Gönderi

152 syf.
9/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 8 days
“İnsanın toplum sözleşmesiyle yitirdiği şey, doğal  özgürlüğü ve onu çeken ve erişebileceği her şey üzerindeki sınırsız bir haktır; kazandığı şey, sivil özgürlük ve sahip olduğu her şeyin iyeliğidir.” Okurken Mustafa Kemal Atatürk'ün uygulamalarıyla Jean-Jacques Rousseau'nun prensiplerinin birçoğunun uyuştuğunu görünce aklıma şu soru geldi: “Mustafa Kemal, acaba bu kitabı okumuş muydu?” Daha sonra soruma cevap aramaya başladım ve gördüm ki gerçekten de Toplum Sözleşmesi Mustafa Kemal'in okumuş olduğu kitaplardan; Rousseau ise onun etkilendiği siyaset yazarlarından birisiymiş. Böyle dediysem de, Mustafa Kemal'in her konuda Rousseau'nun çizgisini benimsediği aklınıza gelmesin; çünkü birçok konuda uyuştukları kadar, bazı konularda da neredeyse birbirlerine tamamen zıt anlayışlar benimsedikleri görülüyor; veyahut Mustafa Kemal belki de bu zıt olarak gördüğümüz mevzularda döneminin şartları gereği Rousseau'nun anlayışının dışına çıkmak zorunda da kalmış olabilir... Kitaba gelince, çok geniş kapsamlı olmamasına rağmen siyaset hususunda yazılmış en doyurucu eserlerden birisi olabilir. Kısa kısa deneme tarzı yazılmış bölümler, konuları birbirinden ayırt etmenize yarıyor ve neye odaklanmanız gerektiğine dair size bir yol sunuyor; fakat KırmızıKedi Yayınları'ndan çıkmış olmasından mıdır nedir, bana birazcık dili ağır geldi. 152 sayfalık bir kitap olmasına karşın, neden 8 günümü aldı diye sorgulanacak olursa, dediğim gibi, dili ağır geldi ve günlük 20-30 sayfa okuyup bıraktım, bazı günler daha fazla okurken bazı günler de hiç okuma fırsatı bulamadım. Ama sonuçta olması gerektiği gibi, sindire sindire okuduğum bir kitap oldu ve Rousseau'nun siyasetine az çok hakim oldum. Toplumsal Sözleşme dediği mefhumla Rousseau, her bireyin kendi başına özgürlüğünden çok, herkesle bir olduktan sonraki özgürlüğünü benimsemektedir. Bu durumu da şöyle açıklamaktadır: "Ortak gücünün bütünüyle her ortağın kişiliğini ve varsıllıklarını savunan ve koruyan ve o güç sayesinde, her bir kişinin, herkesle bütünleşirken yine de yalnızca kendi kendisine itaat ettiği ve daha önce olduğu kadar özgür kaldığı bir ortaklık biçimi bulmak.” Böylesine bir bütünleşmede de “her bir kişi, kendini herkese adarken aynı zamanda hiç kimseye adamamaktadır”. Rousseau, gerçek bir özgürlük düşkünü; fakat en iyi devlet yönetim şeklini aristokrasi olarak görüyor; demokrasiyi hesaba katmamasının nedenini ise o yönetimin insanlara fazla geldiği, olacak olsaydı ancak tanrılar topluluğuna ait olacağı şeklinde belirtiyor. Halkların tanrıları ve dinlerini siyasî bir figür olarak görmekle beraber, bunların olması gerektiğinden ve gücü meşru hâle getirmek için bunları üreten zekâların dehalığından bahsediyor. Ona göre ideal yönetilebilir devlet, asla ve asla geniş olmamalı, genişleme politikası da gütmemeli; çünkü böyle olursa siyasî otorite geniş alana yayılmakta zorluk çekecek ve bu da devlete zarar verecektir. Fakat burada şöyle bir ayrım getiriyor: Ona göre geniş topraktaki uyruklar yani sadece devlete bağlı olarak yaşayan halklar daha kolay yönetilebilecekken, geniş topraklardaki yurttaşlar daha zor yönetilir ve bu yurttaşların başkaldırması her an olasıdır. İşte bunun için büyük devlet olmak riskini almamaktadır. Bunlarla birlikte Rousseau'nun yönetimsizliğe, doğal olarak anarşizme karşı olduğunu fark ettim. Sanırım burada onun insanların doğasına karşı biraz da gerçekçi olmak gerektiğine dair düşüncesi ağır basmaktadır. Yine yazara göre, bir oylamada baskın gelen görüşe (genel istenci barındırdığı için) ayak uydurmak daha doğrudur; yoksa tikel istence sahip olmak ve bunda diretmek her zaman tatminsizliği ve huzursuzluğu getirir. Rousseau şu anki siyaset oluşumlarını ve hatta yeri geldiğinde diktatörlüğün bile olabileceğini söylerken tek bir şeye karşı net bir tavır alıyor ve bunun olmasının halkın özgür olmamasını gerektirdiğini söylüyor; bu da halk temsilcisi yani milletvekilidir. Rousseau'ya göre egemen, kendine bu temsilcileri seçince kendini onların kollarına atmış olur. Son ve en uzun bölümdeyse (ve belki de benim alanımla ilintili olması nedeniyle en keyif aldığım bölümdü) dinleri ve tanrıları uzun uzadıya anlatıyor ve ilk tapınmaların zamanla ne şekle büründüğüne parmak basıyor. Burada paganizmi ve doğal olarak çok tanrıcılığı, tek Tanrı inancıyla karşılaştırıyor ve sadece kendilerine ait tanrılar ortaya atan ilk toplumlarda bu çok tanrıcılığın din savaşlarına sebebiyet vermediğine fakat bazı toplumların tek Tanrı'yı benimsemesi ve diğer tanrıları reddetmesiyle din savaşlarının başladığına değiniyor. Hristiyanlıktan yola çıkarak da bu tarz dinlerin toplumu ne şekilde etkilediğini, nasıl bir düzen getirdiğini tasvir ediyor; burada anlattığı Hristiyanlığın Müslümanlıkla neredeyse aynı olmasıysa bu dinlerin mantığını ortaya koymaktadır. Rousseau, bütün bu prensiplerini Roma ve Sparta siyaseti başta olmak üzere çeşitli devlet ve yönetimlerinden örnekler vererek aktarmakta, belirli durumlara dayandırmaktadır. Genel içeriği bu şekilde olan eserin siyasetle ilgili herkes tarafından okunması gerektiğini belirtmeliyim.
Toplum Sözleşmesi ya da Siyasi Hukukun İlkelerine Dair
Toplum Sözleşmesi ya da Siyasi Hukukun İlkelerine DairJean-Jacques Rousseau · Kırmızı Kedi Yayınevi · 202014k okunma
··
19 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.