Gönderi

Platonov’un aklı almıyordu. Şu Rusya denen gizemler ülkesinin Moskova’sında ya da başka kentlerinde nice insanın ne yaşamlar sürdürdüğünden hiç haberi yoktu. Gırtlağına kadar borç içinde olan biri hiçbir yerden metelik geliri olmamasına karşın, yine de gösterişli bir davet düzenler! Davetliler bunun onun son daveti olduğunu, çünkü kendisinin yarın herhalde borçları yüzünden hapse düşeceğini konuşurlar. Aradan on yıl geçer, değişen fazlaca bir şey olmaz; bizimki eskisinden daha da borçlanmış olarak sosyetede boy göstermeye devam eder, hatta o perişan haliyle kente gelen artistlerin koruyuculuğunu yapar, onları evinde barındırır; davetler vermeyi, tuz ekmek paylaşmayı sürdürür, konuklar da bunun onun son daveti olduğunu konuşurlar. Hlobuyev de tam bu tiplerden biriydi. Yalnızca Rusya denen topraklarda var olabilecek insanlardır bunlar. Hlobuyev’in kentteki evine şöyle bir göz atan biri, burada ev sahibinin kim olduğunu dünyada anlayamazdı. Bir bakarsınız papazın teki cüppesini sırtına geçirmiş, bir ayin yönetiyor; ertesi gün Fransız oyuncular akşamki gösterilerinin provasını yapıyorlar! Bir gün bir bakarsınız, evde kimsenin tanımadığı biri salona yerleşmiş, hatta orayı çalışma odasına çevirmiş, elinde birtakım kâğıtlar bir şeyler yapıyor! Bu durum evde kimseyi şaşırtmaz, rahatsız etmez, olağan karşılanırdı. Bazen evde yiyecek bir lokma bir şey bulunmazken, bazen en incelmiş damak tadına sahip bir gastronomun bile dudağını uçuklatacak zenginlikte ziyafetler verilirdi. Ev sahibi çoğu zaman, yaşamı bolluk içinde geçen varlıklı biriymiş gibi neşeli, hercai bir havayla dolaşırdı evde. Ama bazen de öyle ağır bir duruma düşüldüğü olurdu ki onun yerinde bir başkası olsa ya kendini asar ya da başına kurşunu sıkardı. Ama Hlobuyev hercai mizacı ve sürdürdüğü ahlaksızca yaşamıyla tuhaf bir uyum içinde olan din duygusu sayesinde kendini kurtarırdı. Böyle sıkıntılı günlerinde, din uğruna acılar çekerek nefislerini terbiye etmiş çilekeşlerin yaşamlarını anlatan kitaplar okur, yüreği sevgiyle kabarırken gözleri yaşla dolardı. Ve tuhaf şey! Hemen hep hiç beklenmedik bir yerden bir yardım gelirdi kendisine! Ya eski arkadaşlarından biri onu hatırlar ve para yollardı ya da illerinden geçen ve onun hakkında bir şeyler duyan hiç tanımadığı bir kadın, kadın ruhuna özgü gönlü yücelikle kendisine yüklüce bir yardımda bulunurdu veya bir yerlerde, açıldığından bile haberinin olmadığı bir dava lehine sonuçlanıverirdi. Tanrının sonsuz merhametiyle kavuştuğu bu yardımlar karşısında minnet duyar, şükürler eder, sonra yeniden eski gamsız, ahlaksız yaşayışına dönerdi.
Sayfa 422Kitabı okudu
·
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.