Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Oğuz Atay
OĞUZ ATAY’A MEKTUP "Sevgili Oğuz Atay, Belirsiz bir zamandan yazıyorum sana bu mektubu. Hangimizin şimdiki zamanı daha kıymetli diye düşünmeden. Bilirim sevmezsin geçmiş zaman güzellemelerini. O yüzden sana biraz gelecek haberleri vermek istedim. (Gelecekten haberler diyecektim utandım, falcılara bile saygı duymak lazım.) Önce iyi haberleri vereyim. Kitapların çok iyi bir yayınevi tarafından özenle basılıyor. Bazı okurların özel baskılar da istiyor; deri ciltli falan. Ama yayınevin hiç girişmiyor o işlere. Malum, kitapların zaten kalın, bir de deri cilt-sert kapak derken maliyet alır başını gider. Has okurların olan üniversitelilerde o kadar para yok. (Genç nüfus işsizliği var Albayım.) Bence yine de en afillisinden basılmalı kitapların. Hatta katbekat kar ile satılmalı. Çünkü bir de, seni hiç okumadan kitaplığında bulunduranlar var. Malum, kitapların kalın, görkemli duruyor raflarda. Şöyle bir de yaldızlı ciltlisi olsa ne hava atılır Tutunamayanlar'la. (Fırsatın olsaydı da şu beyaz yakalıların romanını yazsaydın. Sen sormadan söyleyeyim, insanlık hala giysi üstünden sınıf tanımlaması yapmayı seviyor.) Kitaplarınla fotoğraf çektirip herkesle paylaşmayı seviyor insanlar. Bir bilim insanına sosyal medyayı anlatacak değilim. Senin kitaplarının başrolde olmadığı gün yok. Deniz kenarında, vapurda, fonda ayçiçeği tarlaları, çoraplı bir ayak, çıplak bir ayak, yarım sigara, çay, kahve ve Oğuz Atay kitabı. Yok, yalan söyleyemem sana, hiç Votka Martini ile öpüştürülmüş bir kitabını görmedim fotoğraflarda. Oysa sağlam içkidir votka. (Unutmadan, James Bond hala aynı yaşta. Shaken and not stirred.) Her gün onlarca kişi seni profil fotoğrafı yapıyor. Dünya başkasının yüzü arkasına saklanalı çok oldu. Kusura bakma bunu söylediğim için ama kimileri için, arkasına saklanılan bir maskesin artık. (Hiç yayınlanmamış fotoğraflarına çok ihtiyacımız var.) Neyse, güzel konulara dönelim. Üniversiteliler seni seviyor demem yüzünü güldürmüştür herhalde. Gerçekten de çok seviyorlar. Sadece okumakla kalmıyorlar. Senin adına etkinlikler düzenliyorlar. Oğuz Atay’da İroni diye bir panel yapıyorlar örneğin; asık yüzlü konuşmacıları ve ön sıraları öğretim üyelerinin kapmasını saymazsan iyi niyetli çabalar bunlar. Panel sonunda konuşmacıya plaket bile veriyorlar. Kim bilir kaç güzide yazarın evinde ‘İroni başlıklı konuşmamıza katkılarından dolayı teşekkür ederiz’ plaketi var. (Gururla söyleyeyim ki, yazar evlerinin değişmez plaketisin.) Kimi dönemlerde kitaplarına ilgi artıyor. Eski baskılar sahaflardan yüksek fiyatlara çıkıyor. Bir ara herkes, şu meşhur Sinan Yayınları baskısına sahip olduğunu söylüyordu. Seni gizemli bir kahraman, kitabını kutsal bir metin olarak nesilden nesile aktarıyoruz. (Ormanda bin kaplan gücünde olduğun söylenirmiş, doğru mu Kızıl Maske? Madem öyle, şehre inerken neden pardösü giyiyorsun? Yoksa hepimizin içinde Beyaz Mantolu Adam mı var?) Dergicilik dünyası da seviyor seni. Her ay, en az bir derginin ya ön kapağındasın ya arka kapağında. Karakalem bir portren, altında bir cümle. Demem o ki, bir yuvarlağın içine hapsedilen cümlen tirajlara tiraj katıyormuş. Bir tiraj uğruna ya Rab, ne taklalar atılıyor. (Mukayeselerden hoşlanmam ama gerçeği bil diye söylüyorum: ‘Ver Posteri, Kap Tirajı’ listesinde ilk 10 isimden birisin. Ve kusura bakma, ilk 5 ‘Hüzün Pompalayanlar Korosu’ tarafından kapılmış durumda. Dergiler seni anlamakla ilgilenmiyor, suretinden para kazanıyorsa sevinmelisin buna. Gençleri destekleyelim.) O harika kitabın, Tehlikeli Oyunlar, bir anda ‘Albayım’ seslenmesine indirgeniyor ama olsun, seviliyorsun sonuçta. Hatta bazen ‘Oğuz Atay Kitaplarından Altı Çizilecek On Güzel Cümle’ diye liste bile yapıyorlar. O kadar seviliyorsun ki, hazır çorba misali servis ediliyor cümlelerin. (Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap!) Okurlar,dergiciler seviyor da yazarlar sevmiyor mu sanki. Soyağacını sana dayandırmakla geçiyor kiminin ömrü. İroninin babasısın, alıntılar kralısın. Senden alıntı yapmayan kitaba ne damat veriyorlar ne de gelin. Ne evet ne hayır! Yayınevlerinin girişinde küçük bir gardırop var. Her yeni yazarın üstünde ‘Oğuz Atay İronisi Gömleği’ deneniyor önce. Bedeni tutturabilen yok. (Hayatımız tadilatla geçti be usta!) Kötü haberlerim de vardı. Ama şimdi düşündüm de, dertlendirmeye hiç gerek yok. Birbirimize iyi şeyler söylemekten, sarılmaktan başka umudumuz kalmadı, şu karanlık günlerde. Canım insanlar var ya, sana yaptıkları ne ki, dünyaya bulaştılar köhne bir tümör misali. Ağaçların, kuşların, çiçeklerin, fillerin, kayaların, kedilerin başına gelmiş en kötü şey olan insanlar seni bir kitaplığın rafına süs, derginin ortasına poster eki, yazarlık kimliğinde baba adı yapmış çok mu? (Dükkanı kapatmamıza az kaldı, o zamana kadar sevilmenin tadını çıkar.) Merak ettiğin başka konu varsa söyle lütfen. Yaz bir mektup, aklına ne gelirse sor. Ya da biraz bekle, geldiğimde konuşalım. İkimizinde de şimdiki zamanı bir olduğunda, daha rahat akar sohbet. Buluşmamız yakındır kaygılanma, votkayı soğutmaya başla. Sevgilerimle..." Yekta Kopan - Ot, Sayı 39
··
75 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Nympheutria okurunun profil resmi
Bora hocam bir tek Oğuz Atay değil, yazık ediyoruz yazarlarımıza. Popülerite denilen şeyi doğru anlamıyla algılasaydık ve edebiyatı ona araç olarak kullanmasaydık edebiyat, edebiyat olarak kalırdı.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.