Roma hukuku hukuksal kişilik kavramını belli kalıplara oturtur ve belli fiziksel özneleri hukuksal varlık olmaktan yoksun bırakır. Bu durumda gerçek varlıkla gerçek isim de, hukuksal anlamda, mahkeme kararıyla yok sayılır. Roma anayasa hukukunda, köleler bağımsız kişilikler olarak görev yapamadıkları için, hukuken onlara hiçbir isim verilmez. Ayrıca ismin birliği ve biricikliği kişinin birliği ve biricikliğinin işaretini teşkil ettiği gibi kişiyi de oluşturur ve insana birey olarak yeni bir şekil verir. Bu ayırım olmadığında bireyselliğin sınırları da kaybolmaya başlar. Algonkinlerde herhangi bir insanın adaşı, onun başka bir kendisi, onun ‘alter ego’su olarak kabul edilir. Yaygın bir geleneğe göre, torun büyükbabanın adını alırsa, büyükbabanın torunda yeniden doğup vücut bulduğuna inanılır. Bir çocuk doğar doğmaz, her şeyden evvel, ölmüş dedelerinden hangisinin onda yeniden ortaya çıktığını fark etmek gerekir: Bu bulgu din adamı tarafından elde edilmiş olsa bile, isim verirken çocuğa bu dedenin adı konur. Ayrıca mitik sezgi açısından, insanın bireyselliği hep aynı kalan ve değişmeyen bir şey değildir ve insan yeni bir yaşantı aşamasına her dâhil oluşunda başka bir varlık ve başka bir kendilik kazanır. Bu değişim ise her şeyden önce ad değiştirilirken belirleyici olur. Erkek çocuklar, yetişkinlik törenlerinde, bu törende icra edilen büyüsel adetler yoluyla başka bir ad alır. Çünkü çocuk artık başka biri olarak, erkek olarak varoluş kazanmış ve onun en saygın dedesi onda yeniden hayat bulmuştur. Diğer durumlarda ise isim değişimi insanı tehdit eden tehlikelerden korumaya yarar: İnsan yeni bir isimle adeta başka bir ken diliğe bürünüp bu kendilik örtüsü içinde tanınmaz olduğu için, bu yolla tehlikeleri savuşturur.