Merhaba dostlar. Günlük hayatımız alışkanlıklarımızı nasıl da etkiliyor değil mi? Yaşadığımız şartlardan dolayı, doyasıya kitap okuyamamanın üzüntüsünü yaşarken, bir yandan da normal şartlarda olmasa da görevimi yaptığım için mutluluk duyuyorum. Çünkü her an birilerinin gazabına uğrayabilir ve görevimden uzaklaştırılabilirim. Görevden uzaklaştırılmak için bir sebebin de olmasına gerek yok aslında. Gözünün üstünde kaşın olsun yeter. Evet yanlış duymadınız. Bazen insanlar sırf gözünün üstünde kaşı var diye görevlerinden uzaklaştırılmış. Sıranın bana da gelmeyeceği ne malum. Sonuçta benim de kaşım var değil mi?
Meydanlara her çıktığımızda bağırdığımız bir slogan vardır:
SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK!
Yapılan haksızlıklara boyun eğdiğimiz müddetçe ezilmeye mahkumuz. Bunu bilmemize rağmen bazen susmayı tercih ederiz. Neden susarız peki? Çünkü konuşursak birilerinin kulağına gider. Çünkü konuşursak birilerini rahatsız ederiz. O yüzden BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞASIN diyerek susmayı tercih ederiz.
Ama bazı kişiler vardır ki bir türlü susmayı bilmez. Neymiş efendim, gerçekleri herkes öğrenmeliymiş. Haklısın kardeşim haklısın da, bunu gel de sayın büyüklerimize anlat. Halkının uyanması işlerine gelmediği için hangi iktidar ister ki gerçeklerin öğrenilmesini. Hangi iktidar köylerin, ağaların baskısı altında olduğunu kabul eder ki? Aslında bilir ama susar. Neden? Çünkü oy alacak. Köylü cahil kaldığı müddetçe de oyları artacak.
"Bu çevrede Nadir Ağa ne derse o olur. O, şu partiye oy vereceksiniz dedi mi, tamam! Öteki partilere tek oy çıkmaz." (s. 54)
İktidarlar nedense halkının cahilliğinden beslenir. Siyasetten çok anlamam ama GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTEMEZ. Bir tek Atatürk, halkının cahil kalmaması için uğraşmış. Halkı eğitimli olan ülkenin ileriye gideceğini savunmuş. Bir tek onun döneminde çağdaşlaşma adına çalışmalar yapılmış. Of, of!
Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptıkları ile sonraki yapılanları düşününce içime bir öküz oturdu adeta.
Evet ne diyorduk, birileri halkımıza gerçekleri anlatmayı kendine görev edinmiş. Ama benim dikkatimi çeken şey, gerçekleri anlatan, halkımızın gözlerinin açılmasını isteyen kişiler nedense hep KÖY ENSTİTÜSÜ mezunları. Hani şu iktidarların yemeyip, içmeyip de kapattıkları KÖY ENSTİTÜLERİ. İşte
Osman Şahin'in köylüsü. Mersin'in Arslanköy'ünde doğmuş, Düziçi Köy Enstitüsü'nde okumuş. Çocukluğu çileli geçenlerden. Çocukluğuna dair yazdıkları insanı derinden etkiliyor.
"Çocukluğumda sevgi yerine dayak gördüm. Hiç uğruna yediğim o dayakları. Sanki üvey çocuktum. Oniki yaşıma değin, yaşımın üstünde işler yaptırdılar. Oyun nedir bilemedim. Sanki kendi isteğile dünyaya geldim. Sanki zarar veren bir çocuktum. Tam karşıtı. Tükettiğimden çok, ürettim oniki yaşıma değin. Oniki yaşımdan sonra parasız yatılı okulda okudum. Yaz dinlencelerinde işçilik yaptım. Onsekiz yaşımda da yaşama atıldım…" (KVK. 74 )
Ailesine yük olmaktan çok yararlı olmaya çalışmış hep. Ama bazı babalar nedense çok gaddar olabiliyor. Neyse konumuz babalar değil, asıl konumuza gelelim biz. Behzat Ay ilk önce öğretmen olarak göreve başlar. Daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Özel Eğitim Bölümü'nü bitirir. Çektiği kura ile de Siirt'e müfettiş olarak atanır. Oh ne güzel sonunda atandı, çocukluğunda çektiği çile bitti dediniz değil mi? Siz öyle sanın. İşte ne olduysa orada olmuş. Kendisi 1940'ların 3M'si (MAARİFİN MİMLİ MUALLİMİ) gibi sürekli soruşturmalar geçirir. Neden mi? Çünkü başarılıdır ve göze batmaya başlamıştır. Denetim yaptığı öğretmenler tarafından sevilmektedir. Bölgesindeki hemen hemen hiçbir öğretmen görevini aksatmamaktadır. Tek sebep bu değil tabii ki! Bunun yanında gezdiği köylerde yaşanan sorunları dile getirmeye başlamış, ağalara dokundurmuş. Köylünün gözünün açılmasını sağlamış. Bu konuda başarılı olmuş mu peki? dediğinizi duyar gibiyim. Ağaların cirit attığı Siirt gibi bir yerde mümkün mü sizce?
Bakanlık, Vali, Milli Eğitim birleşmiş elbirliği ile Erzincan’a postalamışlar, pardon atamışlar. Üstüne bir de görevi düşürülmüş (tenzili rütbe) Müfettişken Erzincan’a öğretmen olarak atanmış. Atanmış biraz kibarcası, aslında sürülmüş. Peki orada rahat bırakmışlar mı? Ne mümkün. Kendisine komplolar düzenlenmiş, linç girişiminde son anda kurtulmuş. Çünkü kendisi Erzincan'a gitmeden hakkında karalama kampanyası başlatılmıştır. Komünist öğretmen geliyor, ona göre hazırlıklı olun demişler adeta onu oraya gönderenler.
Behzat Ay'ın böyle çileli bir görev süresi olmuş. En sonunda da İstanbul'da görev yaparken 12 Eylül'ün hemen öncesinde emekli olmuş.
Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi olan Behzat Ay, Atatürkçülüğün Yorumu başlıklı yazısı ile 1973’te Barış gazetesinin ödülünü, Sınır adlı hikâyesiyle 1982’de Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülünde mansiyon ödülünü almış.
Behzat Ay'ın dostları da çok değerlidir. Kimler yok ki!
Osman Şahin .
Behzat Ay, görev yaptığı zamanları önce günlük olarak yayınlamış, daha sonra ise roman haline getirmiş.
Mahmut Makal kitabı o kadar çok beğenir ki "Bu yüzden seni Siirt dağlarına gönderenlere, oradan Erzincan’a sürenlere içimden teşekkür etmek geçti, kitabı okurken." der.
Ben teşekkür edemedim maalesef. Okurken hep yazdıkları yazılar, şiirler yüzünden sürgün edilen
Halikarnas Balıkçısı ve daha nicelerini düşündüm.
Ne çok yazmışım Behzat Ay'ı anlatırken. Ama böyle değerli bir yazarı tanımamış olmak haksızlık olur. Ben geç kaldım, siz bari geç kalmayın.
Sürgün
Gelelim kitabımıza. Kitabımız Basri Altınay adında bir müfettişin önce Siirt'e, oradan da Erzincan'a sürgün edilmesini ve başından geçenleri anlatıyor. Tahmin ettiğiniz gibi
Behzat Ay, yaşadığı sürgün günlerini isim değişikliği ile romanlaştırmış. Kitabı okurken adeta hop oturup hop kalktım. Tek amacı gezdiği yerlerde gördüğü çarpıklıkların düzelmesi. Bunun için de çeşitli dergilere yazılar yazarak devlet büyüklerinin dikkatini çekmeye çalışır. Ama yazdığı yazılar ile herkesi sinirlendirir. Çünkü yazdıkları gerçekleri yansıtmamaktadır (!) Çünkü her şey güllük gülistanlıktır (!)
«Köy halkının çoğu mağaralarda oturuyordu. Trahom, firengi, cüzzam hastalığından yüzleri bakılmayacak denli korkunç insanlar vardı. Köyde akarsu yoktu. Pis bir suydu köylünün içtiği. Sarı ve ağır.» (s. 42)
Nedense gerçekleri yazmak her zaman suç olmuştur. Basri Altınay da gerçekleri yazdığı için komünist oldu. Erzincan'a sürüldüğünde önce namı gitti. Kendinizi savunun, komünist öğretmen geliyor, dendi adeta.
«Nüfusumuzun çoğunluğu köylü. Köylüler perişan, yoksul, hasta, yolsuz, ışıksız diye yazılar yazdım. Duygularımı, gördüklerimi yazdım yani. Bakanlığım ve başka kişiler, bunları yazmakla sen komünistlik yapıyorsun dediler» (s. 146)
«Ülkemizde gerçekçi ve ilerici oldun mu, susturmak, hatta ezmek isterler.» (s.108)
Derken aslında ne kadar haklı. Ülkemizde gerçekçi olmak her zaman başa bela olmuştur.
Büyüklere verilen cezalardan en çok çocuklar etkileniyor. Babaya, anneye ceza verildiğini düşünürken aslında en büyük ceza çocuklara verilmektedir.
«Öğretmen olmasaydınız.»
«Bıktık bu sürgünlerden.»
«Biz de çekiyoruz sizinle beraber.» (s. 213)
Öyle işte sevgili dostlar, bu ülkede gerçekleri asla yazmayacaksın. Yazarsan cezanı çekersin. Çünkü geri kalmak her zaman birilerinin işine yarar.
«Geri kalmış olduğumuzu bildikleri halde, bunu söylemeyi suç sayan anlayış, bu durumdan kurtulmamızı istemiyor demektir. Yani geri kalmış olmamızdan onlar yararlanıyor demek olur...» (s. 114)
Sürgün'ü okuduğunuz zaman kendinizi benim gibi suçlu hissedeceksiniz, yazara ve kitaba geç kaldığınız için. Ama her zaman dediğim gibi, hiçbir şey için geç değildir.
Öğretmen kıyımları nasıl olur öğrenmek istiyorsanız okuyun. Sırf gerçekleri yazdığı için bir insan nasıl sürülür öğrenmek istiyorsanız okuyun. Görevini en iyi şekilde yaptığı için ödül alacağı yerde nasıl ceza alır öğrenmek istiyorsanız okuyun. Pişman olmayacaksınız.
Beni bu değerli yazarla ve kitapla tanıştıran
https://1000kitap.com/malneirophrenya'ye özellikle teşekkür etmek istiyorum. Çok teşekkür ederim https://1000kitap.com/malneirophrenya . Ben senin sayende tanıştım, umarım birileri de benim sayemde tanışır. Böyle bir kitabın sadece 3 okuması olması çok yazık. Aslında ben bitirdiğim de ikiydi, birilerinin daha keşfetmiş olmasına çok sevindim.
Geç de olsa
Sürgün kitabı ile tanıştığım için çok mutlu oldum. Bu değerli kitabı mutlaka okuyalım arkadaşlar.
İncelemeyi okuyan herkese teşekkür ederim. Başlarken bu kadar uzun olacağını düşünmemiştim. Ama yazmaya başlayınca da duramadım, kusura bakmayın. Böyle bir yazarı ve kitabı kısaca anlatmak haksızlık olurdu. Şimdiden herkese keyifli okumalar.