Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

324 syf.
·
Puan vermedi
Bu incelemede kitap benlik (the self) kapsamında ele alınmıştır. Renkkörü Ressamın Öyküsü -Körler için "karanlık," sağırlar için "sessizlik" neyse, akromatopsikler için gri odur. 65 yaşına kadar görüşünde problem olmayan Bay Jonathan I’ın geçirdiği bir trafik kazası sonucunda ikincil korteksi zedelenmiş ve total renkkörü olmuştu. Kazadan sonra retrograd amnezi yaşamıştı. Bay I'a akromatopsi teşhisi konuldu. Bay I. artık değişken bir dünyada yaşadığını; tonların, karanlık ve aydınlığın, ışığın dalga boyuna bağlı olarak durmadan değiştiğini her şeyin istikrarsız olduğunu söyledi. Renkler dış dünyadan alınan duyumlar değildir; rengi yapan şey, beyindir. Bay I.'nın görme korteksi esas olarak sağlam durumdaydı, ikincil korteks, özellikle V4 bölgeleri zarar görmüştü. Bay I. için siyah-beyaz, günde yirmi dört saat karşısında olan, üç boyutlu somut bir gerçeklikti. Duygularını dışa vurmanın tek yolu, başkalarının da bu deneyimi yaşayabileceği, tümüyle gri bir oda oluşturmaktı ancak kimse onun deneyimini onun gözlerinden bakmadıkça tamamıyla yaşayamazdı çünkü gördüğü renk "gri" değildi, normal duyularımızda yeri olmayan görsel bir nitelikti. Renklerin eksikliği yetmezmiş gibi her şey yanlış, doğaya aykırı, kirli ve lekeliydi. Yiyeceklerin grimsi, cansız görünüşleri onu iğrendiriyordu ama zihninde canlandırdığı görüntüler de renksizdi. Böylece, siyah ve beyaz yiyecekler yemeye başladı. Zamanla davranışlarını da akromatopsisine göre düzenlemesi mesela geceleri dışarıda daha fazla zaman geçirmesi benliğinin gerektirdiği davranışları yaptığını gösterir. Benliğinin en merkezi yönü ressam olmasıydı ama şimdi sanatı bile anlamsızlaşmıştı. Renkleri elinden alındığında adeta benliği de elinden alınmış gibi hissetti. Zihinsel kapasitesiyle, dıştan bir bakışla renkler hakkında her şeyi biliyordu, ama varlığının derinliklerine işleyen duyguyu, bilgiyi kaybetmişti. Önceleri bu yitirme duygusu onu öfkeden kudurtuyordu sonra renkler hafızasından tümüyle silindi, ve zihninde renkle ilgili mental bir bilgi kalmadı. Bay I’ın sonunda renkleri unutmaya başladığını ve renkkörü olduğunu kabul etmesi “benlik,bellektir” fikrini destekliyor. Huzur bulduğu tek yer stüdyosuydu. Daha sonraları, "resim yapmasam yaşayamayacağımı anlamıştım''diyecekti. Şubat ve mart aylarında yaptığı ilk siyah-beyaz resimler öfke, korku, umutsuzluk gibi şiddetli duygularla yüklüydü. Mayıstan itibaren canlı temalara yöneldi. Bu resimler canlılık ve duygu yüklüydüler, ve aynı zamanda yeniden hayata dönüşünün habercisiydiler. Yine bu dönemde yontuyla ilgilendi; bunu daha önce hiç yapmamıştı. Portreye başladı, portreleri siyah-beyaz fotoğraflardan çalışıyordu. Yeni hobilerinin olması benliğini dengeleyebilecek başka alanlar oluşturduğunu gösterir, diğer benlik alanlarında başarısızlık yaşasa da diğerlerinde telafi edebilir. Zamanla geçirdiği kazayla ilişkili olarak kendini yeniden tanımlamaya başladı ve bunun ardından bütün değerleri dönüşüme uğradı. Yabancılık hissi gitti yavaş yavaş bu dünyayı ilginç ve güzel bulmaya başladı. Kazayı izleyen ilk aylarda son derece yoğun olan yitirme duygusu kaybolmuş, hatta tersine dönmüştü. Renkleri baskın geldiği için göremediğimiz belirsiz dokular ve desenleri o rahatça görebiliyor. Bay I. "yepyeni bir dünyada" yaşadığını söylüyor. Akromatopsiyi armağan olarak kabul etmeye başladı; bu armağan ona yeni bir varlık bilinci, kimlik kazandırmıştı. William James’in dediği gibi insanlar benlikleriyle ilgili olumlu duyguları yaşamakta doğuştan bir güdüye sahiplerdir. Bay I. da benliğine yönelik olumlu duygulara yeniden sahip oldu, içinde bulunduğu dünyayı ilginç ve güzel bulmaya başladı. Bay I’ın kaza sonrası yeni bir benlik geliştirmedi sadece var olan benliğindeki önemli etkenlerinden birini yeniden düzenledi çünkü görme yetisini tamamen kaybetmedi, sadece renkleri