Gönderi

Ortadoğu’nun ütopyaları “kutsal” merkezli hareket eder ve bu ütopyaların katılığının mikron düzeyinde dahi bir esnekliğe tahammülü yoktur. Çünkü kutsalın ağırlığı, varlığın kendisini buharlaştırmıştır artık; burada insan/birey yoktur, ütopyalara kurban edilecek nesneler yığını vardır. Asr-ı Saadet, Selef-i Salihin, Şeriat Devleti, İslam Devleti, ulus devlet, komünal yaşam vb. kavramsallaştırmaların tamamı şimdinin ağır yenilgisinin bastırılarak geçmişin bir ütopya olarak kurgulanması ve bu ütopyaların kendilerini gerçekleştirmek için her türlü şiddeti kutsal üzerinden gerçekleştirmesidir. Katılığın bu kırılmaz, içine almaz, esneklik kabul etmez hali, ütopyaların gerçekleşmesinin dini/idealojik bir terminoloji ile inşa edilmesidir. Yenilginin travmatik ağırlığının basıncını yiyen bu durumda özne artık ütopyanın içinde gayr-i şahsidir. Bireylerin ve toplumların bir benliği yoktur. Sadece ütopyanın cehennemi vardır. Ve biz Kürtler, bu ütopyaların cehennemine atılan günahkârlarız(!) Ütopyalar ve onların müntesipleri, kendi günahlarını psikolojik bir yansıtmayla ikiyüzlülüğe serimleyerek tüm günahlarını üzerimize boşaltıp kendi cennetlerini inşa etmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Demirden faşist –sözüm ona- bir kutsallığın tüm köktenci ütopyalarının ya gerçekleşmesi ya da gerçekleşmiş ütopyalarının varlığının devamı noktasında Kürtlere dayatılan itaatin reddinin bedeli her zaman ağır olmuştur. Müslüman bir coğrafyanın bu ağır bedeller karşısındaki suskunluğu noktasında İslam’ın adalet ve ahlak pratiği, Halepçe’nin kapısında bir kez daha ölmüştür. İdeal ve evrensel bir ahlak teorisi üretemeyen köktenci ve özdeşçi bu coğrafyanın tüm ideolojileri, dini ve mezhebi yaklaşımları Musul’un ve Şengal’in kapısında bir kez daha ölmüştür. Gürgün Karaman - "Kürtlerde Felsefe Geleneği - 6: Zerdüşt’te iyilik-kötülük felsefesi"
··
66 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.