Gönderi

Molla Nasrettin öğrencilerine bir hikaye anlatıyormuş. Birden yağmur başlamış ve oradan geçen biri yağmurdan korunmak için Nasrettin'in öğrencileriyle konuştuğu sundurmanın altına girmiş. Yağmurun durmasını bekliyormuş ama kulak misafiri olmadan edememiş. Hoca inanılması güç hikayeler anlatıyormuş. O kadar saçma şeyler söylüyormuş ki, adam birçok kez lafa karışmamak için kendini zor tutmuş. Fakat düşünmüş taşınmış, "Beni ilgilendirmez. Ben yağmur yüzünden bu sundurmanın altındayım ve yağmur durur durmaz gideceğim. Araya girmeme gerek yok." demiş. Fakat öyle bir an gelmiş ki dayanamamış, kendini tutamamış. "Bu kadar yeter." diye lafa karışmış. "Afedersiniz, beni ilgilendirmez ama artık fazla ileri gittiniz!" Önce hikayeyi anlatayım, bu adamın kendini tutamadığı bölümü... Nasrettin, "Olay gençlik günlerimde, Afrika'nın, Karanlık Kıta'nın ormanlarında geçiyor. Bir gün hemen beş metre öteme birden bir aslan fırladı. Silahım yoktu, hiçbir korunmam yoktu ve ormanda yalnızdım. Aslan gözünü dikti ve bana doğru yürümeye başladı." diyormuş. Öğrenciler çok heycanlıymış. Nasrettin bir an durmuş ve yüzlerine bakmış. O zaman bir öğrenci, "Bizi bekletme, ne oldu?" demiş. "Aslan yaklaştıkça yaklaştı, bir metre uzağıma geldi." demiş Nasrettin. "Daha fazla bekletme. Ne olduğunu anlat." demiş başka bir öğrenci. "O kadar basit, o kadar mantıklı ki sonucu kendiniz de çıkarabilirsiniz. Aslan atladı, beni öldürdü ve yedi!" demiş. Bu noktada, yabancı kendini tutamamış. "Bu kadar yeter. Sen ne diyorsun? Aslan seni öldürdü ve yedi ve sen burada canlı oturuyor musun?" demiş. Nasrettin adama bakmış, gözünü dikmiş ve "Ha, ha, buna canlı olmak mı diyorsun?" demiş. İnsanların yüzlerine bak, onun ne demek istediğini anlayacaksın. Buna canlı olmak mı diyorsun? Sıkıntıdan patlamış bir halde, sürükleyerek... Bir keresinde adamın biri Nasrettin'e, "Çok yoksulum. Neredeyse imkansız, artık hayatta kalmak adeta imkansız görünüyor. Altı çocuğum ve karım, dul bir kız kardeşim, yaşlı annem ve babam, büyük bir ailem ve akrabalarım var. Giderek zorlaşıyor. Bir şey önerebilir misin? İntihar mı etmeliyiz?" diye sormuş. "İki şey yapabilirsin." demiş Nasrettin, "ve ikisinin de faydası olacaktır. Birincisi, ekmek pişirmeye başla, çünkü insanlar yaşamak zorunda ve yemek zorundalar, hep bir işin olur." "Ve öteki?" diye sormuş adam. "Ölüler için kefen yapmaya başla." demiş Nasrettin, "çünkü hayatta olan insanlar ölecekler. Bu iş hep devam edecek. Bu iki iş iyi - ekmek ve ölüler için kefen." Bir ay sonra adam geri gelmiş. Daha da umutsuz, çok üzgün görünüyormuş ve "Hiçbir şeyin faydası yokmuş gibi geliyor. Sahip olduğum her şeyi işe koydum, önerdiğin gibi, ama her şey aleyhimde görünüyor." demiş. "Bu nasıl olabilir?" demiş Nasrettin. "İnsanlar hayattayken ekmek yemek zorunda ve öldüklerinde de akrabalarının kefen satın alması gerekir." "Fakat anlamıyorsun." demiş adam. "Bu köyde kimse hayatta değil ve kimse hiç ölmüyor. Tek yaptıkları sürüklemek." Herkes sadece kendini sürüklüyor, kimse canlı değil ve kimse hiç ölmüyor, çünkü ölmek için insanın önce canlı olması gerekir. İnsanlar sadece sürüklüyor. Yüzlerine bak -başkalarının yüzüne bakmaya gerek yok, aynaya bak, sürüklemenin ne anlama geldiğini göreceksin- ne canlı ne de ölü. Hayat çok güzel, ölüm de güzel - sürüklemek çirkin.
Osho
Osho
·
21 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.