Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

200 syf.
·
Puan vermedi
İnceleme iki kısımdan oluştu, aslında ikinci kısım kitapla ilgili olan kısımdı ama birinci kısım daha alakasız diye onu aşağı aldım. Okumak isteyen oradan devam edebilir. Bu kitabı bir tesadüf eseri okudum. Okuduktan sonra kitapla ilgili biraz bakındığımda zaten popüler bir kitap olduğunun sarsıcı gerçeğiyle yüzleştim. Neredeyse okumayan bir ben kalmışım sanki. Halbuki Erich Fromm’un ismini de çok duymuş birisiyim ama şimdi okumak, yazarın hayatını öğrenmek nasip oldu diyelim. Fromm için bir gazete yazarı şöyle demiş “ o aynı anda hem bir sosyolog, filozof, tarihçi, psikanalist, iktisatçı ve antropolog hem de yaşamı seven bir kişi, bir şair ve bir peygamberdir. Yazarın bu en popüler kitabını okuyunca bende benzer şeyleri düşündüm çünkü gerçekten sevgi ile ilgili yazılmış bir kitapta bile ilişkilerin kökenlerini gerek ekonomik sistemlerde gerek psikoloji de gerekse de tarihin içinde arayarak açıklıyor. İlk bakışta saçma, tuhaf isimli kişisel gelişim kitaplarını andırsa da okudukça kitabın akademik bir dille yazılmış tutarlı son derece sistematik bir bütün olduğunu görebiliyorsunuz. Hem bu kadar teorik bilginin “sevgi adına yazılmış teoriler” gerçek hayatlarınızda yansımalarını daha okurken görebiliyorsunuz. Bu anlamda aktif neredeyse etkileşimli bir kitap bile denilebilir. Son olarak bir alıntıyla bitirelim: Gerçekten de sevgiden söz etmek “boş öğütler vermek” değildir çünkü sevgiden söz etmek en basitinden en temel ve gerçek gereksinimden söz etmek demektir. Tavsiye ederim. İyi okumalar. #İLK KISIM# Şu anda yazıyor olduğum bu cümleyi ve arkasından yazacak olduğum satırları yazmadan önce inanılmaz bir haz duyduğumu belirterek başlamak istiyorum. İmlecin zamanın akışının bir göstergesi gibi yanıp sönen şekline bakarak yazacaklarımı düşündüm. Ondan biraz önce de gözlerimi kapatıp kendimi bir sessizliğe hapsedip, düşüncelerin göz kapaklarıma kadar inen akışını hissetmiştim. Bu yazıyı okumaya başlayanlar, Ne anlatıyor bu? Diye sormaya başlamışlardır, değilse de birazdan başlarlar. Evet hiçbir şey anlatmıyorum. Bir kitap incelemesi diye başladım ancak burayı bir ağlama duvarına çevireceğim sanırım, bakalım. Ne yazacağımı an itibariyle bilmiyorum. Bunun verdiği hazzı da anlatmak isterim ama bu biraz daha yaşanacak bir şey gibi geliyor. Atalarımızın dediği gibi “Gelin ata binmiş ya nasip demiş” bindik bakalım ata. Evet ne demiştim, burayı bir ağlama duvarına çevireceğim. Şimdi bu sözün bir gereği olarak kendimi sorgulama aşamasına geçiyorum. (Burada bir parantez açarak bu kendini sorgulama eyleminin de içi yeterince boşalmış gibi hissediyorum bazen. Modern insan, artık çağdaş yaşamın bir gerekliliği olarak gördüğü kendini sorgulama eylemini artık hayatın her anında yapıyor, yapabiliyor. Bir otobüs beklerken, bakkala giderken ne bileyim kuşları izlerken filan. Bu arada kuşları izlerken yapılmamış sorgulama, sorgulama değildir.111!!1 Demem o ki sorgulama eylemine biraz daha hakettiği değeri versek mi acaba. Konudan çok uzaklaşmadan parantezimi kapatayım.) Kendimi sorguluyordum en son, yıl 2007 ben daha çok küçük bir çocuğum. Ama okuduğu bir kitabın hem de bir felsefe kitabının incelemesini yapan bir çocuk. Tamam biliyorum onun bir inceleme olmadığını lakin çevremdekilerden, o ana kadar beni ben yapan herkesten habersiz olarak hayatın tam ortasına kaçtığım anlardan ilki. Bu anlamda benim adıma önemli bir başlangıç noktası sayılabilir. Bugün o incelemeyi yapalı neredeyse 12 yıl olmuş, 13 e doğru son hızda değil her zamanki hız da ilerliyoruz. O gün tabi ki de yazdığım o 3 5 satırın yıllar sonra anılacağını düşünemezdim. Ama insan da biraz böyle bir şeydir. (Nasıl bir şeydir diye sormayın, inanın bilmiyorum.) Bugün tekrar baktığımda en son bir kitap hakkında bir şeyler yazalı 3 ay olmuş. 