Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

159 syf.
5/10 puan verdi
·
13 saatte okudu
meraklısına!!!
Kitabı okuyup bitirdikten sonra ufak bir yazar araştırması yapmak istediğimde çok da içi açıcı yazılarla karşılaşmadım :)). Aşk üçgeni mi, dörtgeni mi, çokgeni mi bir türlü anlam veremedim açıkçası... 20.yy da Fransa da oldukça ünlü bir şair olan
Louis Aragon
Louis Aragon
mutlu bir aşktan ziyade mutlu bir çiftin olup olmayacağını düşünmüş hep. Meraklısına araştırıp copy paste yapacağım bilgiyi buraya bırakıyorum uzun olsa da bir "dallas" edasıyla okuyunca gayet merak uyandırıcı oluyor. Keyifli okumalar :)) “Mutlu Aşk Yoktur” diye yazdığında, aslında mutlu bir aşkın değil, mutlu bir çiftin olup olamayacağını sorguluyordu... “Mutlu Aşk Yoktur dizesi 1943’de yazdığım bir şiirin dizesidir... Söz konusu mutsuzluk işgal yıllarının mutsuzluğu... Fransa’nın içinde bulunduğu o acıklı durumda mutlu bir aşk olabilir miydi?.. Ortak bir mutsuzlukta, bireysel mutlulukların olamayacağını söylüyordum... Gerçekte mutlu aşkın olup olmayacağı değil bu şiirde işlenen, mutlu çiftin olup olmayacağıdır... Kadın-erkek çiftini, erkeğin ve kadının en yüce şekli olarak düşünüyorum... Umarım gelecek günler kadın-erkek çiftine mutluluk taşır...” *** Sevdiği, aşık olduğu, taptığı kadınla 42 yıllık beraberliklerinin başladığı yere gittiğimde, cafe-bar’la restoranın iki ayrı bölme olduğunu görmüştüm... Kuyrukta en az yarım saat sıra beklemeden restoranda kimseler masaya almıyordu... Ama cafe-bar’da rahat oturuluyordu ve her daim bir iki masa bulmak mümkündü... Geniş Montparnasse Bulvarı’na bakan, manzaralı ve güzel konuşlanmış boydan boya camekan kaplı bir Paris cafe-restoranıydı La Coupole... Onlar ilk kez burada karşılaşmışlardı... Burada “aşık” olmuşlardı... Aragon 20. yüzyıl Fransası’nın en önemli üç edebiyatçısından biriydi ve taptığı kadına yazdığı şiirler, milyonlarca insan tarafından hatmediliyordu... “Öyle derin ki gözlerin, içmeye eğildim de... Bütün güneşleri orada gördüm... Orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm... Öyle derin ki herşeyi unuttum içlerinde...” *** Gözlerindeki derinlikte kaybolduğu kadının ismi Elsa’ydı... Moskova’da doğmuştu... Mimarlık okumuştu... Şiiri çok seviyordu ve kendisine 20. yüzyılın en muhteşem şiirleri yazılacak olan Elsa genç yaşında bir Rus şaire aşık oldu ... Şiirlerine ve kendisine aşık olduğu şairin adı Vladimir Mayakovski’ydi... Mayakovski’yle mükemmel günler geçirirken, bir gün şairi ablası Lilia ve kocasıyla tanıştırdı... Lilia tanıştırdığı gün kız kardeşine “Sakın ona kendi şiirlerini bize okutturmaya kalkma” demişti... Elsa ablasını dinlemedi ve Mayakovski’den şiirlerini okumasını istedi... Rus şair şiirleri okumaya başladığı anda, ablası Lilia şaire aşık olmuştu bile... Hayatı boyunca hep gölgesinde kaldığını hissettiği ablası Lilia’nın Rus şair sevgilisini elinden alması karşısında yıkıldı Elsa... O kadar ki, deli dolu yaşayan şair 37 yaşında intihar edene kadar, ablasıyla aşk yaşadı ve ablasının kocası bu duruma ses çıkarmadı... *** Elsa genç kızlık aşkından böylesine bir tokat yiyince, Rusya’da bulunan bir Fransız subayla evlendi ve Paris’te yerleşti... Kısa bir süre sonra onunla olamayacağını anladı ve ayrıldı... Paris’te erkeklerin bitmek bilmeyen ilgisi altında yaşıyordu ve sevgilisini elinden alan ablasına şöyle yazıyordu: “Hala bana aşık olan ve bundan vazgeçmeye hiç niyeti olmayan üç erkek var hayatımda... Birisi (Slovsky isimli bir eleştirmen) bana adeta yapışmış durumda... Öyle ki onu artık günlük hayatımın dekorunun en ilginç parçası olarak görüyorum... Bana her gün bir veya iki mektup yazıyor... İkincisi bana sürekli çiçekler gönderiyor... Fakat