kaybetti ve yeni dünyasındaki tanımlanamaz olan renge uyum sağladı. Renkkörlüğünü benlik tanımının içine alması çatışmasını sonlandırır. Benlik,kabul etmektir. Bu durum hipotetik benliklerle ilişkili olabilir. Ressam olmak Bay I’ın sosyal benliğinin en büyük bileşeniydi ancak renk körü olması sosyal benliğini temelden biçimlendirmedi sadece değişime uğrattı. Bunun yanı sıra Bay I’ın manevi benliğinde köklü değişimler oldu çünkü bu manevi benliğinin bir parçası da ressam olmasıydı. Bay I’ın renkleri yeniden görme fırsatı olmasına rağmen kabul etmemesi artık kendini 'akromatopsili Bay I' olarak tanımlıyor olması olabilir. Renkleri yeniden kazanmanın nasıl bir şey olacağını kestiremediği ve yeniden yarattığı görsel dünya modelini yıkmak zorunda kalacağı için kabul etmemiş olabilir. Son Hippie Greg F. 1950'lerde Queens'de yetişmişti. Sevimli ve yetenekli bir çocuktu ayrıca küçük yaşta şarkı sözleri yazmaya başlamıştı. 60'lı yılların sonuna doğru Greg, her şeyi sorgulamaya başlamıştı. İsyan etmeye ihtiyacı vardı, ama aynı zamanda bir ideal ve yol gösterici arayışındaydı. Village'daki hippie kültürüyle yakınlaşıyor, ütopik bir toplumu ve "bilincin yüksek katmanlarını" arıyordu. Krişna Aşram'a katıldı. Greg'in mabetteki ilk yılı oldukça iyi geçti. İtatkar bir müritti. Swami, "O kutsal bir insan," diyordu, "yani bizden biri.'' Greg'in sosyal benliğinde Hinduluğun önemli bir yerde olduğunu anlayabiliyoruz çünkü Swami onu iç grup olarak sayıyor ve benliği oluşturan temel ögelerden biri de çevredir. Greg, Krişnacılarla geçirdiği ikinci yılda bir sorunla karşılaştı, gözlerinin kararmasından şikayet ediyordu. Arkadaşları ve Swami bu değişikliği ruhsal bir gelişme olarak yorumladılar: "iç ışığı" arttığı için etrafı karanlık görmesi normaldi. Daha sonra yapılan beyin görüntülemesinde bir tümörle karşılaşıldı. Tümör, temporal loblara ve ön beyine doğru yayılmıştı. Ccerrahlar tümörü hemen alsalar da verdiği zararı düzeltmek olanaksızdı. Ailesi Greg’i görünce çok şaşırmasının nedeni fiziksel özelliklerimizün benliğimizin bileşenlerinden olmasıdır. Greg 1970'ten sonraki olayları pek hatırlamıyordu ve altmışlarda bir yerde takılıp kalmıştı ama bu duruşun kesin bir çizgisi yoktu. Sonradan yaşadıklarını kaydedememekle birlikte , bir tür geriye dönük amneziyle, tümörün gelişmesinden birkaç yıl önce yaşadıklarını da unutmaya başlamıştı. Greg'in körlüğü, daha doğrusu körlüğüne kör kalışı kafa karıştırıcıydı. Bu bir "eksikliğin" ötesinde, bilgi ve bilinç yapısında bir değişime, bir kimlik değişimine işaret ediyordu. Benliğimize yönelik bilgi ararken içebakış yöntemini kullanırız, Greg içebakış yaptığında amnezik olduğu için kendini objektif olarak değerlendiremez. Greg’in semantik belleği ve işlemsel belleği yerindeydi bu nedenle birkaç kez tekrarlayınca öğrenebiliyordu ama epizodik belleği bozulmuştu yer, zaman kavramı yoktu. Epizodik belleğin anıları içermesi ve Greg’in tümöre bağlı benliğindeki değişme benlik bellektir görüşünü destekler. Greg, zamansız bir şimdiye hapsolmuştu, uyku ve uyanıklık hali arasındaki sınır da yok gibiydi. Greg’in etrafta insanlar yokken cansız gibi gözükmesi ancak insanlarla birlikteyken canlılaşması benliğin sosyal etkileşimlerle aktive olduğu bilgisini doğrular. Frontal loblar karar ve davranışların, duyguların benlikle bütünleştiği en yüksek fonksiyonlarla ilgilidirler. Sanki Greg'i taklit eden ama "ruhunu" taşımayan bir kopyası, yitirilen aynının yerini almıştı. Bu tepkici zihin tutarlıktan, "benlik" duygusundan yoksundu ve bu "çevresel bağımlılık sendromu"ndan yani kendini çevresinden ayıramamasından kaynaklanıyordu. Greg kimi zaman bir şeyi bambaşka bir şeyle ilişkilendiriyordu, iki Connie olduğu hissi, bir kişiliği zaman içinde bir yere oturtamamanın doğurduğu, ek bir kişilik yaratma ihtiyacının bir örneğiydi. Bu durumda bilişin katlanmasından söz edilebilir. Greg’in benliği yönetici işlevden mahrum gibi