12 yıl değil de bu 3 ay bana çok uzun geldi nedense. Belki de o yüzden böyle bir hesaplaşma içerisine girdim bilmiyorum. Okuduğum kitaplar hakkında incelemeler yazmak kendime bıraktığım küçük ekmek kırıntıları gibi. Çünkü insan olmanın en kesif özelliklerinden birini en iyi şekilde yaşıyor ve unutuyorum. Yıllardır duyduğumuz bir cümle vardır, hep bize önerirler. Muhtemelen en çok önerilip en az yapılan tavsiyeler arasındadır bu. En son bu öneriyi Serdar Kuzuloğlu’ndan 45678. kez dinledim. Evet tahmin ettiniz; Söz uçar yazı kalır. Büyüdükçe -ne kadar büyüdüysek- bu sözün önemini, manasını, gerekliliğini daha çok kavrıyorum. Gerçekten öyle, söz uçar yazı kalır bunu, 2007 de yazdığım o minik incelemeden, daha 10 yaşında tutmaya çalıştığım günlük girişimlerinden ilk elden öğreniyorum. Bu zor tavsiyeyi her geçen gün umarım biraz daha fazla gerçekleştirmeye çalışırım. Yazarken sizin de fark edeceğiniz üzere çok kopuyorum, aklıma gelen şeyleri serbest akışla sürekli yazasım geliyor. Lise’de bir Osmanlı zamanından bir yazarın(Ahmet Mithat Efendi miydi?) roman yazarken böyle aklına gelen şeyleri hemen oracıkta anlatıverdiğini öğrenmiştik, mesela araya girip birden yemek tarifi anlatmaya başlıyormuş, adını unuttum her neyse bende kendimi o yazar gibi hissediyorum çoğu zaman. Önümüzdeki dönemde bu sorunu (sorun olarak tanımlanabileceğini düşünüyorum.) çözmeyi öncelikler listesinin yukarılarına kaydırıyorum. Doğrudan, açık net bir şekilde konuya odaklanıp onun dışına çıkmadan anlatabilmek bir şeyleri. Bu husus benim hayatımın kalanında da çok büyük yer tutuyor aslında. Söyleyeceklerimi söylemek istediklerimi bir türlü net bir şekilde ifade edemiyorum, hep bir dolaylı anlatım, hep bir dolandırma. İstiyorum ki kendimi yormayayım, karşımdakiler beni anlasın. Bilin bakalım ben böyle dedikçe karşımdakiler ne yapıyor? Aynen öyle, beni özellikle ve inatla daha çok anlamıyorlar. (bir ergen tribi olarak beni anlamıyorlar olarak anlamayınız.) Bunda da son derece haklılar. Yani karşınızdaki net bir şekilde konuşmazsa net bir şekilde anlamazsınız. Düşünüyorum, küçükken çok daha net konuşurdum, kendimi açık ve doğrudan ifade ederdim büyüdükçe bu özelliğimi kaybettim sanırım. Çünkü büyüdükçe bir şeyleri net bir şekilde ifade etmenin zorluğunu, hayatın siyahla beyazı ayırt etmek kadar kolay olmadığının farkında olmaya başladım. Bu açıdan bakarsanız aslında bilmediğimi bilmek benim içi boş özgüvenimi aldı götürdü. İyi de yaptı, benim çocukken yaptığımı büyümüş kocaman olmuş insanlar hala yapıyorlar. Ama tabi yine de daha net olmaya çalışmakta fayda var. Artık özgüvenim tamamen mantıklı sebepleri olan içi dolu bir şekilde kuruldu. Yazıyı yazmaya başlayalı 30 dakika oldu ve kitapla ilgili halen bir cümle etmiş değilim. Sabır pls. Hem belki de bu da bir testtir gerçekten yazacağım incelemeyi okumayı hakedip haketmediğinizi ölçüyorumdur. Şaka tabi ki, öyle bir niyetim yok. Sadece hala yazacaklarımı bitirmedim. İnceleme konusunu kendime açmamın sebebi, madem bunu bu kadar uzun zamandır, -çok uzun aralıklarla da olsa- yapmaya çalışıyorum. O halde bunun bir sistematiğini belirlemek, bu yazıda olduğu gibi gereksiz detaylardan kaçınıp olabildiğince kitaba ve kitabın bende oluşturduğu duygulara odaklanmak gerekiyor. (Aslında burada bu cümleleri yazma sebebimin de Sevme Sanatı’nın bende oluşturduğu duygular olduğu savunmasını yapmak isterim. Bu arada nihayet kitabın adını ağzıma almış oldum. Gülücük.) Bir sistematik, bunu kendim yapmayı başarabilirsem size de önereceğim, güzel şeyler yayılmalı değil mi? Tam olarak nasıl bir şey yapacağımı bilmesem de aklımda şöyle bir taslak var. Bir incelemeye başlamadan önce birazdan yazacağım hap soruları yanıtlandırarak olayı olabildiğince sadeleştirmek. Hem de anahtar kelimelere indirgeyerek mümkünse ilerde bir gün kataloglamayı