Bir sabah kumandanın (Cemal Paşa'nın) odasına girdiğim zaman, gözlerinin ağlamaktan yorulmuş olduğunu gördüm:
Kudüs İngilizlerin elinde idi.
Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca vuruştuklarını masanın üstünden
aldığım şifreli telgraftan okudum.
Karargâhın içinde: "Kudüs düştü!" sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyrut'a Şam'a Haleb'e göz yaşlarımızı hazırlamak lâzımdı. Artık yalnız Anadolu'yu ve İstanbul'u düşünüyorduk. İmparatorluğa, onun bütün rüyalarına ve hayallerine, Allahaısmarladık!
Zeytindağı'nın çamları arasından, güneşi hiç sönmeyecek, hiç akşam gölgesi görmeyecek gibi bakan Lût çukuru şimdi bütün İmparatorluğu, içine çeken bir mezar gibi, genişleyip derinleşiyor.
Eşyam ve kâğıtlarımı bavuluma yerleştiriyorum. Artık Şam'dan ayrılıyoruz. Cemal Paşa İstanbul'da istifa edecektir.
Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan'ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüs'süz, Şam'sız, Lübnan'sız Beyrut'suz ve Haleb'siz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız.