Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

240 syf.
3/10 puan verdi
-“İstanbul’daki imparatorluk elçisi Busbeck, Avrupa’yı her an gerçekleştirebilecek bir Türk fethinden kurtaran tek şeyin İran tehlikesi olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir.” diyen Bernard Lewis, aslında bize Osmanlı tarihinde de öğretilen şeylerin yine onların elinden hazırlanmış bir düzenek olarak karşımıza geldiğini söylüyor. -Yani tarihleri biz geçen hafta 1920’li tarihlerde yazılmış bir oryantalistin elinden çıkan bir kitabı ele almıştık. Bu kitap 99 yıllarında çıktı. Hadi 2000 diyelim biz oraya. 2000’li yıllarda çıkmış bir kitaptan bahsediyoruz. Bir 80 sene atladık. 80 senede değişen hala bir proje yok. -Türkiye’yle İran’ı hem mezhepsel anlamda hem dini anlamda karşı karşıya getiren bu anlayış İran’la Türkiye arasındaki ilişki için şunu söylüyor: -“Türkler İran’la uzlaştığında doğunun bütün gücüyle boğazımıza yapışacaktır. Ne kadar hazırlıksız olduğumuzu söylemeye dilim varmıyor.” diyorlar. -Bu bir başka tarihçinin sözü ama özellikle seçilmiş ki ne halden ne hale ulaşabileceğimizi ümmetin birlik olması halinde bunun altını çizmek adına önemli. Bu konudaki Şia ile Sünni arasındaki ayrım meselesine girmeden temel prensipten bahsediyoruz ama. Bunu sakın unutmayın. Sonra birileri de bunu dinleyince siz de Şia gibi mi düşünüyorsunuz demesinler sakın. -Şah İsmail, İmparator beşinci Charles’a Avrupa devletlerinin Osmanlıya karşı güçlerini birleştirmek yerine birbirleriyle kavga etmelerinden duyduğu şaşkınlığı ifade eden bir mektup göndermiştir. Bu çağrıyı sağır sultan bile duydu ancak imparator 1529’a dek Şah İsmail’e bir cevap yollamadı.” der. -Bu tarihin aksinde olan cümleleri Bernard Lewis’in kendi kitabında beyan ediyor olması, Türkiye’nin yeni açılım formunda Ümmeti Muhammed’in birlik hususundaki önemli bir engelin kalması için gerekli olan koşulları yeniden gizliden gizliye satır aralarında verir. -Çok önemli sonuçlar beklediğiniz kitap, ne yazık ki bugün yaşadığımız Türkiye’de bundan 20 sene kadar önce hangi projeksiyonların çizildiğini ve neye göre çizildiğini anlatıyor bizlere. -Yani Bernard Lewis’in satır aralarında gezerken 2000’li yıllarda Türkiye ve bölge coğrafyasında yaşanan özellikle İslam Dünyası’ndaki dini algı üzerindeki geri kalmışlığa nazaran ileriye atılım yapabilmek için gerekli koşulları sanki birisi bu kitaptan almış deyiveriyorsunuz. -Sanki tarihi anlatıyor bize. Ama tarih tekrardan ibaret beyanatının altını kalın kalın çizerek söylüyor. -“Karlofça’da imzalanan barış, Osmanlı Ülkesi’ne iki ders verdi.” diyor Bernard. “İlki askeriydi. Daha üstün bir güç tarafından mağlup olunmuştu. İkinci ders daha karmaşık olmak üzere diplomatikti ve görüşmeler sırasında öğrenilmişti.” diyor. -Yani Türklerin diplomasiyi Karlofça’ya kadar bilmediklerini, diplomasiye bu saatten sonra anlaştıklarını söylüyorlar. Zannedersem özellikle Osmanlı’nın Ortadoğu ve Uzak Asya’yla olan diplomatik ilişkilerini hiç bilmiyor olamaz. -Bernard Lewis bu ve buna benzer göreceğiniz cümlelerde aslında bizim gencimize diplomasiyi siz batıdan öğrendiniz. Uzlaşmacılığı, bir masada oturmayı, karşılıklı müzakere kültürünü bizden öğrendiniz demeye getiriyor. Ve hatta satır aralarında devam ettiğimizde göreceksiniz ki biz size uzlaşmayı öğretmeseydik eğer siz hiçbir masada oturup konuşabilecek değildiniz. Sizleri bir masaya oturtan da o masadan kaldırabilecek olan da biziz demeye getiriyor sözü. -“Osmanlılar ilk kez olmak üzere diplomasi dediğimiz tuhaf sanata başvurmak zorundaydı diyorlar.” Hele ki tarihçi olduğu söylenen bir adam söylüyor bu cümleleri. Çünkü kitap bir tarihçi matematiğiyle değil bir gencin okuyabileceği anlamda yazılmış ve bu aralar ülkemizin yine en çok satan kitapları arasında yer ediniyor. -“Osmanlı yetkilileri için bu hiç deneyimleri olmadıkları yeni bir görevdi.” diyor. “Askeri bir mağlubiyetten sonra sağlayabildikleri en iyi şartlarda nasıl müzakerede bulunabilirlerdi? Bu hususta İstanbul’daki iki yabancı elçiden Britanya ve Hollanda’nın elçilerinden biraz yardım ve kılavuzluk aldırlar.” diyen Bernard Lewis’in bu hususta herhangi bir resmi kayıt ya da bir kanaatini oluşturacak gerçek bir delili olduğundan şüpheliyiz. -“İngiliz ve Flemenk temsilcileri Osmanlılara dikkat çekmeyen şekilde” diyor, ekliyor “evet” diyor “bak resmi belge istemeyin benden çünkü bunlar İngiliz ve Flemenk temsilcileri dikkat çekmeyecek şekilde Osmanlı’ya yardım ve hizmet verebilmişlerdir. Hatta barış anlaşması müzakerelerinde yer alabilmişlerdi.” -Yani koskoca Osmanlı Devleti Karlofça’ya kadar bir anlaşma kültür yapabilecek düzeye ulaşmamış, diplomasiden bihabermiş ve bizlere bunu İngiliz ve Flemenkler öğretmiş. -“Yeni olan şey” diyor “Osmanlı’nın birliklerini eğitmek ve teçhizatlandırmak için Avrupalılardan yardım istemeleri ve Avrupalı güçlere karşı Avrupalı güçlerle ittifak kurmalıydı.” -Belki de bu sözüyle Bernard, Avrupalı güçlerle olan ittifak ile Avrupa’da bir güç olabileceğimizi ama nihayetinde her gücün üzerinde Avrupa’nın Hristiyan gücünün mutlak baskıcı matematiği yahut Avrupa’nın genel özelliğini ve onun üstün olduğunu yeniden verme gayretini bizlere enjekte etmeye çalışıyor. -“Batının silahlarını almanın yeterli olmadığıdır. Aynı zamanda bunların etkili kullanımı için batının eğitimini, yapılarını ve taktiklerini almak gerekliydi.” diyen Bernard, 98 yılında almış olduğu ödüle gerçekten layık olabilecek bir cümleyi kurmuş oluyor. -“Bir diğer meşhur mühtedi de Türk Salnamelerinde adı İbrahim Müteferrika olarak geçen muhtemelen Üniteryan kilisesine mensup Macar bir ilahiyatçıdan bahseder. 1729’da Türk matbaasını kurmakla görevli olan bu zatın bastığı kitaplardan biri kendisine ait kısa bir risaledir. Bu eserde Hristiyan ordularının Avrupa’da Osmanlılara karşı başarılarını anlatır ve Osmanlı’nın idari ve askeri süreçlerinin Avrupa’ya göre reform edilmesi gerektiğini belirtir.” buyurur. -Dolayısıyla Türkiye’deki matbaa sürecinin aslında bu ezilmişlik hareketiyle başladığını ifade eder. Ezilenlerin sesinin gazete olduğunu söyler. Zannımızca bundan önce Avrupa’nın bu kitabın hiçbir yerinde Müslüman bilim adamlarından tek kelime dahi Bernard Lewis anlatmaz. -“İlk ve en önemli uzmanlardan biri Baron Detod’du. Detod, Macar asıllıydı ve Fransa’nın hizmetindeydi. 