gözükür çünkü her şeyi uysallıkla kabul eder ancak Braille alfabesini öğrenmeyi reddetmesi bundan tamamen mahrum olmadığını, var olan benlik algısını sürdürme ihtiyacı duyduğunu gösteriyor. Greg'in benliği büyük oranda değişime uğradığı için fiziksel ve kişilik özellikleri hariç eski benlikten söz edilemez. Tümör yüzünden Greg’in hem bilen benlik hem de bilinen benliği değişmiş,yerine oldukça ilkel bir benlik oluşmuş. Farklı bilinen benlikleri var ama bilen benliği geçmişte kalmış gibi gözüküyor.Bence Locke'un dediği gibi algılar bağlantı kuramazsa ben kavramından söz edilemez. Algıları, düşünceleri bağlayan benlik kavramından Greg'de sadece müzik ve din ile ilgili olması Greg’in bu alanları merkezi benliği ile içselleştirmesi olabilir. Greg'in absürd konuşmaları, huzurlu görünümü özel bir statüyle, koğuşun 'Kutsal Delisi' olmasını sağladı. Ön lobundaki hasar bir bakıma kimliğini kaybetmesine neden olmuştu ama aynı zamanda yeni bir kimlik ve kişilik kazandırmıştı. Aradan on yıl geçmesine rağmen Greg hiçbir gelişme göstermedi. Amnezisi, nörolojik sendromu aynı kalmıştı. Görsel verilerden yoksun olduğu için, zihninde görmekle ilgili bir şey tutmuyordu. Sevinmek ve üzülmek gibi duyguları deneyimliyordu. Babasının ölümünün onu derinden sarstığı belliydi ama yas tutulan kişinin hatırasını zihinde tutması gerektiği için Greg bunu yapamazdı. Geceleri kalkıp bir şeyler aradığını söylüyordu. Ne yaptığını bilmese de bilincinin derinliklerinde, belki simgesel bir bilginin oluştuğu söylenebilirdi. Greg’in tümörü anısal bilginin bilinç düzeyinde işlenmesine engel olduğunu düşünüyorum. Sacks Greg'i Grateful Dead'in konserine götürdü. Konserin ilk yarısında altmışlara ait parçalarda Greg hepsini biliyor ve hepsine katılıyordu. Genellikle yorgun ve zayıf olan Greg, ellerini çırpıyor ve şarkı söylüyordu. Greg'in amnezisinden eser görülmüyordu, sanki müzik onu normale döndürmüştü. Konserin ikinci yarısında grup yetmişlerin sonlarından, Greg'in bilmediği parçalar çaldı. Yine de,eski parçaları andırdıkları için Greg bunlara da başka sözler uydurarak eşlik etti ama yeni parçalar Greg'in kafasını karıştırdı. Ertesi gün Greg konsere gittiğini hiç hatırlamıyordu bile. Bir Cerrahın Hayatı Gilles de la Tourette sendromuna her ırkta, her kültürde rastlanır. Bu sendromu bir bakışta tanınabilir. Sendrom tikler, mimikler, taklit etmeler, irade dışı küfürler vb. şeklinde kendini gösterir. Bazı bireyler tuhaf bir umursamazlık bazılarında çevreye tepki bazılarında da saplantılı davranışlar görülür, hastaların hiçbiri diğerine benzemez.Tourette'i bütüncül bakış açısından değerlendirmek gerekir. Bennett'in Tourette'i yedi yaşındayken başlamıştı. Tourette hastalığında "o" ve "ben," hastalık ve benlik ilişkisi, özellikle hastalık çocukluktan beri mevcutsa birbiriyle biçimlenir ve sonunda tek bir kimlik oluşturur. Tourette'liler için, Tourette'i bir dış olgu olarak görmek çok zor; çünkü tiklerini ve diğer dürtülerini benliklerinin, kişiliklerinin, iradelerinin bir parçası gibi görürler. Bennett de Tourette’i hastalık olarak görmez,yaradılışı olarak kabul eder. Bennett prozac kullanmaktan hoşlanırken haloperidol kullanmaktan hoşlanmaz çünkü prozac benliğinin parçası olarak görmediği saldırganlık ve öfkeyi azaltır, benliğinin parçası olarak gördüğü tiklerini azaltmaz ancak haloperidol tiklerini azalttığından benliğini eksiltiyor gibi hisseder. Bazen Tourette, saplantılı düşünceler ve endişeler şeklinde açığa çıkar. Carl da bazı kelimeleri tekrarlıyordu. Ve bazı davranışlarında rakam saplantısı vardı. Bu kelimeler ve rakamlar bir süre sonra kendiliğinden gidiyor ve yenileri geliyordu. Tourette sendromunda, hastalar bazı anılarını belirtilerine yansıtırlar. Tourette sendromunun bellekle ve dolayısıyla benlikle olan bilinçdışı ilişkisiyle açıklanabilir. Bennett en ufak bir Tourette belirtisi göstermeden ameliyatı bitirmişti. Böyle zamanlarda cerrah kimliğine