Gönderi

"Ahmet Kaya Vakaları" Hep Oldu Bu Sistem Sürdükçe De Hep Olacaktır
Karanlığa Kaçış, Gizleniş . . . Bir akşam bizde, Emil Galip'in de bulunduğu bir toplantıda, otuz beş seneden beri tek başına sürdürdüğü yaşamının dönüm noktası olan olayı ve gizlenmesinin başlıca nedenini şöyle anlatmıştı. Olay 1933 senesi Temmuz ayında, Atatürk'ün Galatasaray Okulu'nu ziyareti sırasında geçer. Ulu önder ardında erkanıyla okuldan içeri girerken, cümle kapısına dizilmiş, başta müdür olmak üzere, sıram sıram hocaların tümü, saygıyla eğilir, Atatürk'ün elini öperler. İçlerinden bir tek, tarih-coğrafya hocası İlhan Şevket eğilmez ve Ata'yla tokalaşır. İrkilir herkes!.. Ne de olsa, beklenmedik ters bir harekettir bu... Atatürk ise; Trabzon' da, lise birdeyken babasının komutanıyla aralarında geçen olayda, komutanın bu cüretkârı merak edişi gibi, "Kimdir bu?" diyerek ve daha yakından tanımak isteğiyle o gün onun sınıfında karargah kurar. O sıra okulda bitirme sınavları yapılmaktadır. Sözlüye kalkan talebeye Atatürk pek çok soru yöneltir. Nihayet bizim Ozan' a döner, "Haydi hoca sen de sor ... " der. Özgür doğasının sınır ve engel tanımaz güdüsüyle, "Tarihte diktatörler!!!" diye başlayarak bir soru sorar talebeye! Tümceyi bitirmesine gerek kalmaz!.. Salt "diktatör" sözcüğü, orada bulunanların tüylerini diken diken etmeye ve erkan tarafından "tenkil" edilmek, yani tepelenmek üzere mimlenmesine yeter de artar!.. Öyküsünün sonunda: "....Çevresindekiler tarafından peşime takılan hafiyeler, polisler o gün bu gündür bana huzur vermediler! Ben de, tehlikeli bir komüniste(!) hele, 'Talebeyi anarşist fikirleriyle zehirleyebilir!' nitelikte bir hocaya, bu ülkede o zamanlar nefes bile aldırmayacaklarını, Galatasaray'dan hemen uzaklaştırılarak, 1945'lere dek, hiç terfi ettirilmeden, on sene, o okuldan bu okula sürülmenin ardı kesilmeyince anladım. En sonunda tayinim Yozgat'a çıkınca baktım ki peşimi bırakmaya niyetleri yok; direnmek beyhude ... nasıl ve neyle geçineceğimi düşünmeden on iki yıllık memuriyetimden istifa ederek ayrıldım böylece. "Dışarıya, başka ülkelere gidip yerleşebilir, pekala oralarda da geçinir giderdim. Fakat bende vatan ve İstanbul tutkusu öyle hat safhada, öylesine kuvvetliydi ki, bırakamadım buraları... Neredeyse her gün yirmi kilometreden fazla yol yürüyerek gezdiğim, sokaklarının kaldırım taşlarını tek tek ezberlediğim, her yerine şiirler yazdığım sevgilimi terk edemedim!.." Daha sonraki sohbetlerimizde anladım ki, izlenmekten daha çok, Galatasaray'da hocalık ettiği sıralar, fikren kendine yakın bulduğu, dostu felsefe hocası Sakallı Celal'in, tüm kapıların yüzüne kapandığını, süründüğünü ve sonunda feci duruma düştüğünü görerek, zaten özyapısına zıt olan; ricada bulunmak, muhtaç duruma düşmek ve ona buna avuç açmak onursuzluğuna uğramak korkusuyla inzivaya çekilmeyi ve en sonunda da yaşamına kendi eliyle son vermeyi yeğlemişti. Ellili, altmışlı yıllarda Türkiye'de, Komünist damgası yemiş nice aydın kişiyle birlikte İlhan Şevket'i de gerçekten uzun zaman izlemiş olabilirler.
Sayfa 78 - 1. baskı - Nisan 2000
··
19 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.