kolaylaştırmak. Bir incelemeye başlamadan şu soruları, mümkün mertebe kısa net kelimelerle cevaplayacağım. Bu kitabı kim yazdı? - Bu kitap ne zaman yazıldı? - Bu kitap ne anlatıyor? - Bu kitap bende ne hissettirdi? - Son soruyu cevaplamanın her seferinde çok zor olacağını düşündüğüm için, insanda meydana gelebilecek bütün duygu hallerini buraya bir not olarak iliştirmek isterim. Bunlar, Eğlence, hoşnutluk, heyecan, aşağılama, sıkıntı, abartı, gurur, suç, memnuniyet, utanç, kızgınlık, öfke, mutluluk, sevinç, iğrenme, sürpriz, belirsizlik, korku, üzüntü, acı, cesaret, çaresizlik, hırs, kıskançlık, imrenme, kin, korkaklık, merak, merhamet, nefret, özlem, sevgi, şefkat, şüphe, tutku, umut, utanç, neşe, ilham, huşu, aşk, kin, değersizlik, yargılamak, yargılanmak, ayıplamak, yalan, aşağılamak, tüketmek, şikayet, manipülasyon, intikam, potansiyel, şiddet, büyüklenmek, susmak, haksızlık, saygısızlık, beklentiler, baskı, adalet, aksilik, aldatılmak, alınganlık, aptallık, asabiyet, azim, bağımlı, bakımsız, başıboş, becerikli, beceriksiz, beğeni, bencil, berbat, bezgin, bıkkın, bırakılmış, bilgili, bilinçli, bitkin, büyülenmiş, cahil, cana yakın, canlı, cesur, ciddi, cimri, coşkulu, cömert, cüretkar, çalışkan, çaresiz, çekici, çekingen, çılgın, çirkin, çocuksu, dalgın, dargın, delidolu, dengesiz, depresif, dışlanmış, dik kafalı, dikkatsiz, dinç, dingin, dirençli, dolu, donuk, duyarsız, duygusal, duygusuz, düşman, düşünceli, edepsiz, egoist, güvensiz, endişeli, enerjik, entelektüel, espritüel, esrarengiz, etkilenmiş, ezik, farklı, gayretli, genç, gerçek, gereksiz, geri, geri kafalı, gevşek, gururlu, güçsüz, gülünç, günahkar, hain, haklılık, harikulade, hassas, hasta, hayal kırıklığı, hayalperest, hayat dolu, hırçın, histerik, huysuz, hüzün, idealist, iftiraya uğramış, ihanet edilmiş, ihlal edilmiş, ikaz edilmiş, ilgisiz, ilişkisiz, inatçı, istekli, isyankar, kafası karışık, kalbi kırık, kandırılmış, kapalı, karamsar, kararlı, itaatkar, iyi, utangaç, kabiliyetli, karışık, kasvetli, kaygısız, kayıp, kayıtsız, adanmış, kesin, keyifli, kırılmış, kıymetli, kızgın, kibar, kibirli, kimsesiz, kirli, komik, kontrollü, konuksever, konuşkan, korkak, korkusuz, koruyucu, kötü, kötümser, kullanılmış, kurnaz, kuruntulu, kusurlu, kuşkucu, küstah, lanetli, materyalist, mağdur, mahcup, mahkum, mantıklı, masum, matemli, melankolik, memnun, mesafeli, minnettar, miskin, motive, muazzam, muhtaç, müsterih, mütevazi, müthiş, narin, net, nostaljik, olağanüstü, olumlu, onurlu, oyuncu, öfkeli, ölü, önemli, özel, özgür, özgüvenli, panik, pasif, paslı, pejmürde, pişman, pratik, rahat, realist, rekabetçi, rezil, romantik, sabırlı, sadakatli, saf, sağlıklı, sahte, sakin, saldırgan, samimi, sapık, sarsılmış, savaşçı, savunmasız, saygılı, sefil, seksi, sempatik, sessiz, sevecen, sevimsiz, sıkıcı, sıkıntılı, sınırlı, sinirli, soğuk, somurtkan, sorgulayan, sorumlu, soyulmuş, sömürülmüş, stresli, şahane, şakacı, şanslı, şüpheci, mutmain, tedbirli, tedirgin, telaşlı, tembel, temiz, temkinli, tuhaf, tutarsız, tutkulu, tutumlu, umursamaz, umutlui unutkan, uyuşuk, ümitli, ürkek, vahşi, vefakar, verimli, vicdan azabı, yalnız, yaralı, yardımsever, yenilikçi, yenilmiş, yeteneksiz, yetersiz, yetkin, yırtık, yoğun, yorgun, yürekli, zayıf, zeki, zengin. Yazıyı planlamadığım için duygular düşündüğümden çok daha fazla oldu, tabi bunlara eklemeler çıkarmalar yapılabilir durumun gereklerine göre. Ya da pozitif-negatif ayrılabilir, ya da benzer duygular kategori haline getirilebilir. Bunları boşverip şu da yapılabilir; Plutchik’in Duygu Çarkıfeleği kullanılabilir. Oradaki temel duygular ve bunların aşamaları. Neyse şimdilik böyle yazmış olalım, bakalım yol ne gösterir.
Sevme Sanatı
Sevme SanatıErich Fromm · Say Yayınları · 202218,5bin okunma
·
199 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.