Uzun bir aradan sonra merhaba
With Schumann
CEHENNEME GİRİŞ
Tesadüfen tanıştığım birinden aldığım bir tavsiye. Sipariş için kitap listesi oluşturduğum bir dönemde bu tavsiyeyi de fazlaca araştırmadan ekliyorum sepete, hayatım boyunca kopmayacak bir bağ kuracağımı bilmeden. Kitabın kalınlığı beni hiç korkutmuyor ama kapağından büyük bir yükü sırtlayacağımı hisssediyorum.
SIRTLANLARLA DANS
Okumaya başlıyorum, sayfalarca ilerliyorum korktuğum olmuyor, sıradan hayatlar içine sıkışmış sıradan insanlardan bahsediyor 200. sayfalara gelene kadar. Sonrasında keşke sıkılarak okumaya devam etseydim diyorum. Derin derin iç çekişlerle okuduğum her satırda gözlerim biraz daha genişliyor, bazen uzunca bir süre kırpmadığım için yandıklarını hissediyorum. Ben bu kitabı okuyacak kadar güçlü değilim diye geçiriyorum içimden. Bırak Mizgin okumak zorunda değilsin, bırak ne yaşamışlarsa o sayfalarda gizli kalsın diyorum. Kalbimin ritminin arttığı, aldığım nefesin yetersiz geldiği anlarda ayraçla kaldığım yeri işaretleyip kitabı bıraktığım yerden uzaklaşıyorum. Kitap ne kadar uzaksa okuduklarımın hafızamdan o kadar hızlıca silineceğini umuyorum. Uzunca molalara ihtiyacım oluyor, bunca acının bir hayata nasıl sığabileceğini idrak etmeye çalışıyorum. Sayfalar boyunca ağlıyorum, gözlerimin buğusundan okuyamıyorum çoğu zaman. Okuduklarım bir film sahnesiymiş gibi gözlerimin perdesine yapışmış, ne yaparsam yapayım kaybolmuyor. Ama biliyorum bu hikaye kurgu değil gerçeğin tasviri sadece.
BİR DOSTU OLMALI İNSANIN
Kitabın arkasından dört arkadaşın(Jude, Willem, Malcolm, JB) hikayesini okuyacağım düşüncesine kapılsamda sayfalar ilerledikçe ana karakterin Jude olduğunu anlıyorum. Tabi bunun haklı gerekçeleri var. Hatta kitabın ismini bile küçüklüğünden beri böyle öğretildiği için kendini değersiz gören Jude’ dan aldığını farkediyorum. Doğduğundan itibaren güvendiği, yardım edeceğini umarak sığındığı herkes tarafından zarar gören Jude’ un yaşananlar karşısında bu kadar sakin kalmasının, olağan karşılamasının yarattığı sarsıcı etkiden son sayfaya kadar kurtulamıyorum. Fakat ona hak veriyor, düşünce yapısını, çarpık davranışlarını, içsel bunalımlarını, taktığı maskeleri, en saçma fikirlerini bile anlayışla karşılıyorum. Ona sarılmak isterken onun temastan ne kadar nefret ettiğini hatırlayıp hayali olarak birkaç adım geriye çekiliyorum.
Karakterleri 18 yaşında tanıyıp bir ömrü onlarla birlikte yaşıyorum. Zaten en büyük kafa karışıklığını da burada yaşadım çünkü yıllar geçtikçe yüzlerini tekrar tekrar biçimlendirmek zorunda kalıyorum. Yakışıklı genç bir surat birden kırışıklıklar ve beyaz saçlarla doluyor. Bazen 16 yaşında bazen 50 yaşında olan karakterleri kafamda yaratmak epey yorucu. Jude’ un Greene Sokaktaki evinde dolaşıyorum, çocukluk anılarını hatırladığında onunla birlikte korkuyorum sırtlanlardan. Setlerde Willem’le bilikte replikleri okuyorum, JB’ nin atölyesinde boyaları karıştırıp tuvale fırlatıyorum, Malcolm’ un çatı katında onunla birlikte derin düşüncelere dalıyorum. Attıkları her adımda onlarla birlikte yürüyorum. Muhteşem betimlemeler sayesinde dörtlü çetenin beşincisi olmayı hayal ediyorum.