bürünüyor ve Tourette'siz bir kişi oluyordu. Bennett'in ameliyat odasındaki hali ritim ve "akış"ın doğasını, rol yapmanın gündeme getiriyor. Bu sosyal rollerdeki bağlama bağlı benlik dönüşümleri hepimizde görülür ve "hatırlama" ve "unutma" mekanizmalarıyla yaşanır. Bennett ameliyat yaparken Tourette'li olduğunu "unutur, " ama bir müdahale olur olmaz hatırlar. Ameliyathanede Bennett için önemli ve merkezi olan cerrah kimliğidir. Bennett’in rol geçişi aynı zamanda benliği düzenlemesini gösterir. Baumeister’a göre bunu yapmanın yolu transcendence stratejisidir ancak dikkatin dağılması gibi faktörler etkili olur. Bennett’in akış bozulduğunda tiklerini sergilemesi o an bu stratejiyi uygulayamamasıyla ilişkilidir. Bilinç aktifken ve dikkat belirli bir uyarıcıya odaklanmışken tiklerin oluşmaması tourette sendromunun bilinçdışı olduğunu, bazen bilinçli bazende bilinçli olmayan bir ketleme sonucu kontrol edilebileceğini gösterir. Bennett'in gerçek sorunu, öfke ve panik gibi, iç dünyasına ait dertlerdi. Bu duygular aniden geliyordu ve benliğini ikiye ayrılıyor,bir parçası izlerken diğer parçası bir şeyler yapmak için kendini yiyordu Başkalarının yanında kendini kontrol edebiliyordu, ama bazen tükendiğini hissediyordu. Evde yalnızken öfkesini cansız eşyalardan alıyordu. Bennett kendini düzenleme stratejisini çok fazla kullanmak zorunda kaldığı için ve bu da enerji gerektirdiği için kendini tükenmiş hissetmesi çok normal. Bakılmak ihtiyacını Bennett de çok doğal olarak görürüz. Hepimiz benliğimizle ilişkili davranışlarda bulunurken görülmeyi isteriz çünkü diğerleri bizi görmüyorsa yaptığımız davranışın hiçbir anlamı yoktur ama normal insanlar bu gdüyü kontrol edebilir. Bennett'in bana bak demesi Mead'in öne sürdüğü çocuğun var olma çabasıyla beni izle dediği iddasını hatırlattı. Görmek ve Görmemek -Kişi kör olarak yeniden doğmak için 'gören biri' olarak ölmelidir. Bunun tersi de doğrudur: kişi ‘gören biri’ olarak yeniden doğmak için kör olarak ölmelidir. En büyük felaket bu iki dünyanın arasında kalmaktır. Virgil altı yaşındayken, iki gözünde de katarakt oluştu, yavaş yavaş kör olmaya başlıyordu. Körler okuluna gönderildi. Masör olarak iş ve bir ev buldu. Çalışmak onu gururlandırıyor, işten zevk alıyordu. Kısıtlı ama istikrarlı bir hayatı vardı. Masaj konusunda çok iyi olması dokunma duyusunun körlerde görememenin bir telafisiyle ilişkili olabilir. Virgil ışığı ve karanlığı, ışığın ne yönden geldiğini görebiliyordu, yani retinası tümüyle hasar görmemişti.Virgil'e birçok hekim ameliyatın sonuçsuz kalacağını söylemişlerdi ve o söylenenleri uysalca kabul etmişti.Eylül ayının ortalarında Virgil'in sağ gözündeki katarakt alındı. Virgil'in ilk görme anında ışık, hareket ve renk birbirine karışmış, anlamsız bir manzara oluşturmuştu. "Evet?" diyen bir ses işittiğinde bir yüz olduğunu anlamıştı. Virgil’in maddi benliğine ait olan bedensel benliğinin içinde gören gözler 45 yıldır kullanılmadığı için görsel bellekten yoksundu. Manevi benliği de aynı durumdaydı,bu istikrarsız dünyaya nasıl uyum sağlayacağını bilmiyordu, benlik bilgisizde tutarsızlık baş gösteriyordu bu da benliğinin çözülmesine yol açtı. Bellek ve benliğin birbiriyle ilişkilidir. Herhangi bir bellek kaybı beraberinde kimlik karmaşasını getirir. Virgil’in görsel uyarıcılara ya da görsel algılamaya ilişkin belleği olmadığından benliğinin içinde de görmeye yönelik bir bilgi olmadığını düşünüyorum.Ayrıca eskiden daha kesin bir benlik görüşü olan Virgil ameliyattan sonra bunu yitirmiş ve kendisine ait olumlu duygularında azalma olmuştu. Virgil’in var olan benlik kavramı çözülmüş ve buna bağlı olarak benlik saygısı ve öz yeterlik inancı da düşmüştü. Ameliyatından sonra görmesi bekleniyordu ama Virgil görme yeteneğine tam anlamıyla sahip olamadı. Bunu da ulaşılabilir benlik ve olması gereken benlikle ilişkilendirebilir. Virgil, renkleri ve hareketleri, büyük objeleri ve şekilleri görmeyi başardı. Ama merkezi görme alanı çok zayıftı. Bakmak onun için doğal bir davranış değildi. Retinası ve optik sinirleri çalışıyor, ama beyni bunları anlamlandıramıyordu. Virgil hep ayrıntılara takılıyordu ama biraraya getiremiyordu. Valvo olayı şöyle yorumlar: "Dokunarak tanıma alışkanlığı sonucu ardışık bakmaya alışan kişiye, objelerin eşzamanlı algılanmasının adeta imkansız görünmesidir." 