1770’lerde Türkiye’de bulunmuş, burada yeni bir hendesene kurup, Osmanlı Birliklerinin yeni askeri mühendislik ve topçuluk birimlerinde eğitim görmesine büyük katkıda bulunmuştur. 1775’teki emekliliğinde yerine baş müderris olarak bir İngiliz getirilmiştir. Bu uzmansa sonradan Müslüman olmuş ve İngiliz Mustafa olarak anılır olmuştur. Esas isminin Campel olduğu düşünüldüğü takdirde Türkçe lakap çok daha alakasız durmaktadır.” diyen Bernard, aslında satır arasında bize şunu anlatıyor; Avrupalılaşan ve medeniyete yakınlaşan Osmanlı’yı da bu süreçte sizin zannettiğiniz gibi Osmanlı’da değil biz sağladık diyor. Bize borçlusunuz. -“Müslüman fakihler bir Müslüman’ın gayrimüslim bir ülkede yaşamasının caiz olup olmadığını uzun uzun tartışmışlardır.” diyen Bernard Lewis, fıkıh konusuna dahil olurken bu konudaki müthiş cehaletini ne yazık ki saklayamamıştır. Çünkü tarih boyunca bizim İslam fıkhında bir Müslüman’ın gayrimüslim memlekette yaşayıp yaşamaması üzerine bir tartışma olabilseydi eğer en başta Allah Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz Habeşistan’a, Habeşistan Kralı’na ilk hicret emrini veriyor olmazdı. -“Genel olarak Müslümanlar Hristiyan Avrupa’ya gitmek hususunda pek istekli değildi.” diyor. “İşte bu sebepten fıkıhçılar ortalığı karıştırmıştı.” diyor. -“Bütün fakihler olmasa da bazıları kıtlık zamanında erzak almak üzere diyarı küfre gitmeye cevaz vermiştir.” -Yani diyor siz tokluk için yaşarsınız. Haliniz bu kadar haraptır. -Yani kıymetli kardeşlerim bu kitabı okuyan genç bir adam eğer bundan evvel Osmanlı Devleti adına gerçekten bir tarihsel bilgiyi yazılmış, sadece bizim tarafımızdan yazılmış değil Avrupa’daki gerçek ve ciddi tarihçiler tarafından yazılmış olan kitapları da okumamışlarsa hakikaten bitip tükenmiş Osmanlıyı, bitip tükenmiş bir İslam Coğrafyası’nı görecekler yalan yollu. -Devam ediyor. -“Ortadoğu ülkelerinden batıya diplomasi veya ticaret amacıyla giden çok az sayıdaki insanın büyük kısmı Müslüman değildir. Dini azınlıklara mensuptur.” -Yani diyor siz dini azınlıkları eziyorsunuz. Hiç öyle olmadı tabii ki ve olamaz da. “Ama unutmayın ki o dini azınlıklar sayesinde bugün modern Türkiye’yi yaşıyorsunuz. Onlar olmasaydı olmayacaktınız.” -Beyefendinin Fransızlara tuvalet yapmasını, Almanlara yemek yemesini, İngilizlere konuşmasını öğrettiğimizi, diyalog kurmasını öğrettiğimizi zannedersem unutmuşlardır. -Avrupa Medeniyetinde İngilizler gemicilikle uğraştıkları için konuşmasını beceremeyen bir millettir. Almanlar sürekli olarak hareketli bir millet oldukları için yemek yemesini bilmeyen bir millettir. Fransızlar da ne yerlerse yesinler tuvaletini yapmayı bilmeyen bir millet olarak karşımızdadır. Bunları da biz öğrettik ama öğrettiğimizden dolayı onları bunların başına kakıyor değiliz. -“Avrupa’da Türkler ilk başta bu aracılara Türkiye’deki Avrupalılardan daha çok güvendiler. Belki de güçlü zorunluluklar sebebiyle Avrupalı meslektaşlarından daha hızlı şekilde Türkler, yeni diller öğrenmeye ve yeni yetenekler kazanmaya azmettiler.” -Yani o saate kadar hiçbir yetenekleri yoktu. Bilgileri yoktu, sıfırdı. Hatta sıfırı da onlar bulmamıştı. Müslümanlar bulmamıştı. Biz öğrettik diyor Bernard. -“Diğer taraftan Müslümanlar hala kafirler ve özellikle geleneksel kafir işleri için eski hoşgörülerini sürdürüyorlardı. Bazı zanaatlar ve meslekler Yahudilere, Rumlara veya Ermenilere has görülürdü.” Hayır bunlara has görünmüyordu. Onların çırakları da Müslümanlardı veya burada Müslüman ustalar vardı. Ancak Türkler ve Müslümanlar özellikle cihad yolunda, mücahede yolunda mücadele verdikleri için bu tarz zanaatların de bu insanlar tarafından ekmek kapısı bozulmaması için onu engellememişlerdir. -Bakın Osmanlıda çok enteresan olan bu kuralı insanlar bilmiyorlar. Ya biz niye o alana girmemişiz? -El cevap; şimdi Yahudi, Rum, Ermeni bu adamların hayat biçimi kısıtlanmış ve kısıtlı bir hayat yaşıyorlar. Bir zanaatları var. Bizdeki kültürde çiğköftecinin karşısına çiğköfteci açılmaz. Bakmayın siz bugünlerde dönercinin yanına on tane yeni dönerci açıldığına. Bu bizim İslam kültürümüzün değil bu tam da yapısı bozulmuş bir insaniyetin sonucunda bir vahşilik argümanıdır. -Osmanlıda da geldiklerinde ne fethettikleri coğrafyalarda onların da elinde zanaat vardı. Ancak onlar kendi zanaatlarının yanında Rumların, Yahudilerin, Ermenilerin elinden mesleklerini çalmadılar. Olaya bir de bu açıdan bakarsanız lütfen o zaman geri kalmışlığımızın sebebinin zanaat alanına girmemezliğimizle alakası olduğunu düşünmezsiniz. -Bu bilimsel olandır. Ne yazık ki Bernard Bey bilim adamı olmasına rağmen bu tam da dogmatik olandır. “Belki de” diyor Bernard, “bu sebeplerden dolayı devlet destekli ekonomi girişimlerinin çoğu başarısız olmuş. Azınlıklar ve yabancı hamileri ise ekonomiyi giderek daha fazla kontrol altına almıştır.” -Yine büyük hatadan bahsediyor çünkü ekonomiyi daha fazla kontrole alma süreci Osmanlı Devleti’nin özellikle Rockefeller ailesi başta olmak üzere Avrupalı tefecilerden para almasıyla başlamış olan bir süreçtir. Faizli borç para. -“Genç Osmanlılar açıkça İtalyan liberal yurtsever Giuseppe Mazzini’nin genç İtalya ve genç Avrupa’sı örnek alınarak kurulmuştu. Anayasa ve bir meclis için çalışıyorlardı. Kaçınılmaz şekilde 1867’de liderleri başta Londra ve Paris olmak üzere sürgüne gönderildi.” -Burada başlıyor Bernard içindekini kusmaya. Biz hazırladık diyor modern Türkiye’nin çocuklarını. Kendi topraklarımızda yetiştirdik. Gönderdik sizlere. -Biraz devam edelim. -İslam kanunlarına giriyor Bernard. “İslam kanunu ve örfüne göre İslamiyet’in hukuki ve dini üstünlük ilkesinden üç sınıf insan faydalanamaz.” diyor. “Kafirler, köleler ve kadınlar.” -Hakikaten hangi İslam bu? Çok büyük merakla bekliyoruz ama daha o yıllarda sanırım Bernard, kurulması planlanan DAEŞ ve benzeri örgütleri ve mealci kafanın temelini atmakta idi ya da atanlardan haberdar idi. -“Genç Osmanlıların lideri Namık Kemal tarafından 1867’de Tasviri Efkar gazetesinde yayınlanmış bir makalede yer almaktadır şu cümleler.” -Namık Kemal şöyle demiş, bunu da Bernard kitabına almış: -“Kadınlarımızın insanlığa çocuk doğurmaktan faydası yokmuş gibi görülür. Müzik aletleri veya mücevherat gibi sadece bir hizmet nesnesi olarak görülüyorlar.” -Yazık, Namık Kemal’in de bundan bihaber oluşu ne gariptir diyoruz cevap bile vermeye gerek duymadan. -“Osmanlı’nın Paris Büyükelçiliği’nin sabık başkatibi Mustafa Sami bir adım daha ileri gider ve hayretini belirtir. Erkek kadın her Avrupalı okuyup yazabiliyor. Erkek kadın hepsi en az on sene eğitim alıyor. Sağır ve dilsizlere bile okuma yazma öğretilen özel okullar var. Bilimleri sayesinde Avrupalılar veba ve diğer hastalıklarından kurtulma yollarını bulmuş, çeşitli eşyaları toplu üretmek için birçok mekanik alet icat etmişler.” -Yani biz okumayan bir toplummuşuz. Cahilmişiz. Bu yüzden geriye kalmışız. Bu zaten kahvehane köşelerinden kopup gelmiş yazarlarımız hala yazmaya devam ediyorlar. Bugün de size özellikle Türkiye’nin modernist kafasındaki yazarları olduğu söylenen isimlerin işte bu kitapların içeriklerinden ve bu adamların elinden yetiştirdiklerine dair delil bir kitabı sizin önünüze getirmiş oluyoruz. -Kimler nereden geldi, öğreniniz efendim. -“19. yüzyılın ikinci yarısı Osmanlı entelektüelleri bilimin önemine daha fazla vurgu yaptılar. Bazıları daha da ileri gitti, bilimle dikkatli şekilde taassup dedikleri şey arasındaki çatışmayı işaret ettiler.” -Bilimle diyor din çatışmaya girdiği yerde elbette bilimi seçeceğiz diyen bir saçma sapanlık söz konusuyken şu cümleyle olayı kapatıyor. Bizim için kapanmış oluyor daha doğrusu. -“Bilim hususuna Hristiyanlıkla İslamiyet arasındaki ilişki artık tersine dönmüştü. Talebeler hoca oldu, üstatlar şakirt. Hem de inatçı ve incinmiş şakirtler.” -Yani diyor bilim konusunda din, Osmanlı tebaasını ve yeni Türkiye’nin bütün yapısının oluşumuna temel engel olduğu. Halbuki tarih boyunca o büyük Zatı Muhteremler ürettiler robotları, astronomiyi, sıfırı bulmasını, vesaire vesaire, İbni Sinaları. -“Ancak geleneksel İslam’ın eşitlikçiliği tam değildir.” diyor Bernard. Geleneksel İslam kelimesinin de kendisi tarafından söylemsel olarak başladığını, onunla beraber daha da modernist yapıda kullanılmaya başladığını unutmayınız. -“İslamiyet en başından beri bazı toplumsal eşitsizlikleri tanımıştır. Bu eşitsizlikler kutsal kitap tarafından tasdik ve hatta takdis edilmiştir. Efendiyle köle, erkekle kadın, Mümin’le kafir arasındaki en temel üç eşitsizlik hususunda klasik İslam uygarlığının konumu bazı hususlar açısından iyi bir konumdadır.” der. -Bu noktada da ne yazık ki İslam’ın eşitçilik konusundan bihaber olan Bernard, tarih boyunca bizlere agnostik, ateist ve deist arkadaşlarımız tarafından söylenen cümlelerin buradan geldiğine şahit olmamıza vesile olur. -Devam edelim. O