Gönderi

388 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Yeni bir vizyon
Kitaptan, bana arta kalanlar şunlar: 1. Cabiri bütüncül bir yaklaşım izleyerek sistem kurucu bir beyne sahip, ilk dönem İslam tarihinden bu güne değin, sorunlu olan tüm meseleleri merceğe alarak neşteri, titizlikle sorunlu bölgelere vurmuş, tedaviye dönük çözümler sunmuştur. Kitap; imamet, içtihat, sekülerizm ( laiklik), şura, selefilik etrafında köktencilik vs. konuları etraflıca tartışmaya açmıştır. Eleştirile bilinir kimi ayrıntılara rağmen esaslı ve rasyonel bir yaklaşım göstererek meselelere vukufiyetini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 2. Geçmiş müktesebatı reddetmeden ancak tümüyle kabul etmeye de yanaşmadan bu gün ile dün arasında bir köprü kurmaktadır. Bu köprü modern ve gelişmiş bir yapıyı hedefler. Bu yapının harcı olaraktan İslam’ı esas alır. Arapları ve Müslümanları kendinden uzaklaştıracak laiklik gibi tartışmalı meseleleri sahiplenmeden ancak meselelere pragmatik bir ruh da taşıyarak, geçmiş hastalıkların tedavisi için hazırladığı prospektüsünü “Arap olmamasına rağmen(!) bir Arap milliyetçisi gibi, Arapların huzur, barış, refah ve gelişimi için yazar ve Lübnan gibi “çok mezhepli Arap ülkeleri” hariç “İslam’ı birleştirici bir güç” olarak bu hamurun mayası olarak görür. Aslında Cabiri yazdıklarıyla Panislamizm ile Pan Arapçılık arasında ortanın İslam tarafına yaslanmaktadır. Cabiri hakkında okuduğum bir makalede “ O Araplaştırılmış İslam’ı desteklemekte, Müslümanlaştırılmış Arapçılığı desteklememektedir” diyerek Arap İslamcılığı yaklaşımını geliştirdiği ifade edilmektedir. Ancak o tüm bunlara rağmen katıksız ümmetçi ve İslamcı mütefekkirlerden Afgani ve Abduh’tan da etkilenmiş ve eserlerinde aynı meselelere kafa yormuştur. 3. Demokrasinin geçer akçe olduğu günümüzde, doğrusu demokrasinin Arap ülkelerinde hiçte beklenen başarıyı veremediği ortada. Keza demokrasi ile yönetildiği iddiasındaki diğer İslam ülkelerinde de sonuç pek farklı değil. Bunun neden ve sonuçlarını Cabiri kendince sağlam tespit ve çözümlerle izah etmeye çalışmaktadır. Açıkçası Demokrasinin dört başı mamur(!) yaşandığı ülkelere nispet ederek elde edilen bu çözümlemelerin, Müslüman ülkelerde pek bir karşılığının olamayacağı kanaatini taşıyorum. İslam ülkelerinde işin ucunda gösterilen her demokratik arayış, sonucunda ya oligarşi, ya monarşi, ya üstü örtük teokrasi veya ucube totaliter rejimlere dönüşmektedir. Bunu Cabiri’de görür ve ikna edici tespitlerde bulunur. Ancak bunun altında yatan etkenleri sıralayıp çözüme giderken, Cabir’inin alternatif çözümlemeler yerine batının şablon rejimlerinin kurumlarıyla meseleyi izaha kalkışması ve aynı sofraya oturmasını ikna edici bulmadım. Ortaya koyduğu uzmanlık gerektiren bu tespitlerin tedavisini salt demokrasi ile izahı güdük bir netice doğurmuştur. Avrupa’nın toplumsal dokusu ile Ortadoğu ve hatta Asya ülkelerinin dokusunun birbirini tutmadığı düşüncesindeyim. Parlamenter sistem, demokratik haklar ve hukukun geldiği nokta tarihi açıdan belki iyileştirici etkisi görünmekle beraber Batının da Demokrasi sınavında çoğu zaman standartların ötesine geçemediklerini görmekteyiz. Çifte standart uygulamalar ve her gün yaşanan insan hakları ihlalleri batı tipi Demokrasinin de vicdan özürlü olduğunu gözler önüne sermektedir. Böyle olunca şu can alıcı soruyu sormak kanımca önemli... Batıyı ileriye taşıyan sürükleyici güç parlamenter sistem veya demokratik rejimin toplum üzerinde oluşturduğu uygar veya medeni(!) gölge midir? Yahut parlamentonun da gölgesinde kaldığı saat gibi çalışan, güçlü ve sivil kurumlar mıdır? Avrupa’da halen monarşinin işler halde olduğu ülkeler var ve onlar bile bu güçlü kurumların işler halde olmasından kaynaklı sadece bir sembolik anlam taşırlar? Belçika’da iki seneyi aşkın hükümet kurulamadı ve bu tabanda hatırı sayılır hiç bir krize neden olmadı. Her kurum tıpkı komünist rejimlerde olduğu gibi siyasetin havasını önemsemeden görevlerine devam ettiler. Halk ve kurumlar arasında sağlam bir koordinasyon olduğu sürece ve daha da önemlisi özgürlükçü, eşitliğe dayanan, insan haklarına saygılı ve hukuki çerçevenin içinde kalan güçlü bir anayasaya sahip olunduğu sürece yönetim biçimleri bir ayrıntı olarak kalacaktır. İslam tarihinde Hz. Ömer veya Ömer b. Abdülaziz dönemi hala saygın bir örneklik teşkil eder. Cabiri’den beklediğim belki demokrasiyi de içine alan ve birey/toplum ve kurumların önemli bir eksiği olan ahlak ve maneviyat yoksunluğunu vahyin terbiyesine uygun işler hale getirebilecek çağdaş bir anayasanın inşası üzerine kafa yormasıydı. Bu anayasa sadece Araplar için değil, diğer Müslümanların ve dahası tüm insanlığın dertlerine hal çaresi olabilecek rasyonel ve özgün bir eser olacağı muhakkaktı. Çünkü batının da bu anlamda büyük sorunları vardır.
İslam Düşüncesinde Demokrasi, İnsan Hakları ve Hukuk
İslam Düşüncesinde Demokrasi, İnsan Hakları ve HukukMuhammed Abid el-Cabiri · Kapı Yayınları · 20199 okunma
·
60 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.