Her davranışının geçmişle bağlantısının açıklanması sağlam bir alyapıya dayandırılması analiz yeteneğini de güçlendiriyor. Kitapta en çok bahsedilen ikinci karakterde her koşulda Jude’ a destek olan Willem. Fakat Malcolm ve JB’ nin arka plana atılmış olması kitaba dair en büyük hayal kırıklığım oldu. Çünkü kesinlikle ilk sayfalardan itibaren onların hayatlarına dalmak, ne gibi kararlar aldıklarını görmek istiyordum. JB yer yer dahil edilsede, Malcolm tamamen gözardı edilmiş.
GEÇMİŞ PEŞİMİZDEN GELİYOR
Kitap ömür boyu devam eden bir umutsuzluk ve çaresizliğin karadeliğinde geçiyor, Jude ne yaparsa yapsın geçmişin etkisinden kurtulamıyor, sevildiğine, değerli olduğuna inanmıyor. Yaptığı her davranışta kendi olmaktan çok karşısındaki insanları mutlu etme görevini üstleniyor. Kendi kendine verdiği( değersizim, işe yaramazım, ölmeyi hakediyorum, sevilmeyi haketmiyorum, iğrencim) telkinlerde bir insan kendine karşı nasıl bu kadar acımasız olabilir diyorum ama kaderin bazen daha acımasız olduğunu zaten biliyorum. Hiçkimse ona sevilmeye layık olduğuna inandıramıyor. Bu yüzden çoğu zaman Harrold’a, Willem’e , Andy’ e ve diğer karakterlere kızıyorum daha fazla çabalamalarını istiyorum.
ELEŞTİRİLER
Kadın karakterlerin arka planda kalması ve erkek dünyasındaymışım gibi hissettirmesi. Ayrıca kadın yazarın erkek ruhunu, duruşunu yeterince iyi tasvir edememesi, neredeyse tüm karakterlerin dişilik ve erkeklik rolleri içinde bocalaması.
Kitabın iki bölümden oluşması fakat bölümlerin arasında konu bütünlüğü yeterince sağlanamaması. İlk bölüm dram, ikinci bölüm pembe dizi tadında.
Başlarda gözlerim kamaşa kamaşa, tebessümle okuduğum arkadaşlıkları başka bir şeye evrilmesi. Nasıl tepki vereceğimi bilemesemde arkadaş şefkatinin her şeyden değerli olduğunu anladığım bir şekilde ilerlemesi
860 sayfanın 600 sayfasının sadece dramdan oluşması. Dramın bazen eğreti durması.
Kitabın gereksiz uzun olduğunu düşünenlere de katılmıyorum. Ömür dediğimiz şey sayfalara sığmayacak kadar uzundur. Bazı ömürler daha da uzun.
Hiçbir kötünün cezalandırılmaması, ne yargı önünde ne Tanrı tarafından..
SON SÖZ
Hayatınızın değerli olup olmadığını kim belirliyor? Selamınıza karşılık vermeyen komşunuz mu, kapitalizmin kucağına oturmuş patronunuz mu, yılda bir kere gördüğünüz akrabalarınız mı, başarınıza tahammülü olmayan iş arkadaşlarınız mı, yada yüksek not aldığınızda öfkelenen sınıf arkadaşlarınız mı, sizi doğurduğu için hayatınızın her anına müdahale edebileceğini düşünene anneniz mi, harçlık verdiği için babanız mı? Belki daha kötü şeyler yaşadık, belki bizde Jude gibi gözlerimizi kapattığımızda zihnimize üşüşen sırtlanlarla mücadele etmek zorunda kaldık ve kalıyoruz.
Kitabı bitirdikten sonra hayatta bir şeylerin iyileşeceğine, değişeceğine dair umudumu bir süreliğine yitirmiş olsamda biliyorum ki yaşamımız bize verilmiş bir hediye, bir gününden bile vazgeçmeye niyetim yok. Herkese hayat yolunda başarılar dilerim. Sağlıcakla