kadar çok şey var ki. Bakın şu cümleler enteresandır. -“Allah’ın kutsal yasası şeriattır. Bu yasa sünnet ve akıl yoluyla genişletilip yorumlanabilir. Bu yasa değiştirilememiş ve hiçbir Müslüman hükümdar teoride tek bir kural ekleyememiş ve çıkaramamıştır.” -Yani biz diyor Hristiyanlar kuralları ekledik, çıkardık, yorumladık. İşi aklımızla çözdük, geliştirdik. Geliştiremediğimiz yerde de yeni mezhepler doğurduk Protestanlık gibi. Ama siz beceremediniz ve o yüzden geri kaldınız diyor. -Heyhat. Biz o geri kalmışlığın yanında bugüne kadar dünyada altı milyondan fazla kadının işkenceyle yakılmasına vesile olmuş bir dinin müntesipleri değiliz elhamdülillah. Hristiyanlar, engizisyon mahkemelerinde sadece Avrupa’da altı milyona yakın kadını ateşte yaktılar cayır cayır. Küllerini savurdular. -“Fransız Devrimi, Avrupa’daki fikir hareketleri arasında Hristiyan olmayan hatta Hristiyanlık karşıtı olarak görülen ilk hareketti. Ve bu nedenle bazı Müslümanlar bu fikirlerde Hristiyanlık yüklerinden kurtulmuş batı biliminin ve ilerlemesinin itici güçlerini keşfetme mutluluğuyla Fransa’ya bakıyorlardı. Bu fikirler 19. yüzyılla 20. yüzyılın başlarında İslam Dünyası’ndaki modernleşme ve reform hareketlerinin çoğunu ideolojik ilham kaynağı olmuştur.” -Bu ilham kaynağı olarak bahsettiği şey zannımızca Türkiye’de Müslüman olmaktan utanan kitlenin halidir. “İslam Dünyası’nda” diyor Bernard, “toplumun örgütlenme ilkesi olarak dinin kaldırılması yakın zamana kadar denenmedi.” -Dikkat! -Yıl 99. -“Denenmedi ve bu girişimde tamamen Avrupa’nın etkisinden kaynaklanıyordu.” -Sanırım o dönemin 28 Şubatçıları bu kitabı okurken çok mutlu olmuşlardır ya da 28 Şubat için ciddi bir ilham kaynağı olmuştur. -“Modern zamanlarda İslami hoşgörü bir miktar azalmıştır.” diyor. -Enteresan. “Türklerin 1683’teki Viyana kuşatmasından sonra İslam, dünyada ilerleyen değil gerileyen bir güç haline gelmiş. Müslümanlarsa Doğu ve Batı Avrupa’nın büyük Hristiyan imparatorluklarının yükselişi ve genişlemesiyle tehdit edilmeye başlamıştır.” -Siyasal anlamda böyle bir tehditten bahsediyor olsanız da eğer konu hoşgörüye geldiyse İspanya’dan kaçıp gelen Yahudileri de nasıl kurtardığımızı sanırım hatırlamanız gerekir. -Siz de bir Yahudi olarak Bernard Bey, keşke bunu hatırlıyor olsaydınız ya da buraya bir teşekkür yazıyor olsaydınız. -“İmparatordan sultana elçi olarak gelen Oger Ghislain Busbecg 1554’te yazdığı bir mektupta, Osmanlı başkentinin yaptığı yolculuk sırasında karşılaştığı bir sorunu anlatır.” -İnanın bana kitabın sadece bu bölümünü anlatıp bitirsem nasıl bir kitapla karşı karşıyayız, nasıl bir zihniyetle karşı karşıyayız çok iyi anlayacağız. Ancak anlatmaya çalıştığımız şey şu; birazdan anlatacağımız zihniyet Bernard’ın kitabından kopyalanarak ülkemizin önemli liselerinde, önemli okullarında çocuklarımıza Türkçeleştirilerek empoze edilmiştir. -O yüzden “Bizim çocuklar niye böyle?” demeyiniz. Onları yetiştiren eller bu kitaplarla büyüdü. Bu kitaplar onlara doğunun batıdan niye geri kaldığını böyle