31 Ekim'de Virgil'in sol gözündeki katarakt da alındı. Retinanın ve görüş keskinliğinin, sağdakinin aynı olduğu anlaşıldı. Görüşü biraz düzeldi; bakışlarını daha iyi odaklıyordu, görüş alanı genişledi. Virgil işine geri döndü fakat tenlerdeki lekelerden iğrenmeye başlıyordu. Masaj yaparken gözlerini kapamaya karar verdi. Bazen saatler, hatta günler süren "bulanıklık" hali yaşıyordu; nöbetler halinde gelen bulanıklığın nedeni belli değildi. Lokal ya da oküler bir neden bulunmadığı için doktor başka bir tıbbi bozukluğun sözkonusu olabileceğini ya da aşırı duyusal ve bilişsel yüklemenin beynin görme sisteminde sinirsel bir tepkiye neden açabileceğini ileri sürdü. Virgil akciğer zatürresi geçirip, yoğun bakıma alınmıştı. Virgil'in nefes alışında güçlük başlamıştı, kandaki oksijen seviyeleri bozulmaya başlamıştı. Bazen bir geçiş hali yaşıyordu, hiçbir şey görmediğini söylüyor ama görürmüş gibi davranıyordu. Bilinçdışı görme denilen bu halde, görsel işaretler algılanır ve gerekli tepki gösterilir ama bu algı işlemi bilince hiçbir şekilde ulaşmaz. Anton sendromu da denilen total psişik körlük derin duygusal bunalımlarda da sözkonusu olabilir. Virgil gerçekten de sıkıntılı bir dönemdeydi; ameliyattan yeni çıkmıştı, yeni evlenmişti ve çok ağır beklentilerle karşı karşıya kalmıştı. Ailesi Virgil'e kör bir adam gibi davranmış, "gören" benliğini kabul etmemiş ya da görmezden gelmiş; Virgil de kör gibi davranmış, hatta kör olmuştu. Sosyal dünyadan aldığı bilgiler göremediğine yönelikti. Ayna benlik kuramına göre de biz, diğerlerinin bizim hakkımızda ne düşündüğünü düşündüğümüz kişileriz. Ancak aynalardaki yansımalar yetişkinlikte bu kadar kolay kabul edilmez ama Virgil de benliğinde gören benliğinin daha yer edinmemiş olması ve pasif kişiliği, çevreden gelen küçük bir ima bile etkili olmuş olabilir. Daha sonra yapılan testlerde hiçbir başarı gösteremedi. Tam kör gibiydi ama bilinçdışı-görme devam ediyordu. Bu gelişmeyi bir ''armağan" olarak kabul etti. Virgil artık görmek zorunda değildi, artık kendi gerçek benliğine döndü. Körlük başlangıçta çok büyük bir yoksunluk olsa da zamanla yerini bir uyuma bırakır ve dünya yeniden yapılanır. Rüyaların Manzarası San Francisco Keşifler Müzesi'nin hafıza konulu sergisinde salondaki tabloların hepsinde Franco Magnani'nin doğup büyüdüğü Pontito kasabası resmedilmişti. Magnani bir "Hafıza Sanatçısı" olarak tanıtılıyordu. Her ev, her sokak, her taş olabilecek her açıdan, bir fotoğraf kusursuzluğuyla resmedilmişti. Franco'nun bütün tablolarında, 1943'ten önceki Pontito resmedilmişti. Babası ölmeden önce, Alman işgalinden önce, tarlalalar kuraklaşmadan önce yaşadığı yerler bu resimlerin ana konusuydu. Franco’nun maddi benliğinin beden dışında kalan benlik parçalarından biri Pontito'dur. Ayrıca manevi benliği de büyük oranda Pontito üzerine şekillenmiş. İnsanların onu “anıların sanatçısı” olarak tanımlaması Pontito’nun sosyal benliğini de şekillendirir. Pontito, Franco’nun benliğinde merkezi öneme sahip çünkü tüm sevdiklerinin yerini almış ve resimleri onları var etme çabası gibi gözüküyor. Franco, benliğinin merkezine Pontito’yu korumayı koymuş. Resimlerde insan figürü olmaması nedeni de sevdiklerinin anılarında olması ama resimlerinin TLE'ye bağlı olmasından olabilir. Aynı zamanda çocukken annesi için başarılı olacağını söylemesi de ulaşılabilir benlikle ilgilidir. Sacks Franco'yla evinde buluşmuştu. Franco'nun evinin Pontito'ya benzemesi benliğini çevreye yaymasına örnek olabilir. Franco yalnız başına