Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

80 syf.
·
Puan vermedi
ÖYKÜCÜNÜN KAMERASI, Temmuz Dergisi 46. sayı
ÖYKÜCÜNÜN KAMERASI Edebiyat Ortamı dergisinden tanıdığımız Engin Elman'ın ilk öykü kitabı Afrika'nın Yapayalnız Lalesi geçtiğimiz Ocak ayında Hece yayınları etiketiyle öyküseverlerin beğenisine sunuldu. Kitap, Elman'ın sade ve akıcı bir üslupla kaleme aldığı on üç öyküden oluşuyor. Kısa cümlelerle inşa ettiği öyküler okuyucuyu içine alırken, sade dili öykü atmosferine rahatlıkla girmemize olanak sağlıyor. Aynı zamanda öykülerde Elman'ın aldığı drama eğitiminin izlerini görmek mümkün. Engin Elman âdeta kelimelerle okura film izlettirmeyi amaçlıyor. Hayalindeki sahneyi kelimelerle filme çekiyor. Kesik Yankı öyküsü bunun en bariz örneklerinden birisi. "Sandalyesini pencereye doğru çevirdi. Sırtı kameraya dönüktü şimdi. Kadın kalktı. Mutfağa gitti." Ya da aynı öyküden şu sahne: "Ekranda beliren görüntünün istediği gibi bir görüntü olmadığını düşünen el, kamerayı bulunduğu konumdan yukarı doğru kaldırdı ve kameranın objektifini ağır ağır aşağı doğru indirince pencerenin dışında kalan görüntüyü de yakalamış oldu." Şimdi Engin Elman'ın kamerasından yaşadığımız çağdaki insana ya da kendimize bakalım. Dünyada gördüğü ya da hissettiği acıları anlatmayı kendine dert edinen yazarlarımızdan biri olan Elman, insanlığın/insanlığımızın en büyük problemlerinden mülteci sorununa Bakır Çaydanlık öyküsündeki Zarife Teyze karakteriyle dokunuyor. Zarife Teyze mültecileri dert ediniyor çünkü o da köyünden uzakta. Şehirde oğlunun yanında da olsa gurbette. Mültecilere köyden getirdiği, içinde özel çaylar yaptığı bakır çaydanlığı hediye ediyor. Elman bakır çaydanlıkla iyilik anlayışımızı sorgulamamıza kapı aralıyor. Ve bize bu öykü l-i İmran sûresinin 92. ayetini hatırlatıyor.. "Kendiniz için özenle ayırdığınız şeylerden başkaları için harcamadıkça gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız." Daha sonra Baba öyküsündeki karaktere bürünüp, gece çalan o telefona "Alo" deriz. Karşıdaki ses bize hangi acı haberi vermiştir, yaşımız kaçtır? Hatırlarız. " Yaşamak büyük bir acı, tanık olmak başka bir acı, anlatabilmek bambaşka bir acıydı," diyen karakterle beraber kendimizi sorgulamaya başlarız. Yaşadıklarımız, tanık olduğumuz ölümler belleğimizden bir bir geri gelir. Bazı acıları yaşamışızdır, bazılarına tanık olmuş ama çoğunu anlatmaya bile cesaret edememişizdir. Hepsini bir bir hatırlarız. Elman'ın mısralarla ve felsefeyle harmanlandığı Leyla Gazeli öyküsündeyse otobüste bir karakter görürüz. Ömrü yollarda geçen bizim için, hiç de yabancı değildir bu karakter. Karakterimiz otobüste bir kız görür. Hoşlanır. Edebiyatımızda da güzel kızın adı vardır. Leyla. Leyla'dan hareketle bir olay ya da olgu karşısında pek çok görüşün, farklı bakış açısının olacağını söyler bize öykü. Benimsediğimiz bakış açısı bizi ya ayağa kaldıracaktır ya da içine çekecektir. Seçim sizin der anlatıcı. Bir Yalnızlığın Anatomisi'nde yabancılaşmış bir karakter görürüz. "Dokunamıyorum hayatın canlılığına. Bir ruhsuzluk sinmiş baktığım her şeye," diyen karakter kalemin gölgesine sığınır. Yazarak sadece kendine anlatır. Ama sonrasında yazdıklarının tamamını okumaya kendi de cesaret edemez çünkü yazdıklarının etkisinde kalmaktan korkar. Belki de asıl korktuğu günün aydınlığında durumunun vahametini görmektir. Elman bu öyküyle, ne kadar bulunduğu ortama ait hissedemese de, mutlu olamasa da tutunmaya çalışan insanlara dokunur, onlara tercüman olur. Kitaba ismini veren öyküde ise Elman yetişkin bir karakterin çocukluğunun geçtiği mahalleye döndüğü zaman hissettiklerini anlatırken değişen ve değişmeyen toplum özelliklerine de işaret eder. Toplumumuzda erkek çocuğuna yüklenen anlamı, annenin oğlunu sevme biçimiyle gözler önüne serer. "Bu yüzden annem beni ilk oğlum, ikinci baharım diye severdi." Çünkü hâlâ bazı yerlerde erkek çocuğu doğurmayan kadın, kadından sayılmaz. Kesik Yankı ve Masumiyet Karinesi'nde ise Elman evlilik hakkında çok güzel tespitler yapıyor. "İnsanın kendisini insanda tanıması beklenmedik bir faciaydı," der. Öyle de değil midir? Kendimizi bile çoğu zaman tanıyamazken, başka birinden emin olmak onu her yönüyle tanımak ne kadar mümkündür. Hele ki başkasını tanıdıkça, kendimizin de değiştiğini gördüğümüz olmuştur. Ben böyle değildim deriz o anlarda. Yine kendimize düşer, kendimizle savaşırız. Sonuç olarak yine "İnsan kendine dert olur." Kitabın son öyküsünde ise yazar önce bizi iki karaktere odaklıyor. Dünyaya, yaşamaya alışmış bir baba; dünyayı tanımaya çalışan meraklı bir minik. Daha sonra gözlerimizi gökyüzüne çeviriyor. Gökyüzü imgesiyle Allah'la yakınlığımızı sorgulatıyor. "Dünyaya gelmiş olmanın derin yarası, onları bir türlü güzel bir dünyanın olabileceğine ikna edemez. Yazma fikrini tetikleyen sebeplerden biri de budur." Elman bu cümleyle neden bu öyküleri yazdığına işaret eder ama aynı zamanda amacı kimseyi eleştirmek ya da sorgulamak değildir. "Yazmak isteyen ya da yazan biri ister istemez kendine dönüktür. Kimseyle değil kendimle uğraşıyorum."cümlesiyle derdinin sadece kendi olduğunu belirtir. Her öyküyü önce kendine anlatır, unuttuklarını önce kendine hatırlatır. Belki çıkardıklarından nasiplenen olur, belki aynı şeyleri dert ediniriz diye bizlerle paylaşır. Öykülerde evimize getirdiğimiz babaannemizi, otobüste gördüğümüz Leyla’yı, yerinde yeller esen mahallemizi görürüz. Kitap bittiğinde başarılı bir ilk kitap okumanın yanı sıra kendimizle, geçmişimizle,seçimlerimizle yüzleşiriz.
Afrika'nın Yapayalnız Lalesi
Afrika'nın Yapayalnız LalesiEngin Elman · Hece Yayınları · 202048 okunma
·
120 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.