gittikçe melankolikleşmiş halde... Üçüncüsü bütün dertlerimle bana kucak açacağını söylüyor... Bu içlerinde en soğukkanlı ve kurnaz olanı...” *** Hayatı boyunca gölgesinde kaldığı ablasından derinden derine bir intikam mı alıyordu, yoksa ona karşı kaybettiği ilk aşkı onda artık onulmaz yaralar mı açmıştı bilinmez ama Elsa çok sonraları farkedilecek bir “ilgi oburu” haline o sıralarda gelmişti... Dünyanın o en güzel aşk şiirlerini Elsa’ya yazacak olan Aragon’un elbette bunlardan haberi yoktu Montparnasse’daki o cafe’de karşılaştıklarında... Ne ilginç tesadüf ki Aragon da, aynı ablasına kaybettiği Mayakovski gibi bir şairdi... Hem de Fransız edebiyatının en ünlü şairlerinden... Bir gün şöyle yazacaktı günlüğüne Elsa: “Ablamla ne ilginç bir kaderimiz var... Tarih ikimize de birer şairi reva gördü...” Artık kader mi onlara şair vermişti, yoksa Elsa mı şair seçmişti bilinmez, ama 20. yüzyılın en unutulmaz şiirleri ona yazılmaya başlanmıştı: Yaşarken mayakvski’yi ablasına karşı kaybetmişti ama tarih Aragon’un Elsa’ya yazdığı şiirlerle donanacaktı... “Bir gün bu dizeler Elsa” şiirinde diyordu ki Aragon: “Bilecekler ki bir gün bu dizeler Elsa Adın kopartılap atılamaz bu evrenden Ve senin heykelini yapacaklar etten sözcüklerle...” *** Bir erkek, Fransız edebiyatının en önemli isimlerinden bir şair, sevdiği ve taptığı kadına bunları yazıyordu, onu dizelerde ölümsüzleştiriyordu, ama Elsa hala mutlu olmadığını söylüyordu... Kendisi de bir yazardı ve Fransız edebiyatının en önemli ödülü olan Le Prix Goncourt’u aldığında şöyle diyecekti: “Ben yazar değilim... Sadece mutsuzluğu anlatan mutsuz bir kadınım...” Bir kadın nasıl bir erkekten mutlu olur?.. Ya da bir erkek bir kadını mutlu etmek için ne yapmalı?.. Bu soruların yanıtlarını “Mutlu Aşk Yoktur” diyen Aragon hayatı boyunca bulamadı... Ona Paris yakınlarında bir değirmen satın aldı... O değirmendeki eve, Nazım Hikmet’ten, Piccaso’ya, Pablo Neruda’dan Abidin Dino’ya kadar dünyanın en ünlü edebiyatçıları, ressamları, sanatçıları geldi... *** Dünyanın enbüyük şairlerinden Aragon’la, ünlü yazar Elsa 42 yılı beraber yaşadılar... Sonra Elsa 1970 yılında bir gün kalp krizi geçirerek öldü... Değimrendeki evde, Aragon yalnız kaldı... Kadınını özlüyordu... Kadını olmadan yapamadığını hissediyordu... Bir gün odasında, açılmamış bir çekmeceyi açtı Aragon... Muhtemelen karısından kalan yeni birşeyler arıyordu özlemini gidermek için... Buldukları listeyi görünce hayretten küçük dilini yutacakmış gibi oldu... Olduğu yere çöktü kaldı... Karısının tuttuğu listede çevrelerinde bulunan ve bulunmayan birçok erkeğin ismi vardı... Notlardan, bu erkeklerin Elsa’nın beraber olduğu ve beraber olmayı düşündüğü erkekler olduğu anlaşılıyordu... Karısı değirmenin bahçesinde asırlık bir ağacın yanındaki mezarında yatıyordu... O da öldüğünde onun yanında yatmayı vasiyet etmişti... Elsa yaşamadığı için, ona listeyi soramıyordu... Ona “Nedir bunlar” diyemiyordu... Öfkenemiyordu, kızamıyordu, hayatta yaşadıklarını nereye koyacağını bilemiyordu... Elsa’nın günlüğündeki cümleye baktı Aragon: “Herkes beni sevsin... Bütün erkekler bana hayran olsun istiyorum...” Böyle diyordu Elsa günlüğündeki notta... *** “Mutlu Aşk Yoktur...” Tarihe geçen bu sözü söyleyen adamın hayatındaki aşk, ölürken ona mutluluk getirmemişti... Mezar taşlarına şöyle yazılmasını istedi: “Ölüler savunmasızdır... Ama ümit ediyoruz ki kitaplarımız bizi savunacak...” Kısa bir süre sonra dayanamadı ve öldü... Mutlu Aşk Yoktur sözünün sahibi, mutlu bir aşkın olmadığını ispat etmek istemiş gibiydi sanki
Mutlu Aşk Yoktur
Mutlu Aşk YokturLouis Aragon · Adam Yayınları · 1999678 okunma
·
326 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.