Babam, sizin eğitim görmüş dediğiniz adamlardan değildi.
Hayatında yirmi kitap okuduğundan bile şüphe ederim.
Ama harika bir masal anlatıcısıydı. Her gece, bana bir uyku masalı uydururdu
ve en güzelleri de diziye dönüşen ve geceler boyu sürenlerdi.
Bunlardan biri, hiç kuşkusuz en azından elli gece sürmüştü,
“Koca Sevimli Dev” ya da kısaca “KSD” adlı kocaman bir adam hakkındaydı.
KSD, normal bir adamdan üç kez daha uzundu ve elleri de tekerlekli
el arabaları kadardı. Bizim benzin istasyonundan çok uzakta olmayan,
geniş bir yeraltı mağarasında yaşar ve sadece karanlıkta dışarı çıkardı.
Mağaranın içinde, yüz çeşitten fazla sihirli toz ürettiği bir fabrikası vardı.
Bazen masal anlatırken,ellerini ve kollarını sallayarak bir aşağı bir yukarı volta atardı. Ama çoğu zaman yatağımın kenarına, yanı başıma oturur ve alçak sesle anlatırdı.
“Koca Sevimli Dev, sihirli tozlarını, çocukların uykudayken gördükleri rüyalardan yapardı,” dedi.
“Nasıl?” diye sordum. “Anlat baba, nasıl?”
“Hayatım, rüyalar çok esrarengiz şeylerdir.
Rüyalar, uyuyan insanları arayan küçük bulutlar gibi,gecenin karanlığında uçuşurlar.”
“Onları görebilir miyiz?”
“Hiç kimse onları göremez.”
“Öyleyse Koca Sevimli Dev onları nasıl yakalıyor?”
“Aaa,” dedi babam, “işte işin ilginç yanı bu. Gördüğün bir rüya, gecenin
karanlığına sürüklenirken, mini minnacık bir ses çıkarır. Bu, öyle yumuşak ve
belli belirsiz bir sestir ki sıradan insanların duymaları olanaksızdır.
Ama KSD, kolaylıkla duyabilir. İşitme duyusu kesinlikle olağanüstüdür.”
Babamın masal anlatırken, yüzündeki o dikkatli bakışı severdim.
Yüzü solgun, sakin ve çevresinde olup bitenden haberi olamayacak
kadar donuk olurdu.
“KSD,” dedi, “bir hanımböceğinin yaprağın üzerinde yürürken çıkardığı sesi bile duyar. Karıncaların, toprağın altında oradan oraya aceleyle koşuştururken
fısıldaşmalarını bile duyar. Oduncu baltasıyla ağacı kestiğinde acıyla çıkan keskin çığlığı da duyar. Evet canımın içi, kulaklarımız yeterince hassas olmadığı
için, çevremizde duyamadığımız dünya kadar ses var.”
“Rüyaları yakaladığında ne oluyor?” diye sordum.
“Onları şişelere hapsedip kapaklarını iyice sıkı yor,” dedi babam.
“Mağarasında bu şişelerden binlerce var.”
“İyiler gibi kötü rüyaları da yakalar mı?”
“Evet,” dedi babam. “Her ikisini de yakalar.
Ama tozlarında sadece iyi olanları kullanır.”
“Kötü olanları ne yapar?”
“Onları yok eder.”
Size babamı ne kadar sevdiğimi anlatmam imkânsız.
Yatağımda yanıma oturduğunda, uzanıp ellerimi ellerine bırakır ve sonra uzun parmaklarıyla işaret parmağımı yakalar, sımsıkı tutardı.
“KSD, ürettikten sonra bu tozları ne yapardı?” diye sordum.
“Gecenin karanlığında,” dedi babam, “çocukların uykuda olduğu evleri
araştırmak için köyleri gizlice dolaşır. Uzun boyundan dolayı iki, hatta
üçüncü kattaki pencerelere yetişebilir ve içinde uyuyan çocuk
olan bir oda bulduğunda, bavulunu açar...”
“Bavulunu mu?” dedim.
“KSD, her zaman yanında bir bavul ve bir körük taşır,” dedi babam.
“Körük bir sokak lambası direği kadar uzundur. Bavul tozları taşımak için.
Bavulu açar ve tam doğru tozu seçer... körüğün içine koyar...
körüğü açık pencereden içeri kaydırır... ve pof!.. tozu
üfler... ve toz odada uçuşur... ve çocuk onu içine çeker...”
“Peki sonra ne olur?” diye sordum.
“Sonra, Danny, çocuk müthiş, harika bir rüya görmeye başlar...
ve rüya en müthiş ve en harika ânına geldiğinde...
sihirli toz o anda gerçekten her şeyi ele geçirince...
ve birdenbire rüya artık rüya olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşür...
ve çocuk artık yatakta uykuda değildir...
tamamen uyanıktır ve gerçekte rüyanın yerine geçmiş ve onun içinde yer almıştır... yani gerçeğin içinde... yani gerçek hayatın içinde. Gerisi yarın.
Artık geç oldu. İyi geceler, Danny. Şimdi uyu.”
Babam beni öptü ve sonra küçük gaz lambasının
fitilini alev sönene kadar kıstı. Karanlıkta çok hoş bir kırmızılık yayan
odun sobasının önüne oturdu.
“Baba,” diye fısıldadım.
“Ne var?”
“Sen hiç Koca Sevimli Dev’i gördün mü?”
“Bir kez,” dedi babam. “Yalnızca bir kez.”
“Gördün mü? Nerede?”
“Karavanın arkasındaydım,” dedi babam,
“ay ışığının aydınlattığı çok açık bir geceydi. Yukarı baktım ve birdenbire bu
inanılmaz uzun boylu adamı tepenin zirvesinde koşarken gördüm.
Uzun-adımlı, uçar gibi garip bir yürüyüşü vardı ve siyah paltosu arkasından
kuşların kanatları gibi uçuşuyordu. Bir elinde bavul, diğerinde körük vardı
ve tarlanın sonundaki yüksek akdikenden çite geldiğinde, sanki orada öyle bir şey
yokmuş gibi uzun adımlarla yürüyüp geçti.”
“Korktun mu, baba?”
“Hayır,” dedi babam.
“Onu görmek heyecan vericiydi ve biraz da ürkütücüydü, ama korkmadım.
Şimdi artık uyu. İyi geceler.”