anlattı. -Haa dediler böyle mi geri kaldı, o zaman zıttını yapmamız lazım. -Bakın, yıl 1554. İstanbul Fethi’nden yaklaşık bir asır kadar sonra. Ve buraya imparatorluğa gelen bir adam Osmanlı başkentinde yolculukta karşılaştığı sorunları anlatıyor. Ve biz de bakalım, görelim bir Avrupalı Osmanlı’nın henüz İstanbul’u fethettiğinin 100. yılında nasıl bir dehşet sorunla yaşanmış. -Diyor ki, “Şarap eksikliğinden neredeyse daha kötü bir sıkıntı daha vardı. O da uykumuzun tedirgin edici bir şekilde kesintiye uğraması. Saatlerinden şafağın geldiğini anladıkları zaman insanları namaza çağırmak için inşa edilen yüksek bir kuleden haykırırlardı.” -Dert büyükmüş Oger’in. Bir, şarap içememiş. İki, minarelerdeki ezan sesi uykusunu kaçırmış. -İşte 1554 tarihindeki Avrupalı’nın Osmanlı’ya ve İslam’a bakış açısı ve neyden rahatsız olduğu. -Peki bugün Müslümanlardan hoşnut olmayan, dindarlıktan nefret eden… -Dindarları sevmeyen insanlardan ne duyuyoruz? -Ya şu minarelerin biraz sesini kısın bir, iki içkimize karışmayın. ​ -Nerede içeceğiz, hangi parkta içeceğiz? Hangi sokağın köşesinde içeceğiz? Bize karışmayın. İstediğimiz yerde olalım. -Demiyorlar mı? -Evet. -Bak 550 yıldan beri aynı kafa, aynı anlayış. -Ben açıkçası bu söylemden sonra Bernard’ın diğer kısımlarda söylediklerini çok da fazla girmeye gerek duyuyorum çünkü kitap en sonunda Türk siyasi tarihinde okunmuş kitaplar arasında ve ne yazık ki Türkiye’de ödül verilmiş bir adam bu. -Son cümleleri şu: “Ortadoğu halkları bugünkü yollarını izlemeye devam ederse intihar bombacısı bütün bölge için bir metafor halini alabilir. Ve er ya da geç başka bir yabancı hakimiyetini bu belki eskisi gibi yeni bir Avrupalı güç belki dirilen bir Rusya ya da doğudan yeni ve genişleyen bir süper güç olabilir. Getirecek aşağı doğru nefret, kin, öfke, kendini acıma, yoksulluk ve baskı sarmalından kaçış olmaz. Eğer şikayet ve mağduriyetten vazgeçebilir, farklılıklarını çözebilir ve ortak bir yaratıcı çaba içinde yeteneklerini, enerjilerini ve kaynaklarını bir araya getirebilirlerse o zaman bir kez daha Ortadoğu’ya Antik çağ ve Orta çağda olduğu gibi büyük bir uygarlık merkezi haline getirebilirler. Şimdilik seçim kendi ellerinde.” diyor. -Bernard belki bunları yazarken bu sondaki cümleler senin tanrıya yaptığın bir duaydı. Belki bu yaptığın duaya amin diyen çok Türk yazar da bulabilirsin. Ancak ne Rusya’ya ne doğuda yükselecek Çin’e ne de bugün pisliğinin içerisinde boğulmakta olan Avrupa’ya zannedersem bu ülkenin insanı ve inşallah muhtaç olmayacaktır. -Sevgili gençler, bu adamın Türkiye’ye biçtiği bu son hali 500 yıldan beri söylenen cümleler baştan sona aynı. O yüzden sizin neden topraklara sahip çıkmanız gerektiğini iyi anlamanız için bu aralar size en çok bu isimleri anlatmaya çalışıyoruz. -Uyanmanız, dirilmeniz, anlamanız, sahip çıkmanız ve mücadele etmeniz dileğiyle. youtu.be/U7K3Ps2gVuI
Hata Neredeydi?
Hata Neredeydi?Bernard Lewis · Oğlak Yayıncılık · 20121,700 okunma
··
577 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.