verdiğimizde, Traudel’in eski eşyalarımın hemen hemen hiçbirini ortak evimize koymak istemeyişi bugün bile hâlâ rahatsız eder beni. Ne yaptı etti, yalnızca hurdacıya telefon açmamı değil, yıllarca içinde yaşadığım mobilyalarımın tamamının iki adam tarafından büyük bir kamyona yüklenmesine, sonra da bir atık yakma tesisinde yok edilmesine seyirci kalmamı da başardı. Özellikle de böyle anlarda, mobilyalarımın yok edildiğini anımsadığımda, kek yiyicisi ve manav bakış zincirini icat ettiğime şükrediyorum. Benim için bu bakış zinciri, birinci gerçekliğin ardında benim de dahil olduğum ikinci ve üçüncü bir gerçekliğin olduğuna ve eğer şansım yaver giderse, bir gün bunu mesleğim haline getireceğime işaret ediyor. Maalesef bunun henüz çok uzağındayım. Şimdiye kadar ancak Neredeyse-Sanatçı olabildim; kolaj yapıyorum, resim çiziyorum, film çekiyorum, nonsens tarzı şiirler yazıyorum ama hiçbirini layığıyla yapmıyorum; demek istediğim, tutkuyla, yani umarsızca yapmıyorum ve kendime (şimdi de olduğu gibi) iki üç haftada bir benim gerçek yeteneğimin ne olduğunu sormak zorunda kalıyorum. Tam zamanında ölmemiş bir yaban arısının ağır ağır uçarak duvarlara çarpmasını seyrediyorum. Yaban arısının sendeleyerek uçmasının benim geleceğimin habercisi olduğuna hemen inanıyorum tabii. İkindi vaktinde park etmiş bir kamyonetin arkasında durup kek yiyicisinin dönmesini beklemek, sonra da onunla ve manav kadınla anlamlı bakışmalar kurgulamaktan nasıl bir meslek çıkar ki? Yanıtsız kaldığım bu anların utancının gelip geçici olmasını umut ediyorum. Radyoda bariton Heinrich Schlusnus, Brahms’ın bir şarkısını seslendiriyor. Schlusnus ismi iç dünyama harikulade bir biçimde nüfuz ediyor ve bir an, beni tüm endişelerden kurtarıyor. Yaklaşık dört dakika, yani şarkı sürdüğü sürece, Heinrich Schlusnus isminin bende uyandırdığı duyguların tadını çıkarabilirim artık, üstelik de bundan herhangi bir sonuç beklemeden. Şarkı bittikten sonra spiker, kalın sesli ciddi bir kadın, yeniden söz alıyor; kadının adı sahiden de Astrid Redlich. Astrid Redlich, Heinrich Schlusnus’u uğurluyor! Bu gizli komedi ve hayatın evrensel uyumu karşısında sevinçten haykırasım geliyor. Gerçekte, kanepede yatıyor, parçalanmaya yüz tutmuş fanilama bakıyorum. Jilet gibi gömleğimin altına iyice eprimiş bir fanila giymek hoşuma gidiyor. Hayatta er ya da geç yaşanan ıstırapların bir simgesi fanila. Ayrıca (aslında) benim sanatçılık geleceğime işaret ediyor. Bir giysi sanatçısı olmayı (böyle bir şey varsa eğer), hatta bir çürüme sanatçısı olmayı çok isterdim. Çözünüp ayrışmaya başlamış giysiler giymeyi seviyorum. Giysilerin epriyip yıpranması sayesinde kişi ( hızlıca ve kabaca düşünürsek) kendi yok oluşuna da aşina olur, giderek epriyen giysileriyle üstünde taşıdığı yok oluşu, adım adım hayatına girer. İnsanların eskimiş giysilerini atmaya bu kadar hevesli olması, lime lime olmuş giysilerin işaret ettiği o süreçleri inkâr etmelerinin bir göstergesi bana göre. Traudel odada delik deşik bir fanilayla dolaştığımı ya da uzandığımı görünce dehşete kapılmıyor ( ya da şöyle diyelim: dehşete kapıldığını belli etmiyor). İkide bir şu ya da bu paçavrayı Tanrı aşkına çöpe atmamı söylüyor gerçi; ama bu serzenişlerinde çok ısrarlı değil. Biryudumkitap.com
31 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.