olunca sessiz ve sakin eski köyünü düşündüğünü söylemiş; bu köy insansız, zamansız, hiçbir olayın olmadığı huzurlu bir yer, "bir zamanlar"da asılı kalmış, masalımsı bir Pontito'ymuş. Franco,1965'te hayatını değiştiren bir karar aldı, San Fransisco'da yerleşecekti. Bu karar, bir hastalığın başlangıcı oldu. Kesin bir tanı konulmadı, hastalığının en şiddetli anlarında Franco olağanüstü canlı rüyalarla Pontito'yu görmeye başlamıştı, bu rüyalarda ailesi ya da yaşadığı olaylar yoktu; sokaklar, evler, taşlar vardı. Belki de kararın ağırlığıyla ezilip bir "kişilik bölünmesine" uğramıştı. Ya da benliğinin bir parçası terkettiği yaşamını hafızasında ve hayalinde canlandırmış, ama gerçek dünyaya dönmeyi başaramamıştı. krizlerin başladığı ilk gecelerde, doğduğu evin görüntüleriyle karşılaşmış ve resmini yapmıştı.Doğduğu evi resmetmesi aslında sanatının da doğuşuydu. Franco'nun görme, dokunma, işitme ve koku alma duyuları bir arada çalışıyor ve çocukluğundan kalan ''total durumların ani kayıtları" deneyimleri yaşıyor. Franco'nun nöbetlerin beynin temporal loblarındaki epileptik faaliyetlerle bağlantısı olduğu biliniyor. Temporal lob epilepsisinin kişilik değişimlerine yol açtığı yönündeki görüş “benlik bellektir” görüşünü destekler. Bilincin katlanması bazen Franco'nun zihnini karıştırıyordu, bugünün San Fransiscosu'nda yaşıyordu ama bir yanı geçmişte, Pontito'da yaşıyordu. Franco, hayal gücünün hem sahibi, hem de kurbanı diyebiliriz. Franco her zaman annesine yakın olmuş yakınlıkları babanın ölümüyle artmış. 1972'de, annesi öldüğünde, dünyası yıkılmış. Biraz kendine geldiğinde Ruth ile evlenmiş. ''Artık resim yapmam için bir neden yoktu ama Ruth benim annem oldu. Ruth olmasaydı, bir daha hiç resim yapmazdım.'' Karısı da ölünce , artık eskisi gibi çalışamayacağını düşünmeye başladı. Pontito'ya dönüşünü hafızasının, kimliğinin ve sanatının sona ermesiyle bağdaştırmıştı. Sanatını hayal, nostalji, ve hatıralar üstüne kurmuştu, Pontito'ya dönerse sanatını kaybetmekten korkuyordu. Franco'nun karakteri, idealleştirme ve nostalji eğilimi, yaşam hikayesi, tanınma, başarma ve bir kültürü temsil etme ihtiyacı sanatının ortaya çıkmasında TLE kadar önemli. Franco’nun Pontito’ya gitme fırsatı varken hepsini engellemesinin nedeni sahip olduğu benlik görüşüne uygun olmayan bir Pontito'yla karşılaşma ihtimalini ortadan kaldırmak için olabilir. Tutarlılık güdüsünü korumaya çalışıyr olabilir. Franco'nun en kişisel resimlerinde bir yeniden yapılanma, yoğun bir kişisellik vardı. Burada kişisel olmayan bir algıdan söz edilemeyeceği gibi, kişisel olmayan bir hafızadan da söz edilemez sözü anlam buluyor. Pontito tablolarında yaratıcı bir "ortaya çıkarma" arzusu , bir duygu yoğunluğu sezilir. Resim yapma faaliyeti Franco'ya bir kimlik ve başarı duygusu verir. Franco’nun benlik temsili karmaşık olmadığı için olaylara karşı tepkisi aşırı olabilir. Pontito benlik temsili için çok önemli olduğundan, Pontito’dan bahsederken aşırı mutlu olması ancak Pontito’yu gördüğünde ve çoğu şeyin eskisi gibi olmadığını fark ettiğinde de aşırı mutsuz olması bunu destekliyor. Pontito'dan dönünce bir duygu karışıklığı içindeydi kafasının içide Pontito'nun iki resmi vardı. Zamanla eski Pontito galip geldi. Pontito'nun bugünkü halini görmek Franco'yu rahatsız etmişti. Franco, Pontito'nun onun için ifade ettiği "anlama" yönelmek yerine, Pontito'nun dış yüzünün arşivini yapmayı tercih ediyor, içindeki insani boşluğu bunlarla doldurmaya çabalıyor. Bu da benlik bilgisini doğruluk güdüsüyle aramadığını gösteriyor çünkü bunu yapmak için önemli bir amacı ve zamanı yok. Harika Çocuk Stephen Londra'da bir işçi ailesinin ikinci çocuğu olarak doğmuştu. Motor davranışları çok geç öğrenmiş ve dokunulmaya karşı tepki geliştirmişti. Stephen üç yaşındayken babası öldü, bundan sonra huysuzluğu arttı. Çocuk otizmi teşhisi kondu, özel bir okula gönderildi. Gölgeler, şekiller, açılar çok ilgisini