Gönderi

Hayat bize neyi, kimleri getirir bilinmez. İnsanı insan kılan da bu bilinmezlik değil midir? Sadık Yasızuçanlar bir başka kitabında bunu şöyle anlatır: "İnsan yağmur tanesi gibiymiş. Kimisi güle düşüyor kimsi çamura." Ne diyelim sevgili okur. Gül de dünyada, çamur da. Var olun. Sadık Yalsızuçanlar - Gerçeği İnciten Papağan Timaş Yayınları, s.46-47 Hep o soluk fotoğraflar. Çocuk resimleri. Hani hem otobur hem de her gün psikiyatriste taşınan deli ressamın yaptığı. Dilim onlardan kurtuldu ama suya düştü. İki prenses sudaki dilimi kapmak için kıyasıya birbirlerinin canına girdiler. Boşunaydı. Balık yutmuştu onu. Yola koyuldular. İzlemeye başladım. Oldukça kurnaz bir pazarlık. Şimdi kim kimi aldatacaktı. Gide gide/ az gidiyorlar uz gidiyorlar/ bir ırmağa geldiler. Ölüm ırmağı. Hayır hayır ölüm akmıyor ırmaktan. Ama bir kez girdiniz mi artık çıkamıyorsunuz. Eşim/ artık bu sözcüğü kullanmaya dilim varmıyor/ balık tutmak istedi. Köpekle kedi bağırdı. Köpekle kedi de nereden çıktı. Öyle ya benim/ gülümseyerek/ artık falcılıkla uğraşır olduğumu nereden bileceksiniz. Hem bunları açıklamak zorunda olduğumu da sanmıyorum. Yeryüzü bir ölüm dalgası ama yine de rikkatli bir hüzün vermeyen aşklar kalmışsa onunla yaşayan çocuk olmak da kendine getirebilir insanı. Yalancı şafağın adını ben koymuştum, biliyorsun. Kime karşı ölümsün. Söylersen. Tekrar masal bu ya. Prensesler yine kavgaya tutuştular. Bıraktığımız yerde durum farklıydı oysa. Önemsiz ayrıntılarla uğraşmaktan bıkmıştım. Sevgiyle oynamaktan usanmıştım. Dreamland. Las Vegas. Ne kuleydi, hani lokma tatlısı yediğiniz canım. Biraz alışveriş, biraz bekleyiş. Vitrinler. Merdivende az kalsın düşüveren. İşte hep önemsiz teferruat. Aptalları hatadan soyutlayan. Sahi balığın karnını nasıl es geçebiliriz. Dilimle aynı dehlizde olmak heyecan vericiydi tabi. Karanlıktı ama. Boğucu. Geleceği düşleyince çıldıracak gibi oluyordum. Ben de gerçeği anlamayanlar gibi küsmüştüm. Gözlerim döndürüldüğünde görebilirdim. Hayattan çabuk söner bir şule/ Ömürden çabuk geçer bir müddetçik/ Varlıktan çabuk çürür bir cisimse de. Flu resimler prensesi değişmez sona uğradı. Irmağa girdi. Net resimler prensesi ülkesine geri döndü. Ben kerevite çıkmadan önce o misali güneşçikte her şeyin aniden bir vehme kapıldığını gördüm. Sen o silsileli yazınla vahşilere dönmüştün. Ben çocuk gibiydim. Kanadımın örtüsüne sığındım. Büyük sevincim sensin. Bin kez çökse de bu can içimde inlese de sesine koşuyordum. Kadının düşürdüğü güneş gibi. Arzularımın ritminden sana bakıyordum. Gözüm hep sendeydi. Dilimi sen bağlamıştın. Dönüp dönüp sana ölüyordum. O kibar gülümseyişin olmasa bana armağan ettiğin bu ölümle nasıl dirilebilirdim? Çığlığını nasıl dinleyebilirdim? İri yağmurlar gibi nasıl yağabilirdim? Uzayan bir gölge gibi nasıl sana gelirdim? İşte yemin uçlarımda seninim. Bu yerkürede küçük, parça parça, rengârenk çeşitli cam parçaları gibi her biri başka tende rengini, büyüklüğünü, biçimini güneşten aldı. Bu düşsel ışıklanma ne güneşin aynısıydı ne de… Biryudumkitap.com
·
18 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.