Görünen o ki Ahmet Cemal kalbine dokunmuş kitabının ismi gibi, senin benim kalbime dokunduğun gibi değerli Mona.
Şu sıralar Bergson ile günlerimi geçiriyorum ve Proust ile ilgili yazdığın kısımda geçenler, okuduklarımla birebir örtüştü. Şaşırdım. Bergson süreden dem vurur. Değişimden, hayat hamlesinden, evrimin sonsuz olmadığından ve maddeyle sınırının çizildiğinden. Değişim dediğimiz de gün be gün hayatın akarken, bir fotoğraf karesinden uzaklaşan çehremizde, bütün hayatımızı sorgulamak değil midir?
Hayaller konusu ise... Ben insanın ancak ilk gençlik çağlarında saf ve uçsuz bucaksız hayallere sahip olabileceğini düşünüyorum. Yaş aldıkça, hayaller gerçeklere yaklaşmak zorunda. Hayalin hamurunu gerçekle karmayan, gökyüzüne bakarken yürüyüp yürüyüp denize düşen adama benzer, ıslanır ama bu pek de mutlu etmez sanırım. Şu hayatta bildiğim tek şey var, o da çalışmak, çalışmak, çalışmak. Hayaller insanı çoğunlukla oyalar.
Keyifli bir incelemeydi, kalemine sağlık.