çekiyordu, beş yaşına gelince resimler de onu büyülemeye başladı, yedi yaşlarında gelişen saplantısı gördüğü binaların resimlerini yapmaktı. Stephen küçük yaşlardan beri binalara daha çok karmaşık yapılara ve perspektiflerine büyük ilgi duymuştu. Yedi yaşında büyük felaketler, depremler onu büyülüyordu. Belki de bu deprem saplantısı kendi iç istikrarsızlığını yansıtıyor, resim yoluyla iç dünyasını sakinleştiriyordu. Stephen Wiltshire bir otistti ve yedi yaşından beri savan yetenekleri göstermişti. Kafasını sallaması, tikleri otistik çocukları hatırlatıyordu. Stephen, sekiz yaşında, en karmaşık görsel, işitsel, motor ve sözel verileri, içeriklerine ve anlamlarına önem vermeden, hafızasına kaydediyor ve yeniden üretiyordu. Ayrıntıların kavramsal tutarlılığı olan imgeler olmasına gerek yoktu. Gözünün ucuyla birkaç saniye manzaraya bakması yetiyordu. Belleği bir arşivi andırıyordu, buradaki bilgiler sıralı ya da sınıflandırılmış bile değildi, burada çağrışımlara yer yoktu, herhangi bir şeye bir anda ulaşabiliyordu ama genelleme yapmasını sağlayacak ipuçlarını çıkaramıyordu. Stephen'ın duyguları nesne, ya da olay merkezliydi, onun bir parçası olmuyordu. Hiçbir "estetik duyarlılığı" olmadan yeniden üretiyordu. Otistik bireyler diğerlerinin duygu,düşünce ve davranışlarını anlamakta ve empati kurmakta zorlanırlar. Bunun nedeni ayna nöronlarda bir işlev bozukluğu olmasıdır. Zihnin modüler modelinde normal zihinde, tutarlı ve birleştirici bir güç duygularımız ve tecrübelerimizle birleştirir ve bize özgün bir kişilik kazandırır. Bence bu modeller otizmde kişiliğin aydınlanmasını sağlayabilir. Otistik savanların anıları birbirine bağlı değildir. Bu nedenle ayrıntıları gözden kaçırmazlar ancak bu onları süreklilikten de mahrum kılar. Normal bireylerde birbirinden farklı tüm algılar birbirine bağlı gibi durur ve bilen benlik derken bu bağlantıyı kastederiz. Bu otizmli bireylerde bilen benliğin olmadığını düşünmemize neden olabilir. Benliğin ortaya çıkması için diğer ve ben beraber ilerlemelidir. Stephen’ın bilen benlikten mahrum olduğunu söyleyemeyiz çünkü eğer bir benliğe sahip olmasaydı aslında olmayan objeleri resmine dahil edemezdi. Ancak genel itibariyle Stephen, gördüklerini içselleştirmiyordu yani benliğine sokamıyordu. Öğretmeni Chris çizim konusunda ona destek oldu ve cesaret verdi. Stephen ortaokul için Queensmill'den ayrılmak zorunda kaldığında, normal bir çocuk birini kaybetmekten derin üzüntü duyardı ama Stephen bu tür duygu belirtilerini göstermemişti. Stephen tek başına resim yapma hevesini kaybetmişti onu teşvik edecek birine ihtiyacı vardı. Margaret'in yönlendirmesi ve gayretiyle, Stephen yeniden düzenli biçimde resim yapmaya başladı, artık eskisinden daha cesur çiziyordu. Stephen'ın oldukça özgün ve kişisel bir yeteneği vardı, ama Margaret'in yüreklendirici sözlerine her zaman ihtiyaç duyuyordu. William James’in duyguların, anılarımızı bağladığı ve benliği oluşturduğu görüşü geldi. Ancak Stephen duyguların anıları bağlayıcı gücünden yoksun. Çizdiği kadın resimlerini kendine saklaması,onları maddi benliğine ait görüyor olmasıyla ilişkili. Bir benliğinin olduğunu ancak mimari yapıtların benliği için önemsiz, kızların resimlerinin önemli olduğu anlaşılıyor. Stephen’ın Rain Man filmine duyduğu ilgi ve Raymond'un taklidini yapması,benlik algısına sahip olduğunu gösterebilir. Zamanla Stephen’ın müzikteki yeteneği ortaya çıkmıştı. Sevdiği bir şarkıyı söylerken otizminden eser kalmamıştı. Ancak şarkı durduğu an, Stephen yine eski haline dönmüştü. Adeta ödünç aldığı bir benliği usulca yerine koymuştu. Bruce Hood’un bir bebeğin zihnini ve benliğini asla deneyimleyemeceğimizi söylemesi Sacks’ın, Stephen’ı asla tam olarak anlayamayacağımızı söylemesiyle uyuşur. Çünkü o benliği ve zihni deneyimleyebilsek biz olmayız, o olmak zorunda oluruz. Mars’ta Bir Antropolog Otizmli bireylerin duyusal algıları