Gönderi

Kıymet bilmemek ne fena eylem. Çoğu vakit, incir çekirdeğini doldurmaz insanın insanı kırdığı meseleler. Nasıl diyordu Yûnus Emre, "Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme." Kırmamalı sevgili okur. Bu dünyaya değmiyor işte. Var olun. Meliha Öz - Ar Topuklu Siyah Kadınlar Karabatak Dergisi, Eylül - Ekim 2015 (22. Sayı) Dalgın bakışlarını izlediğim anlardan birinde göz göze geldik. Güya okuduğum kitabı siper etmiştim bakışlarıma. Suçüstü yakalanmamın mahcubiyetini örtbas etme telaşıyla, yanımdaki boş koltuğu işaret ettim kadına. Koltuğu pışpışlayarak, "Neden yerde oturuyorsun, yukarı çıksana," dedim. Belli belirsiz gülümseyerek anlamadığım bir şeyler söyledi, fakat kalkmadı yerden. Esmerdi kadın. Tırnak dipleri esmerdi. Topukları esmerdi. Elini şakağına dayaması, bakışını kaçırması, çocuğunu okşaması, kucağındaki çocuk, çocuğun uykusu esmerdi. O böyle baktıkça aklım takılıyor, gözünü diktiği karanlıkta gördüğü şeyi anlamamı sağlayacak bir şey bulmayı umarak ben de aynı karanlığa uzun uzun bakıyordum. Arada bir dalgınlığından silkelenip kucağında uyuyan çocuğun saçlarını karıştırıyor, o zaman ben de hızla kucağımdaki kitaba çeviriyordum bakışlarımı. Sonra yine, gözlerine herhangi bir mesafe yerleştirmeden bakmaya devam ediyordu karanlığa doğru. Ardından ben de kapının penceresinden görünen karanlığa dikiyordum gözlerimi. Fakat kapıdan sınıra, sınırdan varil bombasına, varil bombasından varil varil petrole, petrolden savaşlara geçip geçip gidiyordu aklım. Ancak çenemin ağrısını hissedince, gittiğim yerlerden gerisin geri dönebiliyordum. Doktorumun, "Dişlerini sıktığını fark ettiğin anda düşündüğün her neyse bırak, başka bir şey düşünmeye çalış. Çok uzun sürmez, dişsiz kalırsın yoksa," dediğini hatırlıyordum. Hatırlıyordum hatırlamasına ama başka bir şey düşünemiyordum. O, çocuğunun saçlarını okşayınca mesela, ben çocuğun daha yedi günlük bebekken kesilen saçını düşünüyordum. O ilk saçı sakladığı mendil ne olmuştu acaba, alabilmiş miydi yanına? Mendil emanetçisi bohçalar, bohçaların sığınağı sandıklar, sandıkları sırtlayan yüklükler, yüklükleri taşıyamayan yıkık evler düşüyordu aklıma. İlmek ilmek hayal düğümü danteller, düğün fotoğrafları, anne yadigârı birkaç metre basma, baba elinin sıvazladığı bir tespih belki de. Kim bilir. Hepsi ayrı birer sandıkta. Sonra zınk diye duruyordu aklım. Bir haftalık bebeğin saçı, kaç gram altın eder Allah aşkına! Kaç sandığa sığar bir mülteci kadın mesela! Böyle dişimi sıkıp daldığım anlardan birinde al topuklu beyaz bir kadın bindi trene. Kapının dibindeki koltuğa, yani esmer kadının dibindeki boşluğa, yani esmer kadının kucağındaki çocuğun rüyalarının içine uzatarak topuğunu, tam karşıma oturdu. Esmer kadın, çocuğunun kararmış topuklarını siyah elbisesinin eteğini geriye kıvırarak kapattı usulca. Sonra çocuğun uykusunu kapattı eşarbının ucuyla. Sonra kirden kararmış tırnaklarını sakladı, avucunun içine batırarak. Yumruklarını sıkıyormuş gibi göründüyse de vallahi tırnaklarını sakladı. Böyle saklana saklana, kapı eşiğinde bir karaltıya dönüştü. Kapıya ve eşiğe takılıp içimizi karartmıyoruz şekerim! Çelik kapımız, mermer eşiğimiz, pencerelerde korkuluklarımız var. Hadi ama! Sıkma dişini! Tatile giderken ak çarşaflar serdiğimiz mobilyalarımız, sardunyalarımızı sulayacak komşularımız var, bunları da düşün bebeğim. Ütüyü de prizde unutmuş değiliz ki; her bir sigortamızı yaptık nitekim. Alarm, poliçe, paratoner, şifre, kilit, güvenlik, sosyal güvence... Hepsi, hepsi bizim için. Hayat sigortamızın da süresi dolmadı henüz, Allah'ım, fevkalade emniyetteyiz! Dünyanın emniyetini küçümseyen iç sesimle, eşikteki kadına empati, dişlerime uzun ömürler bağışlıyorken ihtiyar bir karı koca bindi duraktan. Kadın, dirseğinden kavradığı kocasını ayakta tutmaya uğraşıyor, "Adamım, tutun bana, bak şu demire tutun," diyordu. "Kızım," dedi, çocuğun rüyasına ayaklarını sarkıtan kadına. "Bir zahmet, yana doğru kayabilir misin? Amcan rahatsızlandı az evvel, yürüyemiyor, biz şuracığa otursak, hem de şu demire tutunsa." “Ne münasebet!" dedi al topuklu beyaz kadın. "Neden kayacakmışım, nereden amcam oluyormuş ayrıca!" “Tamam evladım, kızma," dedi ihtiyar. "Sen hiç rahatını bozma." Ayaklarını sürüye sürüye gidip yandaki boş koltuklara oturdu ihtiyarlar. Hep beraber, kadının kulaklığından taşan, berbat şarkıları dinledik bir süre. Ne esmer kadın, ritim tutacağım diye salladığı ayağının çocuğunu korkutacağından şikayet etti. Ne ihtiyarlar müziğin gürültüsünden. Ne de ben, geride bırakılan sardunyalardan. Esmer kadınların rengarenk sardunyaları olur çünkü. Çünkü ben, kuruyan esmer kadınlar, kuruyan esmer çocuklar, kuruyan rengarenk sardunyaların ardından ağlayabilirim. Bir yurdunu değiştirmek zorunda kalan kadına, bir poposunu sürükleyerek oturduğu koltuğu değiştirmekten kaçınan al topuklu beyaz kadına bakıp duruyordum. Dişlerimin ömrü uzun olsun diye ısırdığım dudaklarımdan kan tadı alınca, boş verdim dünyanın adaletini ve merhametini dünyalının. İneceği durağa yanaştığımızı son anda fark edince o mermer gibi kadın, o ilik gibi kadın, o kaymak gibi kadın, ayağa fırladı. Kalkınca sendeledi. Sendeleyince uyuyan çocuğun yeresarkmış eline bastı sivri topuğuyla. Topuklarını yere tak tak tak vurarak, "Ayak altından toplasınlar bunları! Allah kahretsin, her yerdeler. Virüs gibi çoğalıyor pislikler!" diye bağırarak uzaklaştı. Topuk takırtıları ve çocuğun feryadıyla irkilen ar topuklu siyah kadın, fırladı dalıp gittiği karanlığın içinden. Cenin gibi kıvrılarak kendi içine, karnına gömdü, göğsüne bastırdı, sakladı çocuğu bedeniyle
·
35 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.