bozuktur. Kokular, sesler, tatlar, görüntüler, temaslar otizmliler için çok rahatsız edici olabilir. Yaşadıkları çevre otizmliler için genellikle tehdit edici bir ortamdır. Otistik kişilerde “zihin kuramı” yoktur. Klasik otizmde, dış dünyaya açılan bir pencere yani benlik yoktur. Otistiklerin hiçbiri birbirine benzemez. Tek bir bakış klinik tanı için yeterlidir ama bütünsel yaklaşmak gerekir. Temple üç yaşındayken otizm tanısı konmuş. Benlik 2-3 yaşlarında tutarlı ve kesin bir hale gelir. Bu yaşların otizmin tanılanma yaşlarıyla koşutluğu da otizm ve benlik gelişimi arasındaki ilişkiyi gösterir. Pekçok otizmlide görüldüğü gibi Temple’ın da ben-sen zamirleri arasındaki ayrımı bir türlü kavrayamıyor oluşu beynin anterior insula bölgedeki işlevsel bozukluk olabilir. Bu bölge kendimiz ve başkaları ayrımını yapmamızı ve empati kurmamızı sağlar. Temple'ın çeşitli bilimsel yayınlarda yer almış yüzden fazla makalesi var; bir kısmı hayvan davranışları bir kısmı otizm üzerinedir. Küçük bir kızken kucaklandığında hem huzurlu hissediyordu hem de boğulacak gibi oluyordu. Buzağıları rahatlatmak için sıkıştırma yastığı gördü ve zamanla bir aygıt yapmayı başardı. Otizminin ve mesleğinin benliğinde kaynaştırdığını görüyorum. Mead’e göre benlik gelişiminin ilk işareti; başkasının bakış açısını alabilme becerisinin gelişmesidir. Otizmli bireylerde ayna nöronlarda işlev bozukluğuna bağlı olarak otizmli bireyler iletişimde taklitte ve başkalarına duyulan empatide zorluk yaşarlar. Temple’ın Sacks’a kahve ikram etmemesi ve “afedersin!” bile dememesi empati kurma konusunda iyi olmadığına örnek verilebilir. Temple, “Basit, güçlü ve evrensel” duyguları anlayabildiğini, ama karmaşık duyguların kafasını karıştırdığını söylemişti. “Çok zaman kendimi Mars’ta yaşayan bir antropolog gibi hissediyorum,” diye ekledi. Yıllar geçtikçe zihninde geniş bir deneyimler arşivi oluştu. Temple, "kitaplığına" başvurarak, bu dünyanın yollarını öğrenmeye başlamış. İnsanların davranışlarını bilişsel çaba harcayarak tahmin etmesinden Temple’da bilen benlikten muhakkak söz edebiliriz. Hatta benliğinin merkezi yönlerinden bazıları mesleği ve hayvanlar. Buluğ çağına girdiğinde Temple, hiçbir zaman "normal" bir hayat süremeyeceğini sezmişti. Dünyevi zevklerden vazgeçerek bu dönemi atlatmaya çalıştı; kendini bilime adayacaktı. Bu Temple'ın benliğini düzenlemesiyle ilgilidir. Otizmli bireyler somut düşünür ve dili sadece anlamına göre yorumlar bu nedenle bilimdeki somut ve kesin dil Temple’ın mesleğinin benliğindeki önemini anlamamızı kolaylaştırıyor. Gardner otizmde görsel, müziksel ve mantıksal zekanın son derece gelişmiş olabilmesine karşın, kendinin ve başkalarının zihinsel durumlarını algılama yeteneğinin önemli ölçüde geri kaldığını savunur. Hayvan bilimleri üstüne doktora yapan Temple, öğretim üyeliğinin yanında, kendi kurduğu işi yönetiyor. Doktora çalışmasının sonunda beyinlerinin incelenmesi amacıyla hayvanların öldürülmesi gerekiyordu. Ölümleri Temple'ı çok sarsmıştı. Otistik kişi belirli konulara yoğun bir ilgi ve şefkatle yaklaşabilir. Otizmde hatalı olan şey genel anlamıyla duygulanım değil, karmaşık insani deneyimlere, sosyal ilişkilere ve bu ilişkilerle birlikte sembolik deneyimlere ilişkin duygulanımlardır. Bir konferansta Temple "Tek bir hareketle otizmden kurtulacağımı bilsem, bunu yapmazdım çünkü otizm benim bir parçam. " dedi. Kendisinin de dediği gibi otizm Temple'ın benliğinde merkezi bir konuma sahip ve kendisinin kabullenmesiyle zorunlu benliğini bir nevi ideal benlik haline getirmiş olabilir. Temple’ın sosyal hayatında ilerleme kaydedebilmek için gösterdiği çabaların sonuçları aslında benlik gelişiminde kendimizin payının da çok büyük olduğunu gösterir. Benlik diğer etkenlerin yanında iç etkenlerle de gelişir.
Mars'ta Bir Antropolog
Mars'ta Bir AntropologOliver Sacks · Yapı Kredi Yayınları · 2011210